Siyaset alanını genişletmek gerekli
Muhalefete yapılan saldırılara cevap veriliyor; ancak bu saldırılara karşı mücadele edilmiyor. Bu mücadele noksanlığının hem sebebi hem de sonucu, ortak bir mücadele hattının örülmemiş olmasıdır.

Fotoğraf: İBB
Doç. Dr. Ayşegül Kars Kaynar
aysegul.kars@gmail.com
Son iki aydır bilhassa ana muhalefet partisi üzerinde artan siyasi baskıyı anlayabilmek için Türkiye’yi geniş bir perspektifte ele almak faydalı olacaktır. 2017 itibarıyla tecrübe etmeye başladığımız hiperbaşkanlık sistemi gibi yürütmenin tek elde toplandığı ve bu nedenle otoriter ya da tek adam rejimi olarak adlandırılan rejimlerin birbiriyle ortaklaşan yönleri var. Bunlardan biri otokratın iktidarda kalmak için seçilme şartlarını ve dönem sınırlamalarını kendi lehine değiştirmesi ve bunun bir sonucu olarak anayasa değişikliğinin bu ülkelerde gündemden hiç düşmemesidir. Venezuela’da Chavez, Bolivya’da Morales ve Ruanda’da Paul Kagame bunun örnekleridir. Yine iktidarda kalma saikiyle bu rejimlerde siyaset, iktidar sahibini koltuğundan edebileceği için tehlike olarak görülen aktörlere ya da kurumlara karşı açılan bir savaş halini alır. Bu tehlike Ermenistan örneğinde olduğu gibi silahlı kuvvetlerden de gelebilir; ABD ve Brezilya’da olduğu gibi yüksek mahkemelerden de. Türkiye’de silahlı kuvvetler 2016 sonrasında pasivize edildi. Denge ve denetleme mekanizmaları ise ya lağvedildi (Ki bu nedenle Türkiye’deki sistemin adı başkanlık değil, hiperbaşkanlıktır) ya da bu mekanizmalar kadrolaşma ile etkisiz hale getirildi. Bu nedenle geriye, otokratın iktidarını tehdit eden tek bir unsur kaldı; o da seçimlerdir.
Seçimler bu nedenle ülke gündeminden çıkmıyor; Türkiye seçimleri bir türlü geride bırakamıyor ve “normale” dönemiyor. Muhalefet üzerinde artan baskının arkasında da seçim odaklı bir kurgu yatıyor; zira 31 Mart yerel seçimleri iktidar için bir yenilgi oldu. Ana muhalefet partisi CHP’den cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayan İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na hemen hemen her hafta yeni bir soruşturma açılıyor. Bu soruşturmaların amacı İmamoğlu’na ya doğrudan siyasi yasak getirmek ya da seçilme ehliyetini elinden almak. Yine İstanbul’da CHP’nin kazandığı belediyeler kah vergi borcu kah SGK borcu denilerek kıskaca alınmaya ve yolsuzluk algısı yaratılarak itibarları zedelenmeye çalışılıyor. Belediye yönetiminde bulunanlar ifadeye çağrılmadan ev baskınlarıyla gözaltına alınıyorlar. Bunlar yargısal tacizdir; yargısal şiddettir. Bu yargısal taciz ve şiddetin savcılık talebi ya da hakim kararı kılığında olması, onları hukuk ve adaletin alanına dahil etmeye yetmez. Lenin’in ifade ettiği gibi iktidarın temel talebi askeri zapturapt değil yönetim olduğu için baskının da en tipik özelliği anlık infazlar değil, mahkemeler olmaktadır.*
Seçim odaklı bir diğer hamle, 31 Mart yerel seçimleri bir yılını doldurmadan yurt genelinde İçişleri Bakanlığı tarafından on iki belediyeye atanan kayyumdur. Yine Lenin’den hareketle diyebiliriz ki iktidarın talebi yönetmek ve günümüzde seçimler, halk iradesini yansıttığı kabul edilen tek genel geçer mekanizma olduğu müddetçe, mesele seçimlerin tamamen ortadan kaldırılması değil; kontrol edilmesidir. Muhalefet, seçimlere meşruiyet kazandıracak kadar güçlü ama kazanamayacak kadar zayıf ya da sıklıkla dile getirilen bir tabirle “majestelerinin muhalefeti” olmalıdır. Tam da kayyımlığın arka planı gibi, muhalefetin seçimlere girebilecek kadar ehliyetli (YSK onayıyla) ama yönetemeyecek kadar ehliyetsiz (bakanlık onayıyla) olmaları arzulanır.
