8 Mart 2025 09:49

Iraz Gökçe Zeytinli: Haksızlıklarla, şişirilmiş benliklerle derdim var

Cenk Kolçak
cenkkolcak@hotmail.com

Yazar ve senarist Iraz Gökçe Zeytinli’nin ilk romanı “Üç Kadın Bir İstanbul”, Potkal Kitap Yayınları tarafından geçtiğimiz Kasım ayında yayımlandı.

Yolları İstanbul’da kesişen üç farklı kadının yaşamına tanık olduğumuz “Üç Kadın Bir İstanbul”, bir ilk eser olarak iyi çalışılmış ve hataya pek yer vermeyen bir metinle birlikte özgün ve şaşırtıcı kurgularla ilerleyen üç farklı hikayenin kesişimi. Üçü de İstanbul’da hayat süren fakat geçmişleriyle birlikte kente bambaşka şehirler, diller ve dinler getiren kadınların hikayeleri. “Üç Kadın Bir İstanbul” romanını Iraz Gökçe Zeytinli ile Evrensel okurları için konuştuk.

“Üç Kadın Bir İstanbul”un çalışma ve hazırlık sürecinden biraz bahsedebilir miyiz? İlk satırları yazmaya hazırlanırken teknik anlamda heybenizde olanlar ve yolda öğrendikleriniz nelerdi?

Aslına bakarsanız hazırlık sürecim neredeyse üç sene evveline dayanıyor. O vakitler öğrencisi olduğum özel bir senaryo yazım okulunda edindiklerim, bilhassa pratik yapmak adına yazdığım sinopsisler, fikir ve kurgu manasında oldukça işimi kolaylaştırdı diyebilirim. Örneğin kitabımdaki ilk hikaye olan “Vicdan ve Tereddütler Üstüne”, esasında her şeyi ile bitmiş bir senaryo taslağıdır. Elbette edebiyata uyarlarken birtakım değişiklikler yaptım. Kitabın ruhuna eşlik eder hale getirdim. Aynı şekilde Asiye ve Yaren’in hikayeleri de sinopsis denemelerimden yola çıkarak yazdığım metinler. Bu bağlamda, kısa öykülerim hariç, yazım öncesi çatı oluşturma alışkanlığı elde ettim diyebilirim. Ara metinlerse tabii ki sizi bambaşka yollara sürükleyebiliyor. O da işin en keyifli kısımlarından zaten.

‘Bilmediğinizden ürkersiniz, tanıyınca değişir’

Seçtiğiniz karakterler ve hikayeleri politik bir tavır olarak değerlendiriyorum. Fakat aslını sizden duyalım isterim. Hayatta her şeyi istediği gibi giden ve geçmişinde büyük travmalar barındırmayan bir X kişisinin yaşamı yerine neden dezavantajlı gruplar denilebilecek karakterleri yazmak istediniz? Kitabın ana karakterleri olan kadınların hikayelerini nasıl anlatılmaya değer buldunuz? Doğrusu, sizi bu romanı yazmaya iten koşullardan biraz bahsedebilir misiniz?

Öncelikle bu sorunun tek bir yanıtı yok. Kişisel gelişim süreçlerimize baktığımızda yaşadığımız acı ve travmaların ne denli öğretici, dönüştürücü olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Yazdığım hikayelerin hepsinde, ana karakterlerin girdiği çatışmalar, verdikleri veremedikleri kararlar ve dönüşümlerine şahitlik ediyoruz. Aynı zamanda da okuyucuları az bildikleri veya hiç bilmedikleri dünyalara, tercihlere ve inanç sitemlerine götürmek istedim. Haberlere konu olan ve bizlerin çok vakit dinleyip, okuyup geçtiğimiz o insanların aslında nelerle boğuştuklarını anlamalarını arzu ettim. Tercihleri üzerinden hor görülen hatta öldürülen, fiziksel şiddete maruz kalan fakat susan kadınlara, haksızlığa uğrayan insanlara bir parça bile olsa, ses olmak istedim aslında. Son olarak da benim çocukluğumdan beri ‘öteki’ olarak görülen her şeye, her duruma merakım ve sevgim var. Lisede de mesela dışlanan, alay edilen arkadaşlarımı savunurdum hep, onların yanında olmaya gayret ederdim. Soğukkanlı hayvanlara olan büyük aşkım da bu nedenledir. Görünenin, kalıplarla öğretilenin altını kazımak. Anlamaya çalışmak. Nihayetinde öğrenmek. Bilmediğinizden ürkersiniz çünkü. Tanıyınca değişir durum.

