Elon Musk’ın “tasarruf paketi”
ABD yönetiminin genel karakterine baktığımızda aramızda 10 bin kilometre olan bir devletle çok da farklı bir yönetime sahip olduğumuz düşünülemez.

Fotoğraf: Beyaz Saray
Emre
ODTÜ
Elon Musk, Apartheid rejiminin resmî ideoloji olduğu yıllarda Güney Amerika Cumhuriyetinde doğmuş, babasının elmas madeni sayesinde ABD’de üniversite okuyabilmiş ve ilk firmaları için bir ön yatırım alabilmiş, devlet destekli şirketleriyle dünyanın en zengin insanı olup çıkmış bir burjuva. Kendisi her ne kadar bunu farklı anlatsa ve zaman zaman “olağanüstü dehasıyla sıfırdan zengin olmuş” yönüyle gündeme gelse de özellikle – daha sonradan değiştireceği, eski adıyla Twitter- X satın alımından sonra öne çıkan yönünün gericiliği olduğunu söyleyebiliriz.
Kendisinin yıllardır Trump’la olan ilişkisi gelişerek ilerlese de özellikle son seçimlerde Trump’ın kampanyasına 280 milyon dolarlık bağışı ve ardından -öteki büyük sermayedarlarla birlikte- devlet yönetimine oturması gücünü başka bir noktaya çıkardı. Trump göreve geldikten sonra da “özel devlet görevlisi” ünvanıyla resmi devlet çalışanı olan Musk’ın ilk yaptığı iş, söylem olarak çok da yabancı hissettirmeyen “tasarruf”lara gitmek oldu.
DOGE ve kamu tavizleri
Göreve resmi olarak geldikten sonra da adını DOGE (Devlet Verimliliği Departmanı) olarak koyduğu ve hükümetin harcamalarını kısarak 36 Trilyon olan borcu kapatmayı ve “ABD halkının parasını boşa harcamamayı” vaat eden ilginç bir denetleme kurulunu kurdu. İlk başta bu kurum üzerinden sağlanacak “tasarruf” miktarının 2 trilyon/yıl civarında olacağını vaat etse de, hem bu miktarın büyüklüğü, hem de bu kadar kesinti için şoven pozlardan daha ciddi kamu tavizleri verilmesi gerektiği için vaadini azalttı. İsmini bir kripto paradan alan ve devleti bir bakkal gibi yönetmeyi amaçlayan bu ucube kurumun Trump destekçileri arasında ciddi bir destek aldığını söyleyebiliriz.
Ortada bir “tasarruf” söylemi var, ama bu para nereden kesilecek? 80 farklı ülkeye dağılmış 750 civarı askeri üsten mi? İsrail’e gönderilen milyarlarca dolarlık askeri destekten mi? Herhangi bir emperyalistin askeri gücünü kendi kendine kısıtlamayacağını Elon da düşünmüş olacak ki kesintiler bunlardan değil, ABD bütçesinin %0.3’ünü oluşturan küresel yardım fonlarından (USAID) ve %0.08 ini oluşturan milli parklar bütçesinden yapıldı. Bunlar haricinde başka kesintiler de var ve her biri sadece çalışan insanları olumsuz etkileyecek şeylerden oluşuyor. Toplumun asalağını giderek daha da tekelleştiren, daha da asalaklaştıran bir süreç yaşanıyor özetle.
Türkiye’den de aşina olduğumuz bir şekilde, verilen sayılar gerçeği tutmuyor. Onca iş kesintisine rağmen toplam “tasarruf”un ne kadar olduğuna yönelik gelen tepkiler üzerine DOGE, toplam 55 milyar dolar gibi bir tutarı vermişti. Sonrasında açıklanan bu paraların nereden geldiğini gösteren listeye dair Bloomberg’in haberine göre, bu listede en fazla 8.6 milyar dolar civarında bir kesintinin olduğu söyleniyor ki bunların da aslında uzun yılları kapsayan kontratlar olduğunu düşünürsek gerçek sayı bunun daha da altında.
Bu noktada yeni kabinenin nasıl bir kökeni olduğuna bakabiliriz. Burada da en üst düzey yönetim organlarının neredeyse tamamının milyarderler tarafından yönetildiğini; yeni kurulan kabinenin şimdiye kadarki en zengin kabine olduğunu görüyoruz. Bu ekibin de en zengini olarak karşımıza çıkan kişi Musk olsa da Amazon, Google, OpenAI gibi teknoloji devlerinin sonuna kadar destek olduğu bir yönetim var.
ABD ve Türkiye’de devlet ve sermaye ilişkileri
Kabinenin bu şekilde zenginlere bırakılması Türkiye’de yaşayan birisi için çok şaşırtıcı olmaz muhtemelen. Özel okul sahibinin bir önceki milli eğitim bakanı, özel hastane zinciri sahibinin sağlık bakanı olduğu bir yönetimden söz ediyoruz günün sonunda. Son AKP olağan kurulunda da gördüğümüz net bir görüntü vardı, o da devlet yönetiminin sadece temsiliyetleri yoluyla değil; bizzat patronlar tarafından yönetilmesiydi. AKP’ye üyelikleri kongrede duyurulan şirket sahiplerini, son genel seçim döneminde AKP’nin varisi olarak da gösterilmeye başlanan ve Türkiye’nin Elon’u gibi lanse edilen Selçuk Bayraktarı düşündüğümüzde, yönetimin genel karakterine baktığımızda aramızda 10 bin kilometre olan bir devletle çok da farklı bir yönetime sahip olduğumuz düşünülemez.
Bu tablo, kapitalizmde devlet ve sermaye arasındaki sınırların silikleştiğini gösteriyor. Faşizmin inşası, yalnızca otoriter liderlerin baskıcı politikalarıyla değil, aynı zamanda sermayenin doğrudan yönetimi ele almasıyla gerçekleşiyor. Gerçek tasarruf, işçilerin ve emekçilerin cebinden değil, milyarderlerin servetinden yapılmalıyken; bunun aksine gördüğümüz bu hal, devletin insanca yaşama değil; sermayeye hizmet eden bir araç haline geldiğini gözler önüne seriyor.
Ancak bu gidişat kaçınılmaz değil. ABD gibi küresel sermayenin merkezi bir ülkede bile hizmet sektöründe Starbucks'ta, medya sektöründe direkt Hollywood içerisinde büyük çaplı grevler görebiliyoruz. Hükümet İsrail'e milyarlarca dolarlık silah yardımında bulunurken, İsrail’le yapılan anlaşmayı geri çektirebilmek için gözaltına alınmayı göze alabilen Google mühendislerini görebiliyoruz.
Bunun gösterdiği ise net bir şey var, o da bu gidişatın kaçınılmaz olmadığı. Bütün dünyada emperyalizm çağının çelişkileri daha da derinleşir, savaşlar ve çatışmalar yaygınlaşırken bütün dünya halklarının da yapabileceği bütün mücadeleler hayatın her alanında örgütlenmekten geçiyor.
Evrensel'i Takip Et