Her İnsan Bir Hikaye | 12 Eylül’ün yenemediği bir işçi
İşçiliğe İskenderun Demir ve Çelik’te adım atan, 15-16 Haziran’ı Rabak Kablo’da karşılayan ve yeniden mücadeleye atılmanın yollarını bulan Salih Gündoğan’ı dinliyoruz.

Fotoğraf:Evrensel
Fatih Polat
fpolat69@gmail.com
Sendikaları kapatan, işçi önderlerini ağır işkencelerden geçiren ve cezaevlerine dolduran 12 Eylül 1980 askeri darbesi yönetimi, Türkiye’de büyük sermayenin yüreğine su serperken, işçi hareketine noktayı koymak için az çabalamadı.
Ancak, Türkiye işçi hareketi tarihine 15-16 Haziran gibi destansı işçi mücadelelerini yazdıranlar, 12 Eylül döneminde bile mücadeleye devam etmenin bir yolunu bulmayı başardılar.Her İnsan Bir Hikaye’nin bu bölümünde, onlardan biri olan Salih Gündoğan’ı dinliyoruz. Salih Gündoğan ile memleketi olan Dersim’de görüştük.
“1948 yılının 10. ayının 10’unda Dersim Mazgirt ilçesinin Yazeli köyünde doğdum. Çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan bir aile. Beş erkek, üç kız toplam sekiz kardeşiz.”
‘AP Milletvekilinin arabasına teneke bağladık’
Çocukluğuna dair bir anısı şöyle: “Adalet Partisi (AP) Milletvekili Kenan Aral, seçim öncesinde oy istemek için köyümüze gelmişti. Biz de sisteme karşı olduğumuzu göstermek için tenekelere gübre doldurup, onun cipinin arkasına bağladık. O arabasına binip hareket edince arkasından gübreler ortalığa dağıldı. O zamanki anarşizm öyleydi.” (Gülüyor)
‘İşçiliğe İskenderun Demir Çelik’te başladım’
İlkokul, ortaokul ve liseyi bitirdikten sonra, babası üniversiteye gönderemeyeceğini söyleyince işçiliğe girmiş. İskenderun Demir ve Çelik Fabrikasında 1970 yılında, kaynakçı olarak işe başlamış. Ardından Seydişehir Alüminyum Tesislerinde, sonra da Gemlik Azot Sanayii Fabrikasında çalıştığını anlatıyor. Orada da kaynakçıymış. Ardından Bursa’da polyester ve iplik fabrikasında çalışmış.
Kocaeli’de 15-16 Haziran günleri…
“Daha sonra da Kocaeli’nde Rabak Kablo Fabrikasında çalıştım. Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS), DİSK’e bağlı Maden-İş’i bitirmek ve Türk-İş’e bağlı Metal İş’te örgütlenmeyi dayatmak için toplu grup sözleşmelerini ve aynı iş kolunda tek sendikayı dayatmayı amaçlıyordu.
Demirel iktidarı dönemiydi. DİSK, kendisini tasfiye etmeyi amaçlayan bu girişime karşı, Türkiye genelinde direniş başlattı. 15-16 Haziran eylemleri böyle başladı.
Biz de İzmit Kocaeli Köseköy’deki Rabak Kablo Fabrikasında eyleme başladık ve çıktık yola. Şehir merkezine doğru giderken aynı güzergahta çelik halat fabrikasının işçileri de eylememize katıldı. Yine yolun sol tarafından İzmit Kocaeli merkezine doğru giderken, DİSK’e bağlı Lastik İş üyesi Goodyear ve Prelli Lastik Fabrikaları işçileri de katıldı. Kocaeli’de faaliyet gösteren SEKA Kağıt Fabrikasının önüne kadar yürüdük. SEKA çalışanları da eylemimize destek verdi. Valiliğe doğru giderken Otogar semtinde askerler yolumuzu kesti. Binlerce işçi vardık. Orada açıklama yapan sendikacılar, görüşmeler konusunda bilgi verdiler ve eylemimize ertesi gün devam edeceğimizi ifade ettiler.”
Ardından Kemal Türkler’in taleplerinin kabul edildiği ve iktidarla anlaşma sağladıklarını açıklaması sonrasında eylemler son bulur.
