8 Mart’a giderken taleplerimiz, mücadelemiz
Kuşkusuz kadın mücadelesi çok yönlü bir mücadele. Saymakla bitmeyecek saldırılara karşı bugün eşitlik ve özgürlük mücadelesinin en önünde kadınlar olmak zorunda.

Fotoğraf: Evrensel
Berivan ÖZKARA
Eskişehir
Türkiye’de kadınlar bu sene 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü tek adamın “aile yılı” ilanıyla karşılıyor. Müjde olarak sunulan aile yılı aslında kadınlara daha çok yoksulluk, sefalet ve şiddeti dayatırken LGBTİ’lere yönelik nefreti körüklüyor. Aile yılı iktidarın tek saldırısı değil, kampüslerde ve iş yerlerinde tek adam rejimi topyekun saldırıda.
İktidar aileyi sistemi devam ettirmek üzere kurguluyor
Bu program “aile kurana büyük destek” diyerek müjdelendi. Peki kime bu müjde? Çantasında uzaklaştırma kararıyla sırf boşanmak istediği veya barışmayı reddettiği için evli olduğu veya eskiden evli olduğu erkek tarafından öldürülen onlarca kadın varken, kime? 2002 yılından bu yana en az 18 bin 412 çocuk doğum yapmışken (istismar edilmiş, zorla evlendirilmiş ve tecavüze uğramış kız çocuklarından bahsediyoruz) kime bu müjde? İşçi kadınların payına her gün daha çok yoksulluk, sömürü, fakirin fakiri olmak düşüyorken kime bu müjde? Parasız, bilimsel, demokratik eğitime ulaşamayan, yarınından kaygı duyan genç kadınlara mı yoksa? Müjdenin kadınlara olmadığı kesin.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 23 yılda adım adım şekillendirdiği iktidarında “3 çocuk bekliyorum” söylemini dilinden düşürmedi. Çünkü Erdoğan’ın tekelci burjuvazinin çıkarları temelinde kurduğu iktidarını koruması için geleceğin işçilerine ihtiyacı var. Kapitalizmde nüfus politikası böyle işler, kapitalistler çocuk işçiliğinin ucuzluğundan faydalanabilmek için çok çocuk ister. MESEM programları ile çocukların emek gücünü satın alan Erdoğan kadınlara da “bu kadarı yetmez” diyor ve kadına çocuk doğurmayı birincil görev olarak dayatıyor. Devlet hastanelerinde cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetlerinin durma noktasına gelmesi, ertesi gün hapı, doğum kontrol yöntemlerine ulaşımın gittikçe lüks haline gelmesi, kürtajın yasal hak olmasına rağmen kadınların fiiliyatta bu hakka erişemiyor olması tek adam iktidarının kadınların bedenleri üzerine kurmaya çalıştığı tahakkümün açık kanıtları. Kadınların cinselliğini istediği şekilde yaşama hakkına yaptığı saldırılar ile kendi politikasını da hayata geçirmesinin adımlarını atıyor.
Son olarak “4. Yargı Reformu Strateji Belgesi” esas alınarak hazırlanan Türk Ceza Kanunu’nda ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun teklif taslağı LGBTİ’lerin ve kadınların eşit ve özgür yaşam talebine bir saldırı daha olacak gibi görünüyor. Bu taslakta Türk Ceza Kanunu’nun “Hayasızca Hareketler” bölümüne “Doğuştan gelen biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırı tutum ve davranışta bulunmayı alenen teşvik eden, öven veya özendiren kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” ibaresi ekleniyor. İktidar cinsiyet eşitsizliğini derinleştirdiği her bir adımı ise “ailenin korunması” kisvesine dayandırıyor.
Devlet, aile içinde tacize uğrayan kız çocuğunu şiddete, tecavüze uğrayan kadınları korumuyor. Ancak boşanmalara arabuluculuk getirerek kadınların boşanabilmesinin önüne engel koyuyor kadınlara: “kutsal aile düzenimi devam ettireceksin” diyor.
