Öcalan’ın açıklaması Kürt sorunun bugünü ve yarını hakkında neler söylüyor?
Silah bırakılmasına yönelik diyaloglar, Kürt halkının taleplerinin çözümsüz bırakılmasıyla kalıcı bir çözüme işaret etmekten uzak.

Fotoğraf: Dilan Temiz/ Evrensel
Berkay YEĞİN
Van
AKP Genel Başkanvekili Efkan Âlâ, İmralı heyetinin 27 Şubat Günü fotoğraf eşliğinde PKK lideri Abdullah Öcalan’ın açıklamasını okumasının ardından “bekleyip göreceğiz” mesajıyla AKP’nin uzun süredir devam eden sessizliğini bozdu. Bir süredir devam eden İmralı görüşmelerinin silah bırakılmayla ilgili bir formül üreteceği beklenmedik bir karar değildi. Uzun yıllardır “silahın miadını doldurduğu” açıklamaları yapılıyor olsa da; Ortadoğu’daki paylaşılmayan gelişmeler, Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin bugünü ve yarını “çözüm” sürecini de şekillendirecektir. Her ne kadar iktidar sözcülerinin bugünkü ana odağı güvenlik başlığıyla “terörün bitmesi” minvalinde olsa da; uygulanan kayyum politikaları, HDK’ye gerçekleştirilen operasyonlar ve oldu bitti açıklamaları esnasında metnin Kürtçe halinin medya kuruluşlarındaki sansürü dahi sorunların bu kadar basit çözülemeyeceğini gösteriyor.
ABD ve İsrail’in, Orta Doğu ile sınırlı olmayan karşıt emperyalist kampı kuşatma girişimleri başta dünyanın bir köşesinde gerilimleri beslerken; Türkiye de bağımlılık ilişkileri gereği kimi pozisyonlara sürükleniyor. Suriye’de görünen tablo itibariyle emperyalistlerin ticaret yollarının ve İsrail’in güvenliğini sağlama, İran’ı kuşatma planları, Ortadoğu’da kimi bölgesel güçler arasındaki bir uzlaşıyı gerekli kılıyorken Rojava da önemli bir husus haline geldi.
Kürt kimliği için verilen mücadele
Sykes-Picot’ tan bugüne kadar Kürtlerin Suriye topraklarında kimlikleri tanınmıyor. Kürtler, Suriye İç Savaşı’yla birlikte DEAŞ soykırımına karşı topraklarında öz-yönetim ve savunma güçleri olan SDG’yi kurdu. SDG, DEAŞ’ın ortadan kaldırılmasında kritik bir rol oynamıştı. Bugün onun çatısı altında birleşen Kürtler, Suriye’nin içerisinde katonlar ölçeğinde adem-i merkeziyetçi bir çözümün sağlanması için de diğer yapılarla diyalogları sürdürüyor.
Bölgedeki çatışmalar elbette ki rastlantısal değil. SDG güçlerinin yönettiği bölge; fosil kaynaklar ve ticaret yolları bakımından önemli. Emperyalistlerin pazar ve tedarik zincirinin önemli bir yerinde aracı olan NATO için, Türkiye’nin askeri gücü de başka bir yerde duruyor. ABD ve İsrail’in taktik manevraları doğrultusunda burayla uzlaşmak önemini koruyor. Bu uzlaşı arayışında demokratik bir çözüm aramak hayalperestlik olacaktır. Ancak imkânlar dahilinde halkların birlikte yaşam mücadelesi için ıskalanmaması gereken yönleri de bulunuyor.
Devlet Bahçeli’nin el sıkışmasıyla başlayan gelişmeler tam da bu uzlaşı arayışının pratik hamlesi olarak gelişti. Bugün Efkan Âlâ’nın “bekleyip göreceğiz” açıklaması, AKP-MHP iktidarının “terör bitecek sorun çözülecek” kurgusu doğrultusunda aceleye getirilmiş bir uzlaşı arayışından başkası değildir. Üstelik iktidar, yanı başında tehdit olarak görmekten vazgeçmediği Rojava’yı “silahlar sussun” açıklamasının ardından bile bombalamaya devam etti. Düğümün Rojava’dan çözülmeye başlayacağı su götürmez bir gerçek olduğu gibi iktidar nezdinde bir tehdit olarak görülmeye, engel olarak karşılanmaya devam ediyor. Temsil ettikleri sermaye çevrelerinin hayallerini süsleyen Suriye’nin “yeni dizaynı”, Kürt halkının varlığıyla kavga etmekten geçiyor.