Fotoğraf:Evrensel
‘DARBE GELDİ, ASKERLER ÇADIRLARIMIZI YIKTI’
Gündoğan, 1979 yılı temmuz ayında MESS ile sözleşmelerde anlaşma sağlanamayınca ağustos ayı sonunda greve çıktıklarını belirterek devam ediyor: “Eylül’de de cunta geldi. Askerler grev çadırımızı yıktılar. Darbeyle birlikte kitle örgütlerinde yönetici ve temsilci olanlar gözaltına alındı. Ben de gözaltına alınanlar arasındaydım. Evimdeki aramada Halkın Kurtuluşu gazetelerini aldılar ve beni örgüt sevk ve idarecisi olarak 141/1’den yargıladılar. Sekiz yıl Donanma Sıkıyönetim Komutanlığında ceza aldım, 22 ay da Urfa’ya gözetim cezası vardı. Avukatlarım Yargıtaya itiraz etti. Yargıtay, eldeki delillerin örgüt sevk ve idarecisi iddiası için yeterli olmadığını belirterek dosyayı geriye gönderdi. Sonra alt mahkeme beni, 141/5’ten, örgüt üyeliğinden yargıladı ve 5 yıl hapis cezası verdi. 22 ayı Urfa’da mecburi ikametgah cezasıydı.”
12 Eylül’de hapis ve sürgünde yeniden mücadele…
1980 yılında girdiği Kocaeli Merkez Kapalı Cezaevinde 3 yıl hapis yattıktan sonra 22 ay Urfa sürgünü için Urfa Emniyetine giderek teslim olur. Kendisinden önce Urfa’ya giden Kafkas Kültür Derneğinden üç arkadaşla birlikte Sarayönü Karakoluna verildiklerini belirterek devam ediyor: “Bu arkadaşlarla boş bir dükkan bulduk. Düzce’den tütün kolonyası ve ağaç oyma işleri alarak bunları Urfa’da satıp ekmeğimizi kazanmayı düşünüyoruz. Ancak biz işe başladıktan sonra, Urfa’nın yerlisinin bizden alışveriş yapmadığını gördük. ‘Bunlar polistir, MİT’tir’ diyorlardı bizim için. Günde bir tane kolonya, bir ağaç oyma işi ancak satıyorduk. Geçinebilmek mümkün değil. Arkadaşlara valiliğe giderek iş istemeyi önerdim. Onlar da, ‘Bizim altı ayımız kaldı, senin 22 ayın var. Sen gidip iste’ dediler. Valiliğe gittim ve vali ile görüştüm. Bana gözlüklerinin üzerinden baktı ve çay söyledi. ‘Devlet beni 22 ay cezaya tabi tutmuş. Evliyim, üç çocuğum, eşim ve babam var. Geçimlerinden ben sorumluyum. Bana iş verirseniz, bu cezayı çekerim, yoksa çeker giderim’ dedim. Vali, ‘Nerelisin?’ dedi. ‘Tunceliliyim’ dedim. ‘Buyur otur. Tunceli’nin insanı merttir, yiğittir, cesurdur. Ben Tunceli’nin ekmeğini yedim, suyunu içtim. Tabi ki iş vereceğiz’ dedi. Daha önce Ovacık’ta kaymakamlık yaptığını söyledi. Zile basıp, çay söyledi. Önüne beyaz bir kağıt koydu ve bir şeyler yazarak bana uzattı; ‘Bu pusulayı götür YSE (Yol, su, elektrik) müdürüne ver’ dedi.”O kişiyi Diyarbakır yolu üzerinde bulmuş ve görüşerek valinin gönderdiği pusulayı uzatmış. YSE Müdürü, Urfa Akçakale’de bir şantiyede kendisine göre iş olduğunu söylemiş. Her gün imza vermekle yükümlü olduğu karakol ile şantiyenin arası epey uzak olduğu için nakliye konusunda yardımcı olup olamayacaklarını sormuş. Kendisine böyle bir imkanları olmadığı söylenince yeniden valiyle görüşmeye gitmiş. Durumu anlattığı vali bu sefer iş için belediye başkanına bir pusula yazmış. Yıl, 1983. Henüz seçimler olmamış ve belediyeleri vali yardımcıları yönetiyor. Belediye başkanı, Salih Gündoğan’ı iş için personel müdürüne yönlendirmiş.
Sonrasını yine kendisinden dinleyelim: “Ben sabah atölyeye gittim işe başlamak için. Benim Kürtçe bildiğimi bilmiyorlar ve aralarında Kürtçe konuşuyorlar. Atölye Şefi İbrahim Turgut, çalışanlara benim için ‘Ağzınıza sahip çıkın, gelen kişi MİT’tir, polistir’ diyor. Kalkıp iş istiyorum, iş vermiyorlar. Boş ver ne edeceksin diyorlar. İbrahim Turgut en son beni çağırdı. Hemşerim a bu masa sana ait. Bu evrakları düzenleyeceksin göreve çıkan araçların görev kağıtlarını tanzim edip burada otur. Atölyeye gidip çalışmana gerek yok, dedi. Ben de, kabul etmedim ve ‘Ben işçiyim, çalışacağım’ dedim.
