Bir bataklığa düşerseniz nasıl kurtulursunuz?
Ilgın ŞAHİN ve Asya UZUN
ODTÜ
Tutuklamalar, sansürler, derslere giren imamlar, aile yılı, kadın cinayetleri, savaşlar, soykırımlar…. Telefonu açtığımızda, bir gazeteye göz attığımızda beynimizin dört bir yanını kaplayan tüm bu vahşetten ve “umutsuz” tablodan bakmayarak ve düşünmeyerek uzaklaşmak çok kolay değil mi? Çünkü zaten gözümüzü kaçırdığımızda baktığımız yerlerde bunlar yok. Hayatı en kolay gelen haliyle bile yaşamak yeterince zor gelirken başkasının derdiyle ya da değiştiremeyeceğimiz, bizden büyük sorunlarla kendimizi hırpalamanın nasıl bir faydası olabilir ki bize?
“Karda donmak üzeresin” ve uyumak bir seçenek değil
Oysaki hayatın “en kolay” gelen halinin bile bu kadar zor gelmesine sebep olan, bizi sürekli hayatın gerçeklerinden kaçmaya iten tüm bu sorunları oluşturan sistemin kendisi. Hayatımızın her yerine nüfuz etmiş, dört bir yandan sarmalamış bu sömürü düzeni; yemekhanede sıra mı beklemeli, bursumun yarısını öğle yemeğine mi vermeli ikileminde temel ihtiyaçlarımızı bile bize zindan eden, emeğimizin karşılığına asla tekabül etmeyen bir ücret için çalışabileceğimiz bir alan açıldığında bizi sevindiren, sanatından müziğine ilgilenmeye kalktığımız her alanda önümüze tüm taşlarını dizip bizlere odamızda reels kaydırmak dışında eğlence alanı bırakmayan koskoca bir bataklık. Bataklıktan kaçmaya çalıştıkça daha da batmaktan başka bir şansımız kalmıyor.
Issız Adam filminde geçtiği gibi, “karda donmak üzeresin, uyumak tatlı geliyor ama sen öldüğünün farkında değilsin.” Yani biz, haberlerde başka insanların soğukta donduğunu, battıklarını her gördüğümüzde, onların bataklığından kendimizi her uzaklaştırdığımızda esasen aynı bataklığın içinde olduğumuzun reddiyle kendimizden kaçıyoruz, daha da batıyoruz ve günün sonunda ne silah susuyor ne de karnımız doyuyor. Bunu gördüğümüzde artık başka seçeneğimiz kalmıyor, yüzleşmemiz gerekiyor. Yüzleşmenin kendisi de değiştirmekten geçiyor.
Yaşamın kendisini üreten ve yeniden üreten bizler, tam da bu sebepten hayatı değiştirmek için gereken gücü elimizde tutuyoruz. Hayatımızı, bize gerçekleşen, bizden bağımsız kurgulanan, bizim sadece içinde akıp gittiğimiz bir şey olarak görüyor olabiliriz, sonuçta şimdiye kadar kaç kez hepimizi etkileyen durumlar hakkında biz karar aldık? Doğduğumuz andan itibaren kimse bize sormamışken, sürekli olarak ne gücümüz ne de söz hakkımız olduğu bize anlatılmışken, medyasından hukukuna hayatın her alanında bu yeniden ve yeniden yüzümüze çarpılmışken nasıl bataklıktan çıkılabileceğini, hatta bunu bizim sağlayabileceğimizi düşünebilelim? Bataklıktan bir şekilde çıkılır: dışarıdan biri elinden tutar ve seni çeker. Ve açık olalım, kimse bizim hayatımızı kendiliğinden bizim elimize vermeyecek. Tam tersine, dışarıdakiler bizi sürekli içeri itmekte ve bu yüzden sabit dursak bile batmaya devam edeceğiz. Yani düşünsel olarak konfor alanımıza kaçmaya devam ettikçe, sadece yerimizde durduğumuzu düşünsek de bizi batıranların tam olarak bizden istediği şeyi yapıyoruz ve sonucunda kendimizi her geçen gün o bataklığa daha da batıranların bir parçası oluyoruz.
Sisteme bataklık diyoruz, şimdi bu metafora dönüp bir bakalım çünkü ilginçtir ki soru bu aslında fiziksel dünyada da karşılığı olan bir durum. Bataklıktan gerçek anlamıyla kurtulmanın tek yolu, elimizdeki tek seçenek bataklığın kendisini yok etmek. Neden mi?
