Nasıl zengin oluruz?
Emeğin payı giderek azalırken, sermayenin kârı katlanıyor. "Taleplerimiz Net" kampanyası, sendikal hakların genişletilmesi, grev yasaklarının kaldırılması ve güvenceli iş için mücadele örgütlüyor.

Fotoğraf: Eda Aktaş / Evrensel
İlyas Coşkun
Öncelikle bu yazıdaki öneriler kesinlikle yatırım tavsiyesidir. Ancak yazı, okuyucusuna kolay yoldan bir zenginlik reçetesi vermiyor. Aksine halinden memnun olmayanlara gerçekçi bir çözüm sunmak istiyor. Bunun için ilk önce bir haberi hatırlamak ardından bir makalenin verilerini paylaşmak istiyorum.
17 Mart günü Evrensel’de bir haber yayınlandı. “Dev şirketlerin milyarlarca liralık vergi borcu ertelendi” başlıklı haber, memlekette sermayedarların nasıl kollandığını bir kez daha ortaya koydu. Haber son noktasına kadar çarpıcı ve kıymetli veriler içeriyor. Hatırlatma amacıyla ilk paragrafını buraya taşıyorum:
“AKP iktidarı, 2024 yılında şirketlerden ya hiç vergi tahsil etmedi ya da bu şirketlerin servetlerine oranla oldukça düşük oranlarda vergi aldı. Vergi istisnaları, indirimleri ve muafiyetleri nedeniyle 2024 yılı bütçesinde 2.2 trilyon TL tutarında potansiyel vergi gelirinden vazgeçildi. Borsa İstanbul’da işlem gören ve toplam geliri 3.6 trilyon TL olan 100 büyük şirketten, yıl içinde tahsil edilmesi gereken 62.5 milyar TL’lik vergi tutarı tahsil edilmedi.”
Bütçe açığından şikâyet eden, mali disiplin isteyen Mehmet Şimşek şahsında AKP’nin bu tür istisna, indirim ve muafiyetlerden rahatsız olmadığını anlıyoruz. Siyasi iktidar eskilerin deyimiyle, Ayasofya’da dilenip Sultanahmet’te sadaka dağıtmaktan gayet mutlu görünüyor. Pratiğini göz önüne alırsak AKP’yi rahatsız eden şey, emeği ile geçinen milyonların talepleri: Adil bir ücret, iş güvencesi ve insan onuruna yaraşır bir hayat.
Ancak bu tablo sadece bugüne özgü ya da geçici değil. Sermaye yandaşlığı, AKP’nin (ve önceki siyasi iktidarların) ekonomi alanındaki adeta parmak izidir. Yukarıda alıntıladığım haber, AKP’nin büyük sermayedarların bir cebini nasıl doldurduğunu ortaya koyuyor. Büyük patronların diğer cebini nasıl doldurduğunu ise bir akademisyen bizimle paylaşıyor. Çalışma ve Toplum dergisinin 84. Sayısında Dr. Osman Berke Duvan imzalı ve “Türkiye’de Bölüşüm: En Büyük 1000 Sanayi Kuruluşu Üzerinden Bir Değerlendirme” başlıklı makale bu yönüyle kıymetli ve güncel veriler içeriyor.
En büyüklere mercek tutuluyor
Makale, 1997-2023 döneminde en büyük 1000 sanayi kuruluşu üzerinden, Türkiye’de bölüşüm ilişkilerinde yaşanan değişimi ve bu değişim esnasında gerçekleşen kırılma anlarını analiz etmeyi amaçlıyor. Çalışma ilgi çekici çünkü yazara göre “Daha önce 1000 büyük sanayi kuruluşu üzerinden Türkiye’de böyle bir çalışma yapılmamıştır. Çalışma bu yönüyle ilktir.” Vardığı sonuç ise şu: Türkiye’de nispi ücret dengesi büyük sanayi kuruluşlarında çalışanlar aleyhine gelişiyor. Diğer bir ifadeyle milyonlarca işçi yıldan yıla yoksullaşıyor.
Makaleden dikkatimi çeken unsurları paylaşmak istiyorum:
- 2022’de emeğin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’dan (GSYH’den) aldığı pay yüzde 24 ile mevcut serinin en düşük seviyesine gerilerken, sermayenin payı aynı dönemde yüzde 67 ile rekor kırdı.