Halbuki Türkiye’yi diğer otokrasilerle karşılaştırdığımız zaman fark edeceğimiz en önemli ve de kritik olgu, güçlü ve iktidardan bağımsız bir muhalefetin varlığıdır. Parlamento işlevini ve yetkilerini yitirmiş olan Meclisi hâlâ meşru ve itibarlı tutan da muhalefetin bu canlı varlığıdır. Yoksa, dilediği yasayı komisyonlarda ve genel kurulda kabul ettirme sayısal çoğunluğuna sahip iktidar blokunun tahakkümü altındaki Meclis, nasıl bu kadar çatışmalı ve dinamik bir yer olarak kalırdı...
Her zaman ve yeniden: Ne yapmalı?
Burada, siyasi örgütlere dışarıdan akıl vermek ve ne yapmaları gerektiğini söylemek cahilliğine düşmeden, en yakıcı ihtiyaçlardan bazılarını saptamak uygun olacaktır.
İçinde bulunduğumuz durumu değerlendirirken söylenmesi gereken en isabetli şey belki de şudur: Bugün muhalefete yapılan saldırılara cevap veriliyor; ancak bu saldırılara karşı mücadele edilmiyor. Bu mücadele noksanlığının hem sebebi hem de sonucu, ortak bir mücadele hattının örülmemiş olmasıdır. Böyle bir hattın yokluğunda günlük gelişmeler karşısında bir duruşa, hizalanışa ve de süreğenliği olan bir eyleme sahip olmak da mümkün değil. Bu nedenle yarın sabah bir belediyeye yapcılacak yeni bir operasyona ya da muhalefete açılacak yeni bir soruşturmaya verilen tepkiler birikmiyor; bir bütünün parçası haline gelmiyor.
Öte yandan, bu mücadele hattının örülmeye başlanacağı yer, mümkündür ki saldırının da en yoğun yaşandığı yerdir. Şu an İmamoğlu’nun maruz kaldığı yargısal taciz, daha evvel birçok kez kullanılan kasetlerle, şantajlarla aynı amaca hizmet ediyor: İktidarın gerçek siyasi rakiplerini elemek, saf dışı bırakmak. Ancak son yapılan anketlerin hemen hemen hepsinde iktidar partisine destek azalırken, ana muhalefet partisi yükselişte görünüyor. Aynı zamanda tüm bu davalar, soruşturmalar ve saldırılara rağmen İmamoğlu çevresinde kümelenme artarak devam ediyor. Bunun bir nedeni, iktidarın meşruiyet zeminini tamamen kaybetmiş olmasıdır. Öyle ki bu meşruiyet yokluğunda yapılan her hamle salt bir güç gösterisine dönüşmektedir. İmamoğlu için ise bunun tam tersi geçerli. Hukukiliği bir tarafa bırakalım, yasal gerekçesi dahi zayıf olan her soruşturma İmamoğlu’nu; kendisinden çalınan adaleti geri kazanmak için zorbaya karşı mücadele eden ve akıntıya karşı kürek çeken savaşçı olarak yeniden kuruyor; onu meşruiyetin kalkanıyla donatıyor; ortodoks bir siyasetçiye radikal bir imge kazandırıyor.
Ortak bir mücadele hattı örmek için başlangıç noktası, iktidar ve muhalefet arasındaki mücadeleyi İmamoğlu’nun şahsına yönelik bir saldırı ya da kişisel bir hesaplaşma olmaktan çıkarmak olacaktır. Muhalefetin meşru haklarını iktidarın saldırıları karşısında korumanın sorumluluğunu paylaşmak ve de paylaştırmak gereklidir. Siyaset, iktidar tarafından sürekli yargıya havale edilerek siyasetin alanı bilinçli olarak daraltılıyor. Bunun karşısında siyaset alanını yeniden genişletmek ve toplumun her kesimini, siyasi hakların müdafaasının meşru çatısı altında toplamak önemlidir. Bu ortaklaşma bize, bir mücadele hattı kazandıracaktır.
* Lenin ve Hukukun Sorunları-I, https://praksisguncel.org/lenin-ve-hukukun-sorunlari-i/
Evrensel'i Takip Et