TÜSİAD: Siyaset sahnesinde büyük sermaye
TÜSİAD-AKP gerilimini bir tiyatrodan, “kuru gürültüden” ibaret değil. Ortada Şimşek programının geleceği, Türkiye kapitalizminin orta-uzun vadede belirsizlikleri vb. gibi bir sürü sorun var.

Kolaj ve düzenleme: Evrensel
Ender Şiar ARGIN
İstanbul
Marx, 1848 Fransasında Louis Bonaparte’ı iktidara getiren olayları, ünlü eseri 18 Brumaire’de incelemişti. Hükümet darbesiyle Fransa’nın birkaç on yılına damga vuran Bonaparte, ünlü yazar Victor Hugo’ya “duru gökte çakan bir şimşek gibi” görünüyordu. Oysa Marx’a göre Fransa’da süregiden sınıf savaşımının geldiği aşama, bir sonuçtan ibaretti. Marx “sıradan ve gülünç bir adamın kahraman rolü oynamasına izin veren koşulların” nasıl yaratıldığıyla ilgileniyordu. İşçi sınıfı, kahramanca giriştiği Haziran 48 ayaklanmasından yenilgiyle dönmüştü ve geçici olarak siyaset sahnesinin “arka planına” çekilmişti. Fransa’nın trajik imparatoru, egemen sınıflar arasındaki kapışma ve fraksiyon çatışmaları döneminin ürünüydü.
Bu uzun giriş TÜSİAD-AKP geriliminin son perdesi içindi. Çünkü 18 Brumaire’deki tarih okuması, en çok da güncel politik gelişmeler ve sınıflar mücadelesinin çetrefilli konularında bir “maymuncuk” işlevi görüyor. Geçtiğimiz haftalara TÜSİAD’ın iktidara yönelik “ağır” eleştirileri, TÜSİAD Başkanı Orhan Turhan ve YİK Başkanı Ömer Aras’ı ifade vermeye götüren soruşturma süreci, iktidar medyasının “vesayetçi özlem” manşetleri ve Erdoğan’ın “haddinizi bilin” çıkışı damgasını vurdu. Siyasal gerilimleri siyaset alanının görüntüleri üzerinden analiz etme alışkanlığı, bu gündemde de aceleci/kolaycı yaklaşımlarla uç verdi. TÜSİAD-AKP geriliminin nedenleri bu yazının sınırlarını aştığı için biz bu yaklaşımların gençlik içerisinde de karşılık bulan kimi yönleriyle yetineceğiz.
TÜSİAD’ın varlığı ülkemizin imajı açısından iyi mi?
Patronlar kulübünün iktidarın taarruzunu üstüne çeken bu çıkışını cesur bulan yorumlar, “muhalefetin ihtiyaç duyduğu can suyunun” TÜSİAD’dan geldiğini alelacele ilan ediverdi. Burada bir tür “kurumsallık” yanılgısı da kendini gösteriyor gibiydi. TÜSİAD’ın burjuvazinin eğitimli, seküler, demokratik kaygılara ve modern toplum değerlerine bağlı kesimi olarak AKP ve etrafındaki rantiyeci, asalak sermaye çevrelerinden daha “makul” olduğu, “yüksek teknoloji” ve “üretkenlik” gibi projeksiyonlarla memlekete daha hayırlı bir grubu temsil ettiği, dolayısıyla Erdoğan iktidarı karşısında savunulması gerektiğine dair çıkarım, muhalif gençlerde de hızlıca kabul gördü. Kimi kurumlara bu türden “ilerici” motivasyonlar atfeden yaklaşımları dünyanın en büyük savaş örgütü NATO’yu Batı demokrasisinin geleceği için çalışan bir “güvenlik kuruluşu”, Gazze’deki işgal-katliam pratiğini dünyanın gözü önünde sürdüren İsrail’i “Ortadoğu’nun tek seküler, demokratik devleti” diye parlatan tartışmalarda da görmüştük. İmaja cürmünden fazla ilgi gösteren bu yaklaşım, oldukça yanlış bir varsayıma dayanıyor. Politik bir yorum içermiyor ve neredeyse görüntü uğruna içeriği/bağlamı feda ediyor. Her 10 Kasım’da “duygusal” reklamlarıyla alkış alan şirketlerden biliyoruz, kurumsal görüntünün sınıfsal karakteri görünmez kılması tipik bir durum. Ancak mesele TÜSİAD olduğunda bu kurumsal görüntü bile tartışmalıdır.
TÜSİAD mensuplarının uluslararası kapitalizme entegrasyon düzeyi, finansal kaynaklar üzerindeki gücü, teknik-teknolojik üretim kapasitesi vb. itibariyle “Batı Avrupalı burjuva” görüntüsü bu yaklaşımlar için bir ölçüde anlaşılabilir. Ancak geleneksel burjuvazinin örgütü, hiç de yakışıklı bir sicile sahip değildir. Demokrasi, insan hakları, adalet vb. gündemler TÜSİAD’ın ilkeli olduğu konular da değildir. Hele Erdoğan iktidarına muhalefet kapasitesi, sakıncalı bir beklentidir.