- İSO 500 kuruluşlarında emeğin katma değerden aldığı pay, 1982’den bu yana yayımlanan fonksiyonel bölüşüm serilerinde en düşük seviye olan yüzde 26,9’a gerilerken; büyük sanayi sermayesinin aldığı pay yüzde 54,5 ile son 40 yılın zirvesine çıktı.
- 1995-2012 arasında G-20’nin gelişen ekonomileri içinde emek payı en çok gerileyen ekonomi Türkiye’dir.
- 2001’de İSO 500 kuruluşlarında çalışanlar Türkiye’deki ortalama ücretlerin 4,2 katı kadar ücret alırken, bu makas 2016’da 2 kata kadar geriledi.
- 2023 itibariyle Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşunda çalışanların ortalama ücreti Türkiye ortalamasının 2,2 katıdır.
- İSO ikinci 500 kuruluşlarında ise ortalama ücretler 2000’de Türkiye ortalamasının 2,6 katı iken, 2009 krizinde 1,5 kata kadar geriledi, ilerleyen yıllarda da bu seviye etrafında hareket etti.
- 2000’de İSO 500 kuruluşlarında çalışanların ortalama ücretleri sanayideki ortalama ücretlerin 3 katı iken, 2016’da 1,7 kata kadar geriledi. İSO ikinci 500 kuruluşlarında da durum benzer.
- Türkiye’de ortalama ücretler giderek asgari ücrete dönüşüyor; ücretler asgari ücret civarına sıkışıyor.
- ILO verilerine göre Türkiye uluslararası karşılaştırmalarda da en yüksek “asgari ücret-ortalama ücret” oranına sahip ekonomilerin başında geliyor. Bu çerçevede 2001’de İSO 500 ve ikinci 500 kuruluşlarında ortalama ücretler asgari ücretin sırasıyla 5,2 ve 3,2 katı iken; 2016’da aynı hadler sırasıyla 2,7 ve 2 kata geriledi. Asgari ücrete nispetle bu kuruluşlardaki ortalama ücretler, 2022 ve 2023’te kısmen toparlansa da geçmiş dönemin kayıplarını telafi etmekten uzak.
- Türkiye’nin büyük sanayi kuruluşlarında çalışanların reel ücretleri son 26 yılda büyümenin gerisinde kaldı, çalışanlar büyümeden yeterince yararlanamadı.
- 2020, 2021 ve 2022’de İSO 500 kuruluşlarında emek verimliliği yıllık ortalama yüzde 13,4 gibi olağanüstü bir artış gösterirken; bu kuruluşlardaki reel ücretler yılda ortalama yüzde 5,5 geriledi. Yine bu üç yıllık dönemde İSO ikinci 500’de emek verimliliğindeki yıllık ortalama artış yüzde 5,8 olurken; reel ücretler yılda ortalama yüzde 6 düştü.
- 1997-2023 döneminde İSO 500 ve ikinci 500 kuruluşlarında emek verimliliği yıllık ortalama yüzde 4 ve yüzde 4,2 oranında artarken; reel ücret artışları yüzde 0,7 ve yüzde 1,1 ile sınırlı kaldı. Özellikle 2000’li yıllarda reel ücretler ile verimlilik arasındaki bağ tamamen koptu, pandemi ve 2021’de uygulamaya konulan ekonomi politikalarıyla bu kopma daha da belirginleşti.
- 2000’lerin hemen başında İSO 500 kuruluşlarında çalışanlar GSYH’den yaklaşık yüzde 3 pay alırken; aynı pay 2023’te yüzde 1,6’ya düştü. 2000’de İSO ikinci 500’de çalışanların GSYH’den aldığı pay yüzde 0,5 iken; 2023’te yüzde 0,4 oldu.
- 2000-2006 döneminde Türkiye ekonomisinde emeğin payı yüzde 25 seviyelerinde hareket etti. Bu pay, 2019’da yüzde 31 iken, 2022’de yüzde 24’e kadar gerileyerek mevcut GSYH serisinde en düşük seviyeye ulaştı. Emek payında, bu kadar kısa sürede bu denli sert bir gerileme, ardı ardına çeşitli krizlerin yaşandığı 1999-2001 döneminde bile görülmedi.
- Şirketler sadece artan maliyetlerini fiyatlara yansıtmakla kalmadı, kar marjlarını da yükseltti. Pandemiden hemen önce, 2019’da İSO 500 kuruluşlarının kâr marjı yüzde 11,3 seviyesindeyken; 2021’de yüzde 17,5’e sıçrayarak mevcut serinin rekorunu kırdı. Diğer yandan 2022’de emeğin net satışlardan aldığı pay ise yüzde 3,7 ile en düşük seviyesine indi. Pandemiden hemen önce (2019) ikinci 500’de kâr marjı ise yüzde 12,3 iken; 2021’de yüzde 16,6’ya çıktı. İkinci 500’de emeğin net satışlardan aldığı pay ise 2019’da yüzde 9,5 olurken, 2022’de yüzde 5,8’e kadar düştü.
- 2022’de İSO 500 ve ikinci 500 kuruluşlarında çalışanların eline geçen her 100 lira karşılığında finans ve sanayi sermayesinin eline sırayla 271 ve 202 lira geçti.
Tüm bu veriler, bizzat yaşadığımız derin yoksulluğun tarihsel gerekçelerini sunuyor.
Çalışanların katma değerden aldığı pay azalıyor
Sonuç kısmında yazarın tespiti net: “Son çeyrek yüzyılda, en büyük 500 sanayi kuruluşu başta olmak üzere, Türkiye’nin büyük sanayi kuruluşlarında çalışanların katma değerden aldığı pay giderek azalmaktadır. Bu kuruluşlarda reel ücretler çalışanların verimliliğindeki artışa intibak edememektedir.”
Sendikasızlaşma önemli bir etkiye sahip
Bu tablo işçilere ne söylüyor? Çevremdeki yaşlı kuşaklardan duyarım, “Biz emekli olduğumuzda evimizi, yazlığımızı aldık. Şimdi nerdee!” Epey şeyin değiştiği doğru. Şu an çalışma hayatında olan kuşaklar, eskilere kıyasla müsrif, para kazanmayı bilmez ya da beceriksiz değil. Aksine daha örgütsüz, güvencesiz ve bu nedenle yoksul. Dr. Duvan’ın da işaret ettiği gibi emeğin toplam gelirden aldığı payın gerilemesinde sendikasızlaşma önemli bir etkiye sahip. Yine makaleden devam edersek düşük sendikalaşma oranlarına rağmen Türkiye’de sendikalı işçi ücretlerinin, sendikasız işçi ücretlerinden halen yüksek seyrettiği ve bu farkın özel sektörde daha belirgin olduğu görülüyor.
O zaman şu sorular akla geliyor: Sendikalar bunca zorluğa ve engele rağmen işçilerin yaşam koşullarında olumlu bir fark gösterebiliyorsa, sorunlarını aştığında milyonlarca işçinin hayatında neler değişir? Bu değişim nasıl bir zenginliğe vesile olur?
“Taleplerimiz Net” Kampanyası
Bu soruları kendine sorup da heyecanlanan ve “Ne yapabilirim?” diyenlere yanıtı “Taleplerimiz Net” kampanyası veriyor.
Kampanya ne istiyor?
- İşkolu ve işyeri barajları kaldırılsın; barajsız sendikal faaliyete yasal güvence sağlansın.
- Grev yasakları son bulsun. Hükümet havadaki buluttan nem kapıp grevleri erteleme, dolayısıyla yasaklama işine son versin.
- Yetki tespit sürecinde işverenlerin yetkiye itirazı, sözleşme sürecini durdurmasın.
- Güvenceli iş koşulları sağlansın. İşçileri, köle olarak görenlere yasalar gerekli uyarıyı yapsın. Hakkını arayan, sendikaya üye olan işçiler, işten atılmakta tehdit edilemesin.
Tüm bunlar hayata geçirilebilir, gerçekçi talepler. İktidarda bir işçi hükümeti olsa bir günlük iş. Şu anki durumda ise mücadelenin ve ısrarın boyutu esas belirleyici. Elbette acil sorunlar bu taleplerle bitmiyor. Ancak bu talepler etrafında bir ağ örülmesi başlangıç olabilir. İşin sonunda bizler için yoksulluk değil zenginlik var. Üstelik bu patronlarınki gibi işçinin alın terine çöken, devletin imtiyazları ile büyüyen bir zenginlik de olmayacak. Söylemekten utanmayacağımız, “Allah verdi” diye yalana sığınmayacağımız bir zenginlik olacak. Bu nedenlerle her öncü işçiye, sendika yöneticisine, bu alanda çalışma yürüten akademisyene bir görev düşüyor. Kampanyanın da bu iş için kolları sıvayanın da yolu açık olsun!
Evrensel'i Takip Et