Kadınlar sokaktaydı, polisler de öyle…
Bu mücadele sadece bir günle sınırlı değil. Her yasakta, her barikatta daha da güçlenen bu birliktelik yalnızca bugünü değil geleceği de değiştirecek.

Fotoğraf: Evrensel
Uzay
ODTÜ
Bu 8 Mart’ta da Türkiye’nin her yerinde binlerce kadın sokaklara döküldü. Birçok eylemde yaşandığı gibi Ankara Kadın Platformu’nun çağrı yaptığı 8 Mart yürüyüşünde de engellerle karşı karşıya kalındı. Yürüyüşün bünyesinde pek çok farklı örgüt, dernek, topluluk ve bağımsız kadınlar bulunuyordu. Kolej Metro durağından Güvenpark’a yürümek isteyen kadınlar barikatlarla engellendi. Kadınlar bu duruma “Kadınlara değil, katillere barikat” ve “Kadınlar ölürken polis neredeydi?” sloganlarıyla karşılık verdi. Kısa süreli bir oturma eylemi sonrası kadınlar polislerle yaşanan arbedeye, kadınların barikatların önünde ezilmesine ve polis şiddetine karşı Ziya Gökalp Caddesini araç geçişine kapattı, alkışlarla ve sloganlarla seslenerek tepki gösterdi. Basın açıklaması orada okundu ve yürüyüş sona erdi. İstanbul’daysa Beyoğlu’ndaki gece yürüyüşüne katılan 112, Kadıköy’deki gündüz yürüyüşüne katılan 24 kişi gözaltına alındı. Tabii yine toplanma alanları yasaklanmış, metro durakları kapatılmıştı. Birçok alana LGBTİ bayraklarının girişi engellendi ve kuirler saldırıya uğradı. Kadınların dövizleri alanlara alınmayarak çöpe atıldı, Kadınlar ablukalara ve polis şiddetine maruz kaldı. Peki bariz soruyu soralım, 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nde hükümet neden kadınların yürümesine bu kadar sert bir şekilde karşı?
İktidarın korkulu rüyası: Kadınların örgütlü mücadelesi
Kadınların örgütlü mücadelesi sadece bireysel deneyimleri değil ortak sorunları ve talepleri de görünür hale getirir: Kadın cinayetleri, şiddet, ekonomik eşitsizlik, eğitimde eşitsizlik, iş hayatındaki ayrımcılık, sömürü sistemi, ırkçılık, LGBTİ hakları gibi pek çok konuyu hep bir ağızdan dile getirme gücü doğurur. Bu talepler, mevcut sömürü düzeninin sorgulanmasını ve değişim baskısını beraberinde getirir. Ayrıca örgütlü kadın hareketleri dayanışma ve birlikte hareket etme kültürü sayesinde güçlü bir kamuoyu oluşturuyor. Bu da politik karar alıcılar üzerinde bir baskı yaratıyor. Kadınların sesinin bu denli güçlü çıkması ve taleplerinin somut adımlar gerektirmesi hükümete ve politikalarına karşı açık bir tehdit oluşturuyor.
Baskı ve yasakların önceki yıllara göre daha da hırçınlaşmasının büyük bir sebebinin de çokça karşımıza çıkan “Aile Yılı” tartışmaları olduğunu görebiliyoruz. Kadın hareketi; eşitlik, özgürlük ve adalet için sesini yükselttiği için iktidar tarafından tehlikeli görülüyor ve bastırılmaya çalışılıyor çünkü bu mücadele sadece kadınların haklarını savunmakla sınırlı değil aynı zamanda otoriter yönetimin dayattığı tek tip yaşam biçimine, cinsiyet rollerine ve baskı politikalarına karşı bir direniştir. Ataerkil-kapitalizme karşı bir başkaldırıdır. Kadınlar, kendi hayatları üzerinde söz sahibi olmak istiyor, sadece istemekle kalmıyor, ısrarla mücadelenin sesini yükseltmeye devam ediyorlar. Tüm bunlar da mevcut iktidarın kontrol anlayışına ters düşüyor.
Bu umut, mutlaka kazanacak!
Bu mücadele sadece bir günle sınırlı değil; eşitlik, özgürlük ve adalet talebiyle süregelen köklü ve büyüyen bir direniş. Her yasakta, her barikatta daha da güçlenen bu birliktelik yalnızca bugünü değil geleceği de değiştirecek. Biz biliyoruz ki bu kararlı ses, baskıların çok ötesinde bir özgürlük çığlığıdır: yılmadan, korkmadan, umutla büyüyen bir isyan! Kadınlar durmayacak, susmayacak ve taleplerini haykırmaya devam edecekler. Çünkü “Aile Değil Kadınız, İsyandayız!” sözü yalnızca bir slogan değil; bir yaşam biçimi, bir direniş ruhu ve daha adil, eşit bir dünyanın müjdecisidir. İşte tam da bu yüzden kadınların mücadelesi umut demektir ve bu umut, bir gün mutlaka kazanacak!
Evrensel'i Takip Et