‘Kongreler akademide bireyselleşmenin önüne geçme potansiyeline sahip’
ODTÜ’de MOTUS ve TSBD’nin düzenlediği “Genç Sosyal Bilimciler TSBD ile Buluşuyor” başlıklı bir panelde, akademide yalnızlaştırma ve bireyselleşmeye karşı bilim emekçilerinin dayanışması konuşuldu.

Fotoğraf: Evrensel
Ankara — ODTÜ’de MOTUS Lisansüstü Araştırmalar Grubu ve Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin (TSBD) çağrısıyla “Genç Sosyal Bilimciler TSBD ile Buluşuyor” başlıklı bir panel düzenlendi.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Araştırma Görevlisi Ekin Bal, Sosyal Bilimler Kongresi başta olmak üzere, kongrelerin akademide yalnızlaştırmanın ve bireyselleşmenin önüne geçebilme potansiyeline ve bilim emekçileri arasındaki dayanışmayı güçlendireceğini ifade etti.
Akademide yalnızlaştırılmış emekçiler, toplumsal bilgiyi nasıl üretebilir?
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Araştırma Görevlisi ve aynı zamanda MOTUS üyesi Ekin Bal, kongrenin örgütlenme sürecine nasıl dahil olabiliriz sorusu ile sözlerine başladı ve konuşması sırasında kongreye giden süreçte genç lisansüstü öğrenciler açısından pasif katılımcı olmaktan öte, sunum ve bildiri özetleri göndererek kongrenin parçası olmanın önemini vurguladı. Bal, sosyal bilimcinin kim olduğu ve ne yaptığı meselesine dikkat çekerken, toplumun nasıl işlediği sorusunun sosyal bilimler açısından ana odak olduğunu, dolayısıyla bilgi üretiminin sınıflardan bağımsız olarak değerlendirilemeyeceğini söyledi.
Konuşmasının devamında, bilgi üretimi denildiğinde akla direkt olarak akademinin geldiğini; ancak, bilgi üretiminin aynı zamanda, sivil toplum kuruluşları, uluslararası kurumlar ve kamu kurumları tarafından politika yapımı ile gerçekleştiğini ifade eden Bal, bu örnekten yola çıkarak bilginin kimi zaman toplum yararına, kimi zaman ise egemen sınıfların yararına üretildiğini dikkat çekti.
Egemen sınıfların yararına karşı, alternatif yolların arayışında olan sosyal bilimcilere ve üretimlerine dikkat çeken Bal, Sosyal bilimleri nasıl yorumladığımızın, kendimize biçtiğimiz rolü de şekillendirdiğini vurgularken, önümüzdeki dönemde Türkiye akademisini iki farklı yolun beklediğini dile getirdi: birincisi, yayın puanı yarışında sürekli performans sergileyen akademisyen profili; ikinci yol ise, toplumsal meseleleri dert edinip bu sorunlar karşısında nasıl bir duruş sergileyeceğini sorgulayan akademisyen profili. Bir araya gelişleri güçlendirmenin gerekliliğini ifade eden Bal, Sosyal Bilimler Kongresi başta olmak üzere, bu gibi kongrelerin akademide yalnızlaştırmanın ve bireyselleşmenin önüne geçebilme potansiyeline ve bilim emekçileri arasındaki dayanışmayı güçlendireceğini ifade etti.
TSBD’nin tarihselliği ve akademinin dönüşümleri
ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi emekli öğretim üyesi ve TSBD Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Galip Yalman ise 12 Eylül’ün hemen öncesinde fakültede çalışmaya başladığını ve 12 Eylül sonrasında üniversiteden çok fazla istifa yaşandığını belirtti. Bu dönemle birlikte, özel sektörün Türkiye’de hızla geliştiğini vurgulayan Yalman, birçok araştırma kuruluş ve merkezinin kurulduğunu ifade etti. Yalman, sosyal bilimcinin üniversite dışında faaliyet göstereceği alanlar artıyor gibi görünse de özgür ve bilimsel üretim olanaklarının zayıfladığını vurgularken, bu ortamda TSBD’nin önemli bir yerde konumlandığını ifade etti. Geçmişte, öğrencilerin farklı fakülte ve bölümlerden ders alma imkanlarının daha geniş olmasının, disiplinler arası tartışma ortamını güçlendirdiğini söyledi. Bugünün ortamında ise, çeşitli dernekler ve pek çok kongre seçeneği varken, TSBD’nin diğer kurum kuruluşlardan, farklı disiplinlerin üretimine alan açması ve özgür tartışma ortamına açık olması ile ayrıldığını belirtti.
Yalman, kongrenin tarihsel sürecinden bahsederken, siyaset bilimi, tarih, uluslararası ve sosyoloji gibi alanların ağırlıkta olduğunu, ancak klinik psikoloji, sosyal psikoloji, iletişim ve edebiyat gibi alanlarda da oturumlar gerçekleştiğini söyledi. Sosyal Bilimler Kongresi’nin ve yine TSBD tarafından düzenlenen Genç Sosyal Bilimciler Ödülleri’nin farklı kuşakları bir araya getirme işlevi de olduğundan bahsetti, bu sayede ülkenin farklı yerlerindeki akademisyenlerin birbirlerinin çalışma alanlarını görme fırsatı yarattığını vurguladı.
Son dönemde yaşanan işçi eylemliliklerini, sosyal bilimcilerin nasıl ele alması gerektiğine dair gelen soruyu ise Yalman, “Sizin gibi onlarcasının burada bulunmasının da bir anlamı şu. Bu işi sadece tez yazmaktan, işinize gidip gelmekten ibaret görmediğinizi gösteriyor. Çayırhan'da işçiler kendini madene kapatıyor, metal işçilerinin yasağı tanımayıp greve gittiği bir durum söz konusu oluyor. Özellikle son bir iki yılda irili ufaklı şeyler var ama toplumsal sıçrama yaratacak bir değişimi henüz göremiyoruz” şeklinde yanıtladı.
Burada, sosyal bilimcinin bu farkındalığın nasıl yakaladığının ve onu geniş çevrelerle nasıl paylaştığının önemini vurgulayan Yalman, Tekel Direnişi sırasında ODTÜ’den yapılan ziyaretin müthiş bir farkındalık yarattığını ifade etti. Aylin Topal ile birlikte, konuya ilişkin yaptıkları saha çalışmasının ardından, birlikte makale ürettiklerinden de bahsederken, o dönem farklı bir hava estiğini; ilerleyen zamanlarda ise bu hareketliliğin sönümlendiğinden söz etti. Yalman, “Bu direnişlerin ne bıraktığı meselesi çok önemli olmakla birlikte, onun kalıcılığı ve başkaları ile olan ilişkisi çok önem kazanıyor” sözlerinin ardından sosyal bilimcinin sahaya çıkarak bu gözlemleri edinmesinin önemini vurgulayarak konuşmasını sonlandırdı. (Evrensel)
Evrensel'i Takip Et