Burjuvanın ilericiliği tarihin tozlu sayfalarında
TÜSİAD, 1971 yılında on iki sanayici ve Vehbi Koç’un fikri önderliğinde kurulduğu günden bu yana Türkiye siyasetinde belirleyici olmuş, kritik dönemeçlerde tayin edici rol oynamıştır. 1979’da gazete ilanlarıyla Ecevit hükümetinin düşmesine yol açan da 12 Eylül Darbesi’nin en büyük destekçileri de bu zenginler kulübüdür. Sabancı Holding’in çocuğu Turgut Özal, 12 Eylül darbesinin cebren uygulamaya koyduğu 24 Ocak kararlarının mimarıdır. Aynı Özal, 80’li yılların neoliberal dönüşümün de birinci dereceden icracısı olacaktır.
Yine Türkiye’nin karanlık 90’larında da siyasal süreçlerin belirleyici aktörüdür TÜSİAD. 28 Şubat sonrası yayınladığı raporuyla bir dönemin yol haritasını belirlemiş, devletin dönüşümü/yapılandırılması ihtiyacını ve burjuvazinin acil sınıfsal çıkarlarını yeni nesil İslamcılarda bulmuştur. AKP, TÜSİAD’a sunduğu program ve büyük sermayenin onayıyla iktidara yürüyecek, “prime” döneminin en belirgin ittifak gücü yine TÜSİAD mensupları olacaktır. AKP büyük kamu varlıklarını özelleştiren cüretkâr adımlar atarken Petkim ve Tüpraş’ı Koç, Petrol Ofisi’ni Doğan, enerji dağıtım ihalelerini Sabancı kapmıştır. Cem Boyner, Güler Sabancı gibileri gazete manşetlerinde sırayla AKP’nin güzelliklerini anlatırlar. 2002 seçimini “ikinci Özal treni” diye karşılayan Sabancı ailesi 2007 seçim sonuçlarını da “AKP artık merkezin partisi” diye karşılayacaktır. 2007’de sıkışan AKP’nin yolunu erken seçim çağrısıyla düzleyen de TÜSİAD’dan başkası değildir.
“Yanlıştan dönülmez mi?” diye sorulabilir. Ancak mevzubahis birkaç seçimde AKP’ye oy verdiği için pişmanlık yaşayan “sade vatandaş” değil TÜSİAD’dır. Üstelik sicil sadece AKP’nin prime dönemine de ait değildir. Şimdilerde TÜSİAD’ın itiraz ettiği varsayılan “otoriterliğin” dönüm noktası başkanlık sistemi, 2018’de YİK Başkanı Özilhan tarafından TÜSİAD Genel Kurulu’nda sofistike biçimde temellendirilecektir. Özilhan “liberal demokrasi” beklentilerinin boşa düştüğünü, “güçlü liderler dönemi” ile uyum ihtiyacını öne sürecektir. Aynı Özilhan 2019’daki AKP-TÜSİAD geriliminde başı çekecektir. Yine 2023 seçimleri sonrası göreve gelen Mehmet Şimşek, ilk desteğini TÜSİAD’dan alacaktır. Yani ortada tutarlı, ilkeli bir siyasi pozisyon yoktur. TÜSİAD’ın AKP ile ters düştüğü, gerildiği dönemler, sermaye birikim süreçleri ve ekonomi politikalarına yönelik büyük sermayenin kaygılarının ağır bastığı süreçlerdir.
Öyleyse Marx’a dönelim; ne TÜSİAD’ın eleştirileri ne de iktidarın sert cevabı “duru gökte çakan şimşek” değildir. Elbette TÜSİAD-AKP gerilimini bir tiyatrodan, “kuru gürültüden” ibaret değil. Ortada Şimşek programının geleceği, Türkiye kapitalizminin orta-uzun vadede belirsizlikleri, rant dağıtım mekanizmalarındaki gerilimler, rakip sermaye fraksiyonları arasındaki hegemonya mücadelesi, TMSF’ye mülkiyet hakkına dokunabilecek yetkiler veren yasal düzenlemeler vb. yeni eski bir dizi sorun vardır. Kapışma sürecek mi yeni bir uzlaşma tesis edilecek mi, göreceğiz.
Son söz; burjuvazinin ilericiliği, tarihin tozlu sayfalarında kalmıştır. 19. yüzyılın büyük toplumsal dönüşümleri dışında ne burjuvazi ilericidir ne de sermaye örgütlerinin imajı parlaktır. 20. ve 21. yüzyılda yapılmış ne kadar demokratik ilerleme, reform varsa ezilen sınıfların mücadelesinin eseridir. Sermayenin ilerici rol oynadığı tarih perdesi çoktan kapanmıştır.
Evrensel'i Takip Et