Tekil çırpınışlar değil organize hareket
Bir bataklığa düşerseniz bireysel çırpınış, su ve çamurun yoğunluğunu artırarak daha hızlı batmana neden olur. Ancak eş zamanlı ve senkronize hareket bataklığın dinamiğini değiştirebilir. Eğer herkes aynı anda, belirli bir ritim ve yönle hareket ederse, bataklığın yüzeyinde dalgalar oluşturulabilir. Bu dalgalar da çamurun viskozitesini azaltarak yüzeye çıkmayı kolaylaştırabilir. Yani sizi kendi içinde çeken bu madde içinde belirli bir frekansta ve uyumlu hareket etmek, sıvının akışkanlığını değiştirebilir ve kütlelerin yüzeye çıkmasına yardımcı olabilir. Ayrıca, kolektif hareket, ağırlığı da dağıtarak bireysel batmayı engeller. Özetle, tekil çırpınışlar bizi daha çok batırırken, eş zamanlı, organize ve bilinçli hareket, sistemi destabilize edebilir ve çıkış yolları yaratabilir.
İşte böyle, bataklığın içindeyken onu yok etmek imkansıza yakın gözükse de bugün içinde yaşadığımız kapitalist sistemde batmaktan bahsettiğimizde kurtuluşun mümkün olduğunu biliyoruz, bunu da bize hem tarihin kendisi hem de kendi mücadele birikimlerimiz gösteriyor. Tarihte değişemeyeceği söylenen her sistemin değiştiğini bildiğimiz gibi, bu sistemin de değişebileceğini biliyoruz. Bu yöndeki her deneyim, mücadelemize bir tuğla daha ekliyor ve bir sonrakinin daha başarılı olması için yapmamız gerekenleri bize gösteriyor. Bizi bireysel debelenmelere mahkûm edildiğimize inandıran sistemin karşısında grevlerimiz, eylemlerimiz, bir araya gelip hakkımızı çeşitli şekillerde talep etmemiz sadece küçük talep arayışları olarak değil, aslında sistemin kendisini sarsma gücü olan birliktelikler olarak da karşımıza çıkıyor. Bir araya geldiğimizde neler yapabileceğimizi en küçük örneğinden de olsa görmek, bataklığı yok edebilecek gücü de elimizde tuttuğumuzu bize anlatıyor. Sonuçta ODTÜ İktisat bölümünde kendilerine sorulmadan kaldırılan irregular dersleri geri getirten gençlik ile Sırbistan’da başbakan deviren gençliğin başarısı, sadece karşısında durdukları şeyde değil onun karşısında nasıl durduklarında da ortaklaşıyor: talepleri üzerinden bir araya gelmek, onları edinmek adına beraber kararlar almak ve bu birliktelikle beraber örgütlü bir güç haline gelmek, kazanımlarını da bunların sonunda edinmek, yani hayatın içinde ve hayatı değiştirmek üzere pozisyon almış olmak.
Bu sömürü çarkının her dişine karşı olan hareket çarkı sarsarken, çarkın kendisine yöneltildiği noktada gücüne güç katıyor. Gençlik olarak bizim mücadelemizin kendisi de işçi sınıfının safında, kapitalizmin karşısında olacak şekilde örüldüğünde bataklığı kökünden yok edebilecek bir mücadele haline geliyor. Batmak gibi bir seçeneğimiz de olmadığı için, bu mücadele bizim için nefes almak kadar bir zorunluluk.
Yani düşünmemek, harekete geçmemek gibi bir şey yok. Kendi kendine rahat bir yaşam, hayattan uzak bir konfor alanı gerçekliğin bir parçası değil. Çünkü günün sonunda tek seçeneğinin mücadele olduğunu gören biri için mücadele etmemenin rahatlatıcı hiçbir yanı yoktur.
Bataklığı, yalnızca bireysel çırpınışlarla değil, birbirimize tutunarak ve kolektif olarak hareket ederek aşılabilecek bir alan olarak görebiliyoruz böylece. Bataklıktan çıkış, birbirimizin omuzuna basarak, ağırlığı paylaştırarak ve birlikte adım adım ilerleyerek mümkün olur. Çırpınmak değil, bilinçli ve örgütlü hareket etmek, bataklığı kurutmanın tek yoludur.
Evrensel'i Takip Et