“Üç Kadın Bir İstanbul” tüm kişileri, travmaları, direnişleri ve hikayeleriyle İstanbul’dan ziyade bir Türkiye panoraması mıdır sizce?

Muhakkak öyle. İstanbul ülkemizin mozaiği zaten. Dünyada çok az şehre nasip olan kültür, etnisite ve dini çeşitlilik İstanbul’da mevcut. Türkiye için de genele baktığımızda, her bir ilinden, acısıyla tatlısıyla bambaşka hikayelerin fışkırdığı muazzam bir coğrafya ile karşılaşıyoruz.

‘Anlatmadan, aktarmadan duramayanlardanım’

Üç kadının hikayesi ve hatta hikayelere dahil olan yan karakterlerin de kendi yaşam öykülerinin arkasında mutlaka erk egemen bir dünya, eril tahakküm gerçeği ve siyasi ya da sosyolojik gerilimler ve eksiklikler yer alıyor. Siz bir okur ve yazar olarak edebiyatın trajik ve travmatik olayların tanıklığını yaparken yüklendiği sorumluluğu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şahsım adına bir borç olarak görüyorum. Senaryo okulundaki sevgili hocam Dursun Gültekin hep şunu söylerdi bize; “senarist adamın bir derdi olur.” Ben de empat karakterim ve dünyayı, toplumsal tüm olguları izleme şeklim gereği bunları anlatmadan, aktarmadan duramayanlardanım. Benim tüm haksızlıklarla, eşitsizliklerle, politik hatalar ve şişirilmiş benliklerle bir derdim var.

Kendinizi, “Üç Kadın Bir İstanbul”un içerisindeki karakterlerden en çok hangisine yakın hissediyorsunuz?

Esasen hepsinde birer parçam var. Bazın’ın vicdanında ve aldığı kararların sonuçlarını tartarken, sevdiklerine öncelik vermesinde varım. Asiye’nin kendini anlayacak insanlarla beraber inşa ettiği “yalnızlığında” varım. Hayvan sevgisinde keza. Ve Yaren’in de inadında. Karakterlerim benim mozaiğim aslında.

Son olarak, güzel bahçelerdeki bin bir farklı çiçekle ne yapılabileceğini bilenler bir şekilde daha umutlu diyelim, ancak o çiçeklerle ne yapılabileceğini bilmeyenler ya da hiç haberi dahi olmayanlar o çiçeklerden?

Maalesef coğrafyanın kader olduğu gerçeğine götürüyor bu soru beni biraz da. Hatalı yönetim biçimleri ve gücü korumak adına bilhassa cahil bırakılan topluluklara. Ve yine bu cehalet üzerinden yönlendirilen insanlar geliyor aklıma ki “Vicdan ve Tereddütler Üstüne” tam da bunu anlatıyor aslında. Lakin tüm o yaşanan ve yaşanamayanların yanında, benim uyanışa dair umudum var. Mesele, haklılığını doğru biçimde anlatabilmek ve insanlara ulaşmanın yolunu bulmak. Şahsım adına ben yolumu edebiyatta buldum, kalemim ne kadar çok kişiye ışık tutarsa, o denli mutlu ve umutlu olacağım.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

300 bin işçinin fazla mesaisine çöktüler

300 bin işçinin fazla mesaisine çöktüler

Müteahhide milyarlarca lira aktaran, sermayenin trilyonlarca liralık vergisini bir kalemde silen, gereksiz harcamalarını kısmayan iktidar, kamuda ‘tasarrufu’ alın terinden yapıyor. Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde çalışan işçilerin fazla mesai ücretleri ve ikramiyeleri “Ödenek yok” denilerek ödenmiyor.

‘Garanti’ adı altında, yıl içinde 45 müteahhide 225 milyar lira ödenecek.

Muafiyet, istisna ve indirim yoluyla patronların 2 trilyon liralık vergisi silinecek.

‘Çerez parası’ denilen taşıt kiralama bedeli 10 milyar lirayı aşacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
İSİG Meclisi: 2024'te 71 çocuk çalışma koşullarının kurbanı oldu.

Evrensel'i Takip Et