62 yaşında ressam oldu, resimleri sergi sergi geziyor
Ressam Tülay Çelebi Upçin: “Bundan sonraki hayatımın resimle geçeceğine inanıyorum"

Tülay Çelebi Upçin
Çağla Yolaşan
Dersim - Tülay Çelebi Upçin, 1958 doğumlu, emekli hemşire ve ressam. Ortaokulu bitirdikten sonra sınavla sağlık kolejini kazanıp sonrasında hemşire olan nesilden. 21 yıl boyunca Cizre, Dersim, İskenderun ve daha pek çok yerde hemşirelik yaptıktan sonra, 1999 yılında, 41 yaşındayken emekli olmuş.
Hayatı boyunca aklının bir köşesinde duran resimle olan ilişkisinin ciddileşmesi ise esasen 2020 yılından itibaren gerçekleşmiş. 62 yaşındayken ressam titrini kazanabilmek, buna cesaret gösterebilmek bir yana, bir sanat galerisini andıran evinin duvarlarına sıra sıra asılmış nü tabloları çizen sıra dışı bir ressamla konuşacağız.
Okul yaşamınızda resim eğitimi aldınız mı?
Resim öğretmenimiz yoktu ama aslında ortaokuldayken de resimlerim çok beğeniliyordu. Sağlık kolejlerinde resim dersi yok, sanatsal dersler yok, müzik yok. Sadece sağlık dersleri var. Ama tabii biz anatomi öğrendik: Anatomik yapıyı, kemikleri, kasları… Tablolarımdaki anatomik unsurlar, benim hemşirelik bilgimden geliyor.
Resim teknikleri eğitimi alma fikri nasıl gelişti?
Emekli olmuştum, evde pasta börekle uğraşıyordum. Mutfakta gürültü patırtı olunca oğlum bana kızdı. “Anne” dedi, “Şu mutfaktan çıkar mısın? Git kendine bir kurs bul, ne böyle eve tıkılıp kalıyorsun?” Tabii onun öyle söylemesiyle biraz rencide oldum. O zaman İskenderun’da yaşıyorduk. Halk Eğitim Merkezine gittim, “Resim kursuna yazılmak istiyorum” dedim. “Bu dönem kayıtlar kapandı” dediler. Hocayla görüşmeye gittim. Güzel giyimli, rengarenk turuncu-yeşil küpeleri olan, saçı turuncu bir kadındı: Sevcan Esen. Bana, “Bir damacana resmi çizer misin?” dedi. Çizdim. “Tülay Hanım, hemen başlıyorsun! Öyle ‘Kayıtlar bitti’ falan yok” dedi. Teknik olarak ilk defa orada çizim derslerine başladım. Kısa sürdü tabii, bir dönemde bitti.
Peki sonra?
Daha sonraki yıllarda devam edemedim tabii. Annem hastalandı, eşim hastalandı derken ben bayağı bir ara verdim. Yedi yıl boyunca bir daha çalışamadım. Sonra İstanbul’a yerleştim. Kadıköy’de Don Kişot Sanat Atölyesinde ve Nâzım Hikmet Kültür Merkezinde, Mesut Eren ve Murat Turan hocalarımdan haftada bir gün, akşamları dört saat süren dersler aldım. İyi bir desen dersi aldım. Canlı model çalıştık, nü çalıştık, bir de yağlı boya teknikleri eğitimi aldım. Orada da üç yıl boyunca devam ettim. Daha sonra pandemi başladı ve bir daha derslere devam edemedim. Bu arada, pandemiden önce iki sene boyunca Kemal İskender’den sanat tarihi dersleri aldım. Sanat tarihi dersleriyle birlikte yavaş yavaş tarzım değişmeye başladı. Zihnim ve hayal gücüm beni farklı yönlere götürdü. Mesela, ben realist ressam olmayı çok istiyordum ama birdenbire soyutlaştım. Onu ben de anlamadım, nasıl böyle soyut hale geldim. Şu an soyut figüratif çalışıyorum.
Sergilere çıktığınızı biliyorum. Sergi süreciniz nasıl başladı?
İstanbul Sanat ve Antika Fuarına gitmiştim. Oraya girerken mail adreslerimiz alınıyordu. Oradan olsa gerek, e-mail adresime “Resim yarışmasına katılmak ister misiniz?” diye bir mail geldi. Hemen iletişime geçtim: “Üniversite mezunu değilim, akademisyen değilim, sadece resim kursuna gittim ve resim yapıyorum. Yarışmaya katılabilir miyim?” diye sordum. Yaşımı da söyledim hatta. “Herkes katılabilir” dediler. “Korona Günlerinde Aşk” adlı bir resim yarışmasına katıldım. Annemin ve benim anatomik ve portre çalışmamı sundum. Onunla da “Sergiye çıkabilir” ödülü aldım, fuar hayatım başladı. Bodrum, İstanbul, İzmir, Ankara derken Paris’te de fuarlara katıldım. Dersim’e ilk geldiğim sene, belediyenin kültür servisinden aramışlardı. Resim yaptığımı biliyorlardı, çağırdılar. O meydanda halka açık bir sergiye katıldım. En son, bir arkadaşımın davetiyle Azerbaycan Resim Çalıştayına katıldım. Orada, 2025 yılının 100 kadın ressamı arasında gösterildim. Bu yıl Ankara’da bir karma ve bir kişisel sergim olacak.
Ressamlık tarzınızı nasıl ifade edersiniz?
Hocam Mesut Eren geldi, resimlerime baktı ve “Senin tarzın soyut figüratif fütürist sembolist” dedi. Bir sürü şey sıraladı tabii. Ben çizimlerimde biraz da Türkiye’deki kadınların yaşadıkları üzerinden kendi hayatımı anlatıyorum. İç dünyamdan çıkarak tuvalin karşısına geçiyorum, o anda aklıma ne gelirse onu çizmeye başlıyorum. Ama figürler üzerinden tabii. Baskıcı toplumlarda, geri kalmış ülkelerde kadın ne tür baskılar görüyor? Vücudu üzerinde ne tür tabular var? Namus hikayelerinin gelip kadının bedenine dayanması… Benim resimlerim, tüm bunlara karşı bir isyan olarak çıkıyor.
Mahsa Amini’yi biliyorsunuz. Saçı göründüğü için İran’da polis tarafından öldürüldü. O kadını canlandırmaya çalıştığım bir resmim var. İran’da “Beyaz Çarşamba” diye bir eylem var. Her çarşamba, kadınlar başlarındaki beyaz örtüyü çıkarıp atarak isyan ediyor ve kayboluyorlar. O beyaz örtü, resmimde bu hareketin sembolü. Arkadan doğan bir kızıl güneş var; onunla, kadınların mücadele ile aydınlığa kavuşacağını anlatmaya çalıştım. Göbeğinde bir elma var. Elma, biliyorsunuz, cennetten kovulmanın simgesi. Bekaret kemeri de var. Erkekler savaşa giderken kadınlara işkence şeklinde bir alet takarlarmış, kimisi dişli, kimisi dikenli… Kadınların hiçbir ihtiyacı olamaz, kapatılması gerekir, kilitlenmesi gerekir. Yani kadın erkeğin malıdır, devletin malıdır. Annenin, babanın, kardeşin… Herkesin kadının üzerinde bir mülkiyet hakkı var.
Nü, eserlerinizde çok tercih ettiğiniz bir tarz gibi duruyor. Nü bedenlerin çoğu da kadınlar. Bu bilinçli bir tercih mi?
Resimlerimin nü olması, özgürlüğü çağrıