Türkiye kritik dönemeçte: Gerekli yanıt hep sandığa ertelendi ama hâlâ geç değil
Gazeteci Yazar Kemal Can, Prof. Dr. Cangül Örnek ve Siyaset Bilimci Dr. Zafer Yörük, İBB üzerinden darbe girişiminin Türkiye’nin siyasal siteminde çok kritik bir dönemeci gösterdiğine işaret ediyor.

Fotoğraf: Evrensel
Gözde Tüzer
gozdetuzer@gmail.com
İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, devletin tüm imkanları kullanılarak, önce üniversite diplomasının iptal edilmesi hemen ardından da bir operasyonla gözaltına alınması Türkiye’de siyaset ortamı için yeni bir aşama olarak görülüyor. Yaşananları gazetemize değerlendiren siyaset bilimciler, İmamoğlu’nu merkezine alsa da milyonların iradesini gasbeden bu girişimin, Türkiye’nin siyasal siteminde çok kritik bir dönemeci gösterdiğine işaret ediyor. İlk değerlendirmeler, beklenen gidişatı durduracak yanıtın sürekli sandığa ertelenmesine karşın hâlâ geç olmadığı yönünde birleşiyor.
Sürekli ‘İktidar zayıflıyor, cevap sandıkta’ iddiası izlendi
Kemal Can | Fotoğraf: Evrensel
“Bunun iktidara güç kaybettirdiğini, dolayısıyla ilk sandıkta kazanarak cevabın verileceği iddiasına yaslanan bir süreç izledik” diyen Can, “Bu süreçte iktidar kabaca, ‘Yapıyorum, çünkü yapabiliyorum’ diye özetlenebilecek bir pratik işletti. Burada test edilen durum, iktidarın yapabilirlik kapasitesi değil. Bu bütün dünyada da bugün örneğini gördüğümüz güç merkezli faşizan dalganın, en yerleşik demokratik teamüllerin olduğu Amerika’da bile işlemeye başlayan bir sınırsızlık, bir ölçüsüzlük düzeni yarattı. Burada gücü elinde bulunduranlar açısından bir sınır testi yok. Sadece onun karşısında olanların direnme kapasitesi ile yapabilecekleri ile ilgili bir ölçümleme var” diye konuştu.
Bundan sonra neler yapılabileceği konusunda ise Can, şu değerlendirmede bulundu: “Tek tek her hukuksuzluğun, o hukuksuzluğa uğrayan kişi, çevre ya da durumla ilgili olmadığını, bütün ile ilişkisini kurmak konusunda ortak mücadele ve muhalefet perspektifi hep zayıf kaldı. Pek çok açıdan bu konuda bir geç kalmışlık var. Ama bir yandan da hiçbir şey için geç değil. Bu kişiselleştirilmiş ya da hedefi dar tarif edilmiş değerlendirme aklından çıkıp topyekûn, sözünü söyleyen ve ortaklaşmış bir mücadele dilinin, ortak bir gündemin ve mücadele biçiminin pratiklerinin düşünülmesi ve hayata geçirilmesi gerekiyor.”
Sözde değil, ilkelerde ortak mücadele gerekiyor
Fotoğraf: Şerif Karataş/Evrensel
Prof. Dr. Cangül Örnek, “Bu bir darbe, tarihimize de böyle geçecek. Türkiye’nin artık seçimsiz bir sürece ya da göstermelik seçimlerin yapıldığı bir sürece sokulduğunu görüyoruz” dedi. Dolayısıyla Türkiye’de artık seçme hakkının bilinen anlamda bir kullanımından söz edilemeyeceğini ifade eden Örnek, “Seçimlerde kimin aday olacağının belirlendiği, beğenilmeyen adayların zaten yerlerine kayyımların atandığı, beğenilmeyen seçilmişlerin yerine kayyımların atandığı bir süreç, bir süredir işliyordu. Artık bunun açık açık beyan edildiğini görüyoruz. Türkiye buraya gidiyor. En azından iktidarın perspektifi Türkiye’yi böyle bir yere sürüklemek” dedi.
Muhalefetin tepki göstermesine rağmen aslında muhalefet yapma tarzıyla bu sürece katkı koyduğunu ifade eden Örnek, “Bu konuda defalarca uyarılarda bulunuldu, muhalefeti eleştirenler oldu, ben de eleştirdim. Böyle bir iktidara karşı daha dirençli ve sert durmak gerektiğini, daha radikal pozisyon takınmak gerektiğini söyleyen çok insan oldu. Ancak bugüne kadar bunlar, CHP’nin politikalarını belirlemedi ne yazık ki. En sonunda işte bu normalleşme süreci diye adlandırılan süreç işledi; ki onun ardından geldi zaten bütün bu gelişmeler” diye konuştu.
Artık “yan yana gelelim diye yan yana gelişlerin” Türkiye’ye hiçbir faydasınını olmadığını dile getiren Örnek, “Ortak mücadele konusunda çok net ilkelerin belirlenmesi gerekir. Durumun vahametine karşılık gelebilecek bir duruş sergilenmesi gerekir” dedi.
Tam da silahların bırakılmasının, barışın konuşulduğu bir süreçte muhalefete yönelik artan bu baskıları nasıl değerlendirdiğini sorduğumuzda Örnek, şöyle yanıt verdi: “Silahların bırakılması konuşuluyor da, bir barış konuşulduğunu ben duymuyorum. Bu süreçler yurt dışında özellikle Suriye gündemiyle çok alakalı. Ama onu bir tarafa bırakıp sadece içerideki gelişmelere odaklanacak olursak eğer, bunlar artık bu 20 küsur yıllık iktidarın geçmişten bugüne defalarca uyguladığı taktikler. Bir kesimi karşısına alırken bir kesimi mutlaka yanına alır ya da pasifize eder bir şekilde. Şu an güçlü bir ortak toplumsal tepkinin ortaya çıkmasını engelleyecek bir kafa karışıklığı yaratılmış oldu.”
Devletin İmamoğlu’na verilmeyeceği mesajı
Fotoğraf, Zafer Yörük'ün kişisel arşivinden alınmıştır.
Siyaset Bilimci Dr. Zafer Yörük, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısında adaylığa hazırlanan İmamoğlu’na karşı yapılanları “Erdoğan’dan daha derin bir irade olduğunu ya da kolektif bir devlet kararı olduğunu Bahçeli’nin açıklamasından anlıyoruz. Bu kez durum oldukça ciddi görünüyor. Çünkü bir ‘suç örgütü’ şeması oluşturulmuş. Böyle bir dava hazırlığı yapılmış olması, devletin İmamoğlu’na teslim edilmeyeceği yolunda sert bir mesajdır” dedi. İmamoğlu’nu engelleme yanında, İstanbul rantına yeniden el koyma çabası olduğunu da vurgulayan Yörük, suçlamalardaki ‘yolsuzluk’ vurgusu nedeniyle ekonomiyle ilgisinin açıkça görüldüğünü söyledi.
Ayrıca iki meseleye daha dikkat çeken Yörük, “Birincisi, geçtiğimiz hafta Kanal İstanbul projesi kapsamında önemli gelişmeler yaşandı. İstanbul Valiliği, proje kapsamında 65 milyarlık rant yaratacak konut projesi için ÇED raporuna gerek yoktur kararı verdi. İmamoğlu yönetimi, Kanal İstanbul projesinin önündeki en önemli engel olarak beliriyor. İkincisi, yine geçtiğimiz hafta Erdoğan ABD Başkanı Trump’la 2025’teki ilk uzun telefon görüşmesini yaptı. Gelmekte olan İBB operasyonu hakkında konuşuldu mu, ya da ne için icazet alındı, bunları bilemeyiz ama küresel ölçekte otoriterleşen yönetimlerin Trump’ın tercihi olduğunu biliyoruz” dedi.
Ayrıca CHP’nin solundaki muhalefete ve en çok da Kürt siyasetine yaklaşımını “Takı gönderin ama düğüne gelmeyin” şeklinde özetleyen Yörük, “Bunun değişmesi ve ittifak yapılan kesimlerin açıkça sahiplenilmesi gerekiyor. Öyle olsaydı, seçimlerde DEM Parti’yle birlikte izlenen ‘Kent Uzlaşısı’ taktiği kriminalize edilemezdi. Öte yandan, zaten siyasetten neredeyse tasfiye edilmiş olan Meclis kürsüsünden nutuk çekmek yerine Meclisi boykot, sine-i millet gibi opsiyonlar ciddi olarak ele alınmalı. Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü benzeri kitlesel protestolar düşünülmeli. İşçi ve memur sendikalarıyla genel grev, iş bırakma, iş yavaşlatma gibi etkili eylem türleri üzerine müzakerelerin de zamanıdır.”
Evrensel'i Takip Et