Mücadele vurgulu bir Orta Doğu Konferansının ardından
Hem Orta Doğu'daki gelişmeler hem de Türkiye'de süren çözüm tartışmaları elbette bu konferansla bitmeyecektir. Konferansta her bir oturumda yapılan mücadele vurgusu da bu yüzdendi.

Fotoğraf: Damla Kırmızıtaş / Evrensel
Defne Çelik
Ankara- Emek Partisi Ankara İl Örgütü 2 Mart Pazar günü Orta Doğu Konferansı gerçekleştirdi. Konferans "Çelişkilerin ortasında emperyalist güç savaşları: Orta Doğu'da neler oluyor?" ve "Orta Doğu'da Halklar ve Barış: Demokratik ve Kalıcı Çözüm" başlıklı iki oturumdan oluşuyordu.
İzlenimlerimizi paylaşmadan önce şunu söylemek lazım; Her bir konuşmacının da vurguladığı gibi konferansın yapıldığı salondaki genç katılımı oldukça dikkat çekiyordu. Özellikle ikinci oturumda salonun kalabalıklaşmasıyla birlikte genç katılımı daha da arttı. Konuşmacılardan Mühdan Sağlam'ın da belirttiği gibi “Sizi bir arada tutan örgütlülük olmasa, bir pazar sabahında bu ekonomik koşullarda buraya gelmeniz çok da beklenmezdi.”
Konferans Emek Partisi Ankara İl Yöneticisi Bilgesu Kiper'in konuşmasıyla başladı. Yapılan konferansın bölgedeki yeniden paylaşım savaşlarının karşısındaki mücadeleleri güçlendirme hedefinde olduğunu söyleyen Kiper'in konuşmasını dinleyen konferans katılımcılarının gözlerindeki merak, içerisinde bulundukları coğrafyayı ve koşulları anlama çabasının bir ifadesiydi. Konuşmalar esnasında kafalar pek çok kez sallandı, aralarda tartışmalar yapıldı, sorular soruldu. İçinde yaşadığımız Orta Doğu coğrafyasına ve emperyalistlerin müdahalelerine dair soru işaretleri ve cevaplar ortaya konuldu.
İlk oturumda Orta Doğu'daki durum ve emperyalistlerin tuttuğu pozisyon konuşmaların ve tartışmaların odağındaydı. Özellikle bölgedeki bağımlılık ilişkileri, tarihsel olarak Orta Doğu'da devletlerin ve devlet dışı aktörlerin gelişimi, kapitalizmin tıkanmışlığı konuları üzerinde duruldu. Emperyalistlerin bölgeye müdahalelerinin değişen bir biçim sergilediği, bir "devretme" siyaseti uygulandığı vurgulandı. Artık eskisi gibi fiziki müdahalelerin ekonomik, politik ve sosyal boyutlarını üstlenmek istemeyen emperyalist güçlerin kendilerine tabiri caizse "maşalar" bulduğu ve bu maşalar üzerinden müdahalelerini sürdürdüklerine dair konuşmalar sıklıkla yapıldı.
"Kapitalizm tıkandı artık alternatif oluşturacak mücadeleler örgütlenmeli"
"Ne yapmalı" sorusunun sıklıkla duyulduğu oturumda Mustafa Yalçıner'in konuşmasında "Bölgede emperyalistlerin ve iş birlikçilerinin çıkarlarının eklentisi olmamak" ve "NATO'dan çıkılması, askeri üslerin kapatılması" olarak formülize ettiği talepler dizisi önemli bir yerde durdu. Özellikle ABD'nin bölgedeki müdahalelerine dair çokça soru gelen oturumda Trump'ın Zelensky ile konuşmasından tutalım da Almanya'daki seçimlere kadar pek çok başlık tartışma konusu oldu. Temel vurgunun özellikle Mühdan Sağlam'ın üzerinde sıklıkla durduğu gibi "Kapitalizm tıkandı ve artık alternatif oluşturacak mücadeleleri örgütlemenin gerekli olduğu" noktasında biriktiğini söylemek mümkün.
