6 Mart 2025 22:25

Cezasızlığa karşı safları sıklaştıralım!

İçinde bulunduğumuz yıla ise adına “aile yılı” denilerek LGBTİ’lerin ve kadınların toplumsal rollere sınırlanmasıyla, iktidarın işgücünü yeniden üretme çabasını görebiliyoruz.

Cezasızlığa karşı safları sıklaştıralım!

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Hacettepe Üniversitesi

HÜKÇAT’tan Zeynep ve Cemre

8 Mart’a yaklaşırken sokaklar, evler, yaşam alanları kadınlar için gittikçe daha da güvensiz bir duruma geliyor. Ülke genelinde giderek artış gösteren kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet, sistematik bir korku ikliminin varlığına işaret ediyor. En yeni örneğini Pınar Gültekin davasında faile haksız tahrik indirimi verilmesiyle gördüğümüz cezasızlık politikaları, kadınlar ve tüm dezavantajlı grupların haklarına yönelik saldırıları adeta ödüllendirerek toplumsal eşitsizliği derinleştiriyor.

Aile yılı adı altında baskı politikaları

Bunun en güncel yansımalarından biri de "aile yılı" kapsamında gündeme getirilen yasa tasarısı. Ceza Kanunu’na eklenmesi tartışılan “biyolojik cinsiyet” ifadesine bakılırsa LGBTİ’lerin giyimine, bedenine hatta varoluşuna alenen savaş açıldığını söylemek yerinde olacaktır. Yasa tasarısındaki maddelerin ucunun açık olması, bizlere sadece lubunyaların değil; kadınların ve belki erkeklerin de, yani belirli normlara uymayan herkesin, bu baskı ve yaptırımlardan etkileneceğini gösteriyor. Bu noktada bütün bunların iktidarın salt bireylere yönelik nefretinden kaynaklanmadığını da görmek gerek. İktidar neden bireylerin belli rollere uymak zorunda olduğu bir toplumsal cinsiyet algısının inşasında bu kadar ısrarcı?

İktidar, ortada çözülmesi gereken binbir türlü sorun varken, kadınların nasıl doğurması gerektiği hakkında naralar atarak bir önceki yılı kapattı. İçinde bulunduğumuz yılın ise adına “aile yılı” denilerek LGBTİ’lerin ve kadınların toplumsal rollere sınırlanıp baskılamaya devam edilmesiyle anlaşılıyor ki, işgücünü yeniden üretemediğimiz takdirde hepimiz hedef tahtasındayız. Doğurganlık doğrultusunda kapitalizme “çalışacak insan” üreten, bir yanıyla da esnek çalışma koşullarında düşük ücret karşılığında çalışmaya mecbur bırakılan biz kadınlar, iktidarın en kolay kazanç sağladığı kesimlerden biriyiz. Bu nedenle elbette ki çeşitli politikalar ile bu amaca hizmet eden, katkı sağlayan ilişkilenme biçimleri, cinsiyet kimlikleri teşvik edilip bunun dışında kalanlar baskılanacaktır.

Kampüsler de azade değil

Ülkenin içinde bulunduğu bu çeşitli baskı politikalarından üniversiteler de azade değil. Bugün Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelerde hem belirli kampüslerde özelleşen hem ortak bazı sorunlar baş gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde yapılan Boğaziçi eylemlerinde de bunu görme fırsatımız oldu. Sermaye kampüslerine girmesin diye direnen ve açıklama yapan toplulukların etkinlikleri yasaklanmıştı. Öğrencileri pasifize etmeye çalışan üniversite yönetimleri sadece Boğaziçi’ne özel değil, bizler de türlü etkinlik yasakları ve kuir toplulukların kapatılmasıyla bunları Hacettepe’de deneyimlemiştik. Bu yüzdendir ki bizi bir araya gelmekten alıkoymaya çalışanlara karşı mücadelemiz bir olmalı.

Diğer bir yandan ülkede ve kampüslerde böylesine bir baskı iklimi hakimken 8 Mart’a nasıl gireceğimizi de konuşmak gerek. İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede hukuksuzca çıkanlar bizi bu karanlığa bile isteye mahkûm ediyorlar. Kadınların, kuirlerin, öğrencilerin dört bir taraftan yasaklarla ve dayatmalarla boğuştuğu bir toplamda taleplerimizi daha da sesli haykırmamız gerek. En başta okul toplulukları olmak üzere bir araya gelebileceğimiz alanları savunmalıyız. Daha sonra, parçası olup olmamamızdan bağımsız olarak, haklarına ket vurulan herkesin sesi olmamız, en açık hedef halindeki kuir bireyler ve kadınların mücadelesini birbirinden bağımsız görmememiz gerekli. Bu baskı politikalarına karşı bizler; kampüslerimizde, sokaklarda ve hayatın her alanında dayanışmalıyız.

Bu örgütlü kötülük karşısında birbirimiz için, en temel haklarımız için, yaşamak ve yaşatmak için mücadelemizi büyütmeliyiz. Tarihiyle var olan 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü yalnızca bir anma ya da kutlama günü değil. Bu gidişata karşı itirazımızı yükseltmek; yaşamak ve yaşatmak için sokakları, kampüsleri ve meydanları doldurma günüdür. Bizi bu karanlıktan ancak kendimiz çıkaracağız diyoruz ve kurtuluşu uzakta aramıyoruz. Tüm kadınları topyekûn dayanışmaya çağırıyoruz.

Evrensel'i Takip Et