Öcalan’ın açıklamasıyla başlayıp, PKK’nin ateşkes ilanı ile biten gelişmeler görüyoruz. Her istikrarsız süreç, yeni gelişmelere gebe olduğu gibi; istikrarlı dönemlerin birikimi olarak, koşullar değişince oynadığı rolle hayat bulabilir. Fakat Türkiye’de Kürtlerin on yıllardır süregelen mücadelesiyle eşit yurttaşlık temelinde demokratik bir çözüm için bir talep olduğu gerçeğini yine bir başa koymamız gerekecektir. Kürt halkının asimilasyon ve inkara, üzerindeki baskı ve sindirme hamlelerine karşı direnişle dolu kitle mücadelesi deneyimleri; içerisinde sayısız insanın fedakârca emeklerini barındır. 1993’ten beri yer yer ateşkesler, Oslo görüşmeleri, 2013-2015 çözüm süreci gibi pek çok diyalog biçimi; uluslararası alanda yaşanan gelişmeler ve Kürt halkının kitle mücadelesinin çıktılarıdır. Bugünkü sürecin de buna denk düştüğü bir an olsun unutulmamalı.
Somut talepler karşılanmadan çözüm olmaz!
Sınır dışı operasyonların durdurulması, siyasi tutsakların serbest bırakılması, kayyum politikasının geri çekilmesi gibi pek çok mücadele başlığı, çözümün tartışılması açısından önemli. Silah bırakmayla sınırlandırılan tartışmalar, Kürt halkının eşit yurttaşlık temelinde demokratik bir çözüm mücadelesinin merkeze almadığı gibi 90’lı yıllardan beri devrimci hareketler içerisinde tartışılmış, “öncü savaş stratejilerinin” kitle mücadelesini gerilettiği biçimiyle yorumlanmıştı. Üstelik PKK’nin de uzun yıllardır “miadını doldurduğu” ele alınmıştı ve bugün silah bırakma çağrısının pratik olarak geç alınmış bir karar olduğu sonucuna varıldı.
Gelinen nokta yenilgi mi kazanım mı diye soracak olursak, ikisinden başka bir sonuca ulaşırız. Öcalan’ın açıklamasını meydanlarda dinleyen yurttaşlar, beklentileriyle aynı oranda bir karşılık göremedi. Görüşme trafiklerinin halkın taleplerini karşılamak noktasında neredeyse hiçbir şey söylememesi, nasıl bir çözüm istendiğine dair mesajlar da cılız kaldı. Öcalan’ın açıklama metninde sosyalizmin tarihsel yenilgisi üzerine göndermeler de söz konusuydu. Ancak demokratik modernitenin çıkmazları, metnin doğal akışında zımnen duruyordu. “Kapitalist-emperyalist sistem bu üniter devletlerle sürsün, biz kenarında köşesinde özgürlükçü bir sistem kuracağız ve bunu yaygınlaştıracağız” diyerek kabaca tarif edersek demokratik modernite çizgisinin, pratikteki yenilgilerinden dersler çıkarmak gerekir.
Halk mücadelesinin taktik manevraları açısından Rojava örneğinde olduğu gibi statüyü korumaya dair pek çok yöntem geçerli olacaktır. Ama onun nihai ve kalıcı çözüme ulaştıracağı hedefi sosyalizm olmadıkça, bölgesel güçlerin ve emperyalistlerin gerilimleri kronik olarak devam edecektir. Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimiyle ABD arasındaki referandum gerilimlerini hatırlayalım. Ya da SDG lideri Mazlum Kobani’nin bir taraftan ABD’ye davet edilmesi, diğer taraftan Türkiye’nin Rojava’ya yönelik saldırılarına alan açılmasını anımsayalım.
Sosyalizmin bayrağını hepimiz taşımalıyız
Bugün özellikle Kürt halkının genç kuşakları, bütün yurtsever duygularıyla beraber halkının geleceğini bilimsel sosyalizmin ışığında görmesinin önemi daha da artmış durumda. Geçtiğimiz kayyum eylemlerinde Van’da iradesi için mücadele eden pek çok kişi kolluk kuvveti yığınağı karşısında direnmişti. Oysa aynı takvimde vallik yasaklamalarına rağmen Başpınar’da ekmeği için direnen işçiler de vardı. Buralardan bağ kurmak, ortak bir zeminde mücadeleyi geliştirmek tam da bugünün en acil ihtiyacıdır. Bu ihtiyaçsa sermaye diktatörlüğünün ulusal baskısına da ücret baskısına da geri adım attıracak bir seçeneğe, hiçbir zaman yalnız olmadığımız sonucuna çıkıyor.
Bugün yönetenlerin adım atması açısından oturup izlemek değil, örgütlü mücadelemizle taleplerimiz dayatmamız gerekiyor. Ortada bir halat var, bir ucundan iktidar teröre çekiyor, diğer ucundan ise bizler çözüme çekiyoruz. Karşı tarafın da zayıfladığı açıkken, buna omuz vermek şimdi her milliyetten yurttaşın görevi olmalıdır.
Evrensel'i Takip Et