Sadece 2024 yılında 394 kadın katledilmiş, 258 şüpheli kadın ölümü yaşanmışken, şiddete karşı koruma mekanizmaları etkin uygulanmıyor, verilen yargı kararları ile failler cezasızlıkla ödüllendiriliyor. Yargıtay Pınar Gültekin’i katleden Cemal Metin Avcı’nın “tasarlayarak ve canavarca hisle öldürme” suçundan değil, “niteliksiz kasten öldürme” suçundan haksız tahrik indirimi uygulanarak yargılanmasını istemişti. Bu kararla bir kez daha gördük ki verilen yargı kararları ile failler adeta cezasızlıkla ödüllendiriliyor! Aynı devlet aklı genç kadınların güvenli kampüs, demokratik ve laik eğitim talebini görmezden gelirken gençlerin gelecek kaygısı da günden güne büyüyor. Buna karşıysa kampüslerde kadınların adalet çığlığı atanmışları ve korudukları failleri titretiyor.
İşçi kadınlar maskelenmiş sömürüye karşı mücadelede!
Bugün kadınların ezilmesi sorununun içerisinden sınıf uzlaşmazlığı gibi başat bir unsur çıkarıldığında, kapitalizmin yeri gelip kabul etmeyeceği bir içerik yok. Kadınları yedek ucuz işgücü olarak gören, yeniden üretimin bütün yükünü her gün daha fazla kadınların sırtına yıkmanın peşindeki burjuvazinin iki yüzlülüğünü de yine bu tarihlerde görüyoruz 8 Mart günü Kiğılı, Boyner, Dardanel, Greyder, Ford Otosan gibi sermayedarların “eşit iş bölümü, kadın gücü, bize yakışan eşitlik” gibi etiketlerle 8 Mart’ı kutladığını görüyoruz. Ancak sermayenin 8 Mart’ı nasıl kutladığını reklamlarda değil; sokakta, direnişte, grevlerde kadınlara yapılan saldırılardan görüyoruz.
Agrobay’daki işçi kadınları kapı önüne koyan sermayenin girişimci kadın yıldızları da Polonez işçisi kadınların direnişine biber gazıyla gelen polis de Özak’ta işçi kadınların üzerine tazyikli suyla, copla gelen kolluk da aynı düzenin aparatları olarak mücadele eden ve hakkını isteyen kadınların karşısına her yerde devlet şiddeti olarak çıkıyor. Ancak sermaye iktidarının grev yasaklarına, baskı ve zor gücüne karşı bugün tekstil işçileri, Sunel Tütün işçileri, Temel Conta işçileri, Chinatool işçileri aynı işe verilen düşük ücretlere, hakların gasp edilmesine, kölece çalışmaya ve insanlık dışı yaşam koşullarına karşı ördükleri mücadeleyi 8 Mart’a giderken de sürdürmeye devam ediyor. İşçi ve emekçi kadınlar gücünü 8 Mart’ın tarihinden, Londralı kibritçi kadın işçilerinin grevinden, 1912 Ekmek ve Gül Grevi’nden, 1917’de Petrogradlı tekstil işçilerinin savaşa, yoksulluğa ve Çarlık rejimine karşı yürüyüşünden alıyor.
Kuşkusuz kadın mücadelesi çok yönlü bir mücadele. Çok temel ve eksik haklara dahi saldırılar, cezasızlık politikaları, kadın ve LGBTİ düşmanı yasa tasarıları gibi yaşamı dar edecek toptan saldırılara karşı bugün eşitlik ve özgürlük mücadelesinin en önünde kadınlar olmak zorunda. Ancak işçi ve emekçi kadınların taleplerinden ve örgütlülüğünden yoksun bir mücadele anlayışı yalnızca burjuva demokrasinin belli biçimlerde iyileşmesiyle sonuçlanır. Gerçek bir eşitlik ve özgürlük için üretim araçlarının toplumsallaşmasına doğru ilerleyen mücadele ancak proleter kadınların katılımıyla gerçekleşebilir. Üzerimize yıkılanlara karşı her gün mücadeleyle yazılan birikimimizi eşit, özgür, şiddetsiz bir hayatı kurmak için büyütüyoruz. Tarihimize, kadın dayanışmasının gücüne yaslanıyoruz. Savaşa karşı barış sözümüzü, sömürüye ve yoksulluğa karşı insanca yaşam talebimizi, şiddete karşı dayanışmamızı ve mücadelemizi örgütlemeye devam ediyoruz. Yaşasın 8 Mart!
Evrensel'i Takip Et