Fotoğraf:Evrensel
‘Sen bilirsin’ dedi. Ben tekrar atölyeye geldim ve ‘Arkadaşlar beş dakikanızı bana ayırır mısınız? Dünden beri benim hakkında böyle böyle düşünüyorsunuz. Ben öyle biri değilim.’ dedim. Yaşadığım olayları anlattım, 15-16 Haziran eylemlerine katıldığımı, sıkıyönetimde yargılandığımı anlattım ve Halkın Kurtuluşu davasından yargılandığımı söyledim. İş paydosunda işten çıkarken, aynı atölyede çalıştığımız Fethi Direkli ve Mustafa Durmaz isimli
iki işçi arkadaş yanıma gelerek, ‘Hoca seninle sohbet etmek istiyoruz’ dediler.”
Oturup bir çay içtik ve bana ‘Sen burada Halkın Kurtuluşu’ndan kimi tanıyorsun?’ diye sordular. Ben de, “Ömer Kurt diye öğretmen bir arkadaş vardı ona tanıyorum” dedim. Onlar da bana, ‘Öyleyse hadi gidelim’ dediler. Onu da öğretmenlikten atmışlar. Kahve çalıştırıyor belediye binasının karşısında. Kahvenin kapısından girince ‘Bak hele nerede Ömer Hoca?’ dediler. Ben baktım, dedim ‘Burada yok’. ‘İyi bak’ dediler. Baktım ki, yanımızdaki masada okey oynuyor. Elimi omuzuna koydum. O da beni görünce çok şaşırdı.”
Fotoğraf:Evrensel
Araya giren Avusturya İşçi Marşı
Biz konuşurken, bir anda araya Avusturya İşçi Marşı’nın melodisi giriyor. Salih Gündoğan’ın cep telefonu çalıyor. Karşınızdaki hem ömrü mücadelelerle geçmiş bir işçi önderi, hem de Dersimli ise, yaşı 80’e yaklaşmış da olsa bu telefon melodisi sizi şaşırtmıyor.
Salih Gündoğan, daha sonra Urfa’ya ailesini getirdiği ve yerleştiğini anlatıyor. Derken güzel bir çevre edinmiş. Urfa Belediyesinde çalışanlarından da büyük destek gördüğünü belirtiyor ve daha sonra 1988 yılında Türk-İş’e bağlı Belediye İş Sendikası Şube başkanlığını yaptığını anlatıyor. Daha sonra, başka şubelerle birlikte mevcut yönetime karşı muhalefet örgütlediklerini, ancak kongrede kaybettiklerini söylüyor.
Tekrar Urfa’ya gelmiş. Ardından, olağanüstü kongre yaparak başkanlığı, şube sekreteri olan Hasan Göyıldar’a devretmiş ve ardından yeniden belediyede işe başlamış. Ancak bir süre sonra memleketi Dersim’e dönmeye karar vermiş.
Yıllar sonra Dersim’e dönüş…
1990 yılında döndüğü Dersim’de, belediyede işe başlamış. Sonrasını yine kendisinden dinliyoruz: “2004’e kadar da Tunceli Belediyesinde çalıştım ve sonra da emekli oldum. Tunceli’de 1994 yılında DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası Şube başkanlığı yaptım. 5 yıl şube başkanlığı yaptım. Ardından da emekli oldum. Emek Partisi Dersim il başkanlığı yaptım. Emeklilikten sonra da, demokrasi güçlerinin ittifak adayı olarak Mazgirt’te il genel meclis üyesi seçildim. AKP’nin beyaz eşya dağıttığı ve Kamer Genç’in ‘Beyaz eşyayı alın, oyu vermeyin’ dediği zamanlardı. O tarihlerde il genel meclisi üyesi olarak karşı çıktım. Üç il genel meclisi üyesi arkadaşımla birlikte dava açıp mahkemeye verdik. Valilik kanalıyla ve resmi araçlarla AKP’liler dağıtıyordu beyaz eşyayı. Biz dava açtıktan sonra valiyi görevden aldılar. Bu önemli bir kazanımdı.”
Fotoğraf:Evrensel
Salih Gündoğan’ın dört torunu var. Şu anda da EMEP Mazgirt İlçe Yönetimindeymiş. 20 Mart günü yapılan Dersim Newrozu’na da katıldı. Orada da denk geldim ve fotoğrafını çektim.
Sohbetimizi noktalamadan önce kendisine son soru olarak, işçi hareketinin ve sendikal mücadelenin dünüyle bugününü çok kısa kıyaslamasını istedim, şunları söyledi: “1970’lerdeki işçi hareketiyle bugünkü çok farklı. Bugün sendikacılar sarı sendikacılığı yaygınlaştırmışlar. Bunun önünü de 12 Eylül cuntası açtı.
İstisnalar dışında artık sendikacılığa ticari bir faaliyet, bir gelir kapısı olarak bakılıyor. Sendika başkanı olan kişi kendi çıkarını ve çevresini düşünüyor. İşçi sınıfının ideolojisiyle duruş gösteren çok azdır. Sendikal yasakların kalkması gerekir ve bunun için de işçilerin birleşik mücadelesine ihtiyaç var.”
Evrensel'i Takip Et