Çevre felaketi bireysel biçimde önlenebilir mi?
Karbon salınımının esas kaynağı; üretim sürecinde kontrolsüzce kâr elde eden ve gezegenin kaynaklarını talan eden şirketler, onlar için dizayn edilmiş sistem, kapitalizmdir.

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Cevat BARAN
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Eskişehir’de Cengiz Holding’e bağlı Eti Bakır A.Ş. “Alpagut-Atalan Altın Gümüş Maden Ocağı ve Zenginleştirme Tesisi” ismini verdiği maden projesini devlet aygıtını da arkasına alarak hayata geçirmeye çalışıyor. Atalan’da yaşayan köylüler, bir Erzincan İliç daha yaşanmasın diye, maden ocağı kurulmasın diye direniyor. Tüm bunlar olurken, burjuvazi sürekli olarak sorumluluğun bireylerin omuzlarına yüklenmesini istiyor. Biz, emeğiyle geçinen insanlar, tek bir kararıyla milyarlarca insanı etkileyen sermaye sahiplerinden daha mı sorumluyuz? Kapitalist sistemin doymak bilmez kâr hırsıyla gezegeni talan ettiği açıkça ortadayken bizleri bencil bireyler olarak gösterme çabalarına sessiz mi kalmalıyız?
Karbon ayak izi: Manipülasyon aracı
Karbon ayak izi, bireylerin ve kurumların atmosfere saldığı sera gazlarının miktarını bilimsel olarak ölçmeyi ifade eder. Fakat bu kavramın kimler tarafından ve ne amaçla ortaya atıldığına baktığımızda, karşımıza şaşırtıcı bir gerçek çıkıyor. “Karbon ayak izi” kavramını 2005 yılında “Senin karbon ayak izin kaç?” isimli reklam kampanyasıyla dünyaya tanıtan British Petroleum (BP) adında bir petrol şirketiydi! Petrol ve doğal gazdan elde ettiği kârı maksimize eden bu şirket, bireylerin karbon ayak izlerini hesaplayarak kendilerini “sorumlu” hissetmelerini sağladı. Kendisinden sorumluluğu atan BP, bir yılda ortalama bir Türkiye vatandaşından 63 milyon kat fazla “karbon ayak izi” bırakıyor.
Bazı çevre tartışmaları, karbon salınımının farklı ülkeler arasındaki farka odaklanarak konuyu bir “kültür savaşı” gibi sunuyor. Almanya ve Türkiye arasındaki karbon emisyon farkına bakıp “Batı daha fazla kirletiyor” demek, sermaye sahiplerinin sorumluluğunu gizlemekten başka bir şey değildir. Gerçekte, karbon salınımının esas kaynağı, üretim sürecinde kontrolsüzce kâr elde eden ve gezegenin kaynaklarını talan eden şirketlerdir. Toplam karbon emisyon değerlerinin nüfusa bölünmesiyle elde edilen “kişi başına düşen karbon ayak izi” hesaplaması, sermayenin gerçek sorumluluğunu gizleyen bir manipülasyondur.
Yeşil kapitalizm: Yeni bir sömürü mekanizması
Gelişmiş kapitalist ülkeler, gelişmekte olan ülkelere “çevreci” krediler açarak onlara yeşil enerjiye geçme baskısı yapıyor. Ancak bu kredilerle birlikte gelen teknoloji ithal etme zorunluluğu, gelişmekte olan ülkeleri daha da borç batağına sürüklüyor. Elektrikli arabalar ve “yeşil” ürünlerle yaratılan yeni pazar, aslında kapitalizmin kâr maksimizasyonu stratejisinden başka bir şey değildir. Gerçek bir çevreci hareket, bu manipülasyonları görmezden gelemez.
Kapitalizmin doğası minimum maliyetle maksimum kâr elde etmek üzerine kurulu olduğundan çevre dostu bir kapitalizm mümkün değildir. Büyük şirketlerin ve devletlerin çevreci politikalarının amacı, gerçek bir dönüşüm sağlamaktan çok, toplumsal muhalefeti bastırmak ve yeşil ekonomi aracılığıyla yeni sömürü alanları yaratmaktır. Veganlığı ve “yeşil” tüketim alışkanlıklarını kutsayıp insanlardan ahlaki duruş bekleyen liberal çevreci hareketler, sistemsel sorunun üzerini örtmekten başka bir işlev görmemektedir. Sadece veganlıkla, yani bireysel bir mücadele yöntemiyle sistemsel bir sorunun çözülebileceği fikri gerçekçi değildir.
Çevre krizinin gerçek çözümü, bireysel farkındalık yaratmak ya da “yeşil” tüketim alışkanlıklarını benimsemek değil, kapitalizme karşı kolektif mücadele vermektir. Üretimin kâr maksimizasyonu ve artı değer üretimine dayalı olmadığı -toplum ve doğa sağlığını önceleyen- planlı bir üretimde çevre tahribatı yaşanmaz. Asıl çözümü ancak bireysel önlemlerin karşısında kolektif bir üretim ve tüketim planlanmasıyla ve bilimin tekniğinin insan ve doğa için kullanılmasıyla sağlayabiliriz.
Evrensel'i Takip Et