Aranın ardından demokratik ve barışçıl çözüm tartışmalarıyla devam eden konferansın ikinci oturumunun ilk oturuma kıyasla daha kalabalık ve daha fazla soruyla, katkıyla devam ettiği önemli noktalardan birisiydi. Oturacak yer bulamayıp merdivenlerde konuşmacıları ve katılımcıları dinleyen yoğunluğu oldukça fazlaydı. Bunun konferansın Öcalan'ın yaptığı çağrının akabinde düzenlenmesiyle bağlantılı olduğunu söylemek oldukça doğal. DEM Parti Urfa Milletvekili Dilan Kunt Ayan'ın yaptığı konuşma yapılan çağrının içeriği, bundan sonrasında Türkiye halklarını nelerin beklediği, sürecin geniş halk kesimleriyle birlikte yürütülmesinin yolları ve Türkiye'nin demokratikleşmesinin nasıl gerçekleşebileceği noktalarında kafalardaki soru işaretlerini açan bir nitelik taşıyordu. Hakeza Emek Partisi İstanbul Milletvekili İskender Bayhan'ın konuşması da sürece giden taşları döşeyen bölgenin koşulları, antiemperyalist bir mücadelenin nasıl olması gerektiği, işçi ve emekçilerin buradaki rolünün ne olabileceğine dair önemli satır başlıkları içeriyordu.
Çağrının sıcaklığı, haliyle gelen soruları da arttırdı. Çağrıdaki kimi cümleler ile ne kastedilmek istendiğinden tutalım da iktidarın iki yüzlülüğüne kadar birçok soru bu oturumun daha da zenginleşmesine olanak tanıdı. Özellikle çağrının karşılığının ilerleyen dönemde nasıl vücut bulacağı, katılımcı bir süreç olması için nasıl adımlar atılabileceği, kayyım atamaları konusunda nasıl bir pozisyon alınacağı gibi konular tartışmanın odağındaydı. Özellikle gençlerin soruları kayyım atamaları, gözaltılar, tutuklamalar ve baskılar sürerken sürecin gerçekçiliğini sorgulamaları üzerinden geldi. Bu noktada iki milletvekilinin de söylediklerinin özü önemliydi: Sürecin nasıl ilerleyeceğini belirleyecek olan işçi ve emekçilerin, geniş halk kesimlerinin mücadelesidir.
Dilan Kunt Ayan'ın özellikle vurgu yaptığı mevcut sürecin yalnızca Kürtlerin özgürleşmesi olarak değil Türkiye'nin demokratikleşmesi ile ilgili olduğu konusu Türkiye'nin demokratikleşmesinin yollarının da çokça tartışılmasına sebebiyet verdi. Bu demokratikleşmenin nasıl olabileceğine dair konuşmacıların özellikle vurgu yaptığı örgütlenme hakkının önündeki engellerin kaldırılması, çeşitli yasal düzenlemelerin yapılması ve emek ve demokrasi güçlerinin mücadelesinin ilerletilmesi tartışmanın somutlaştırılması açısından önemliydi.
"Elini taşın altına koymak"
Aynı zamanda sürecin yalnızca Öcalan ve iktidar arasında sürmemesi gerektiğine dair vurguları hem konuşmacılar hem de katılımcılar yaptı. Bu konu katılımcıların sürecin bir parçası olmanın ne demek olduğu ve bunun nasıl gerçekleşebileceği geçmiş deneyimler de örnek verilerek sordukları sorularda vücut buluyordu. Bu noktada iki milletvekilinin de konuşmaları yine ortaklaşıyordu: Bulunduğumuz alanlarda, sivil toplum kuruluşlarında, sendikalarda Türkiye'nin demokratikleşmesine dair neler yapılabileceğine dair kafa yormak ve elini taşın altına koymak.
Hem Orta Doğu'daki gelişmeler hem de Türkiye'de süren çözüm tartışmaları elbette bu konferansla bitmeyecektir. Konferansta her bir oturumda yapılan mücadele vurgusu da bu yüzdendi. Bu noktada İskender Bayhan'ın yaptığı vurguyu tekrar hatırlatmak önemli. Gerçek bir çözüm ve bölgede barış için somut adımlar atılmalı, örgütlenme hakkının önündeki engeller kaldırılmalı, NATO'dan çıkılmalı, Türkiye bölgedeki müdahalelerini kesmelidir. Gerçek bir barış ancak işçi ve emekçilerin mücadelesiyle gerçekleşecektir.
Evrensel'i Takip Et