6 Mart 2025 22:53
/
Güncelleme: 22:55

“Yeni Türkiye” inşası ve İmamoğlu’nun adaylığı

Taylan Özgür DELİBAŞ

İstanbul

Ocak ayında %30 artışla 22 bin lira olarak belirlenen asgari ücret, yoksulluk sınırının katbekat altında kalmıştı. Asgari ücret zammının üzerinden 2 ay geçmesine rağmen, ücretlerin temel tüketim mallarına gelen zamlar karşısında büyük oranda eridiği bir durumla karşı karşıyayız. Diğer yandan şubat ayı, milyonlarca sendikasız işçinin zam oranlarını öğrendiği bir ay olarak geçti. İktidarın bütün yasaklarına rağmen onlarca greve tanık olduk. Mevcut gidişata yönelik tepkilerin arttığı, emekçiler cephesinden iktidarın ekonomi politikalarının daha fazla sorgulandığı bir döneme girdik.

İktidar gittikçe kan kaybediyor

31 Mart 2024 yerel seçimlerinde alınan yenilginin ardından geçen bir yılda iktidar, taban desteğinin zayıfladığını ve görece güç kaybettiğini gördü. Seçimde alınan yenilginin esas sebebi olarak söylenebilecek ekonomik sorunlar, Orta Vadeli Programla birlikte büyüyerek sürüyor. Kuşkusuz ki tek adam yönetiminin son süreçte yaptığı hamlelere baktığımızda, gidişatı kendileri açısından değiştirebilmenin yollarını aradığını görebiliriz.

İktidarını devam ettirmek uğruna muhalif her kesime yönelik saldırıların arttığını görüyoruz. Erdoğan’ın dilinden düşürmediği “yeni Türkiye” tezahürü, her gündemde kendini hatırlatır hale geliyor. Hiçbir şeyin eskisi olmayacağının söylendiği ve Türkiye’nin en büyük sermaye örgütü TÜSİAD yöneticilerine, “eski Türkiye’yi özlüyor olabilirsiniz, yeni Türkiye’de haddinizi bileceksiniz.” çıkışı ile dahi had bildiriliyor.

Elbette “yeni Türkiye’de” demokrasi ve özgürlüklerin kırıntılarına dahi yer olmadığı ortada. En ufak ses çıkaranın evinden şafak operasyonuyla aldırıldığı, Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle grevlerin yasaklandığı; sendikacıların, siyasetçilerini, gazetecilerin tutuklandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu uğurda çiçeği burnunda İstanbul barosu yöneticileri görevden alınmaya çalışılıyor. Hukuk, iktidarın elinde bir sopa haline geliyor ve yürütme tahakkümünün kurulduğu bir hukuk düzeni inşa ediliyor. Devlet denetleme kuruluna verilen yeni yetkilerle Cumhurbaşkanı’na verilecek sınırsız kayyum atama hakkı ve şirketlere kayyumu yasal hale getiren TMSF düzenlemesi bu politikanın en somut güncel adımı olarak karşımızda duruyor.

Mehmet Şimşek’in garantörlüğünü yaptığı Orta Vadeli Program; vadedilen istikrarı halen sağlayamamış, faiz ve kur dalgalanmalarının durduramamış, öngörülemez politikalar sebebiyle yurtdışı yatırımlarının ve dolayısıyla sıcak para girişinin olabildiğince beklenti altı kalmıştır. Bütün bunlardan sızlanan sermaye gruplarının; cumhuriyet tarihinin en fahiş kârlarına ulaşmaları, istedikleri sendikacıları tutuklattırabilmeleri, bir gecede grev yasaklamalarına rağmen, belli ki ortada hâlâ memnun olmadıkları bir tablo var.

TÜSİAD iktidardan ne istiyor?

Sermaye çevrelerinin insan haklarına vurgu yapması, baskıcı rejimlere karşı bir duruş sergilemekten çok demokrasinin asgari şartlarına duyulan ihtiyacın bir sonucu olarak görülmelidir. Bu durumu, Türkiye halklarının demokrasi talebinin sözcülüğüne soyunmak ya da devrimci bir çıkış olarak değerlendirmek yanıltıcı olur. DDK ve TMSF düzenlemesiyle memnuniyetsizliğin yerini alan korku hali sonucu alelacele gerçekleşen bu çıkış, hem kendi sermayesinin muhafaza edilmesi hem de yabancı yatırımcının güvenli liman beklentisinin bir ürünü olarak görülmelidir. Bu anlamda Türkiye ihracatının dörtte üçünü üstlenen sermaye örgütünün böylesi bir açıklamayı tesadüfen, demokrasi motivasyonlu bir inisiyatifle yapmayacağı bilinmelidir.

İktidar bloku karşısındaki cepheyi genişletirken, tehdit olarak gördüğü kesimlere karşı hızlıca operasyonlar çekmekte ise oldukça becerikli. Yıllar geçtikçe gözü daha fazla kararıyor, daha cesur adımlar atıyor. Daha cesur davranmasının esas kaynağı da karşısındaki güçlerin çok parçalığının verdiği rahatlık. Tek adam yönetiminin iç politikada yıllardır inşa ettiği ve dayandığı temel strateji de esasında bu. İktidarını koruyabilmesinin yegâne koşulu olarak belirlediği ve 2017’deki referandumdan bu yana hız kazanan karşısındaki güçleri birbirileriyle yan yana duramayacak hale getirme, terörize etme politikası bugün de sürüyor.

Bu stratejinin en önemli araçlarından bir başkasıysa, yıllardır olduğu gibi Kürt sorunu üzerinden inşa edilen karşıtlık. On yıllardır süren bu sorunu iktidar, muhalefet içindeki farklı kesimleri birbirinden uzaklaştırmak için bir araç olarak kullanıyor. Böylece hem karşısındaki güçlerin arasına bir duvar örüyor, hem de kendi tabanını bu mesele üzerinden konsolide ediyor.

CHP’nin tutumu ve İmamoğlu’nun adaylığı

İmamoğlu’na açılan soruşturmalar da ancak bu düzlemde bakıldığında daha anlaşılır oluyor. AKP’nin adayları karşısında İmamoğlu’nun desteklenmesi noktasındaki uzlaşı ve İstanbul halkının ortak bir adayda birleşmesi gibi deneyimler, mazbata sürecinde sokakları dolduran binler… Ortaya çıkan atmosfer, İmamoğlu’nu yalnızca CHP’li bir figür olmanın ötesine geçen bir siyasi aktör haline getirdi. Bu nedenle İmamoğlu’nun hedefe koyulması, daha geniş bir demokratik hareketi sınırlandırma hamlesi olarak da değerlendirilebilir.

Emekçi kitlelerin, gençlerin, kadınların sandığa olan inancının halen büyük ölçüde korunduğu koşulları düşünürsek iktidar, seçim arenasında alacağı yeni bir mağlubiyetin sonu olacağını biliyor. Muhalefetin bir dönemdir takındığı tutumu ve sürdürdüğü politikayı bir adım ileriye taşıması, toplumun başta ekonomik olmak üzere en acil taleplerinin dışa vurulmasının yolunu açma potansiyelini barındırıyor. Meslek odalarından sendikalara demokratik kitle örgütlerine kadar yan yana gelişlere zemin hazırlamak siyasi partilerin buraya katılımını sağlamak da mümkün. Ancak CHP başta olmak üzere muhalefet partilerinin hedefi büyük ölçüde seçim odaklı bir siyaset haline geliyor.

Bugünkü durduğu yerden ise iktidara kırmızı kart çıkarmakla kendisini sınırlayarak karikatürleşiyor. “Seçimi bekleyin”cilikle kendi tabanının esas gündemini adaylık tartışmaları olarak belirliyor, aynı zamanda halkın bütün taleplerine seçim kartıyla cevap vererek siyaset kanallarını görünmez kılıyor. Tek adam yönetiminin İmamoğlu’nun kendi iktidarlarının karşısında bir tehdit olarak algılamasının sebepleri açıkken bugün İmamoğlu üzerinden verilen göz dağı yalnızca ana muhalefete değil bütün demokrasi, özgürlük talep eden kesimlere verilmekte olduğu açık. Demokrasi mücadelesini sandığın ötesine ne kadar geçirebildiğimiz de bizim “yeni Türkiye”mizin nasıl inşa edileceğini belirleyecek

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek imzasıyla taşıt alım satımı hariç ülkedeki tüm alım satım işlemlerinde dövizle ödemenin önü açıldı.

Evrensel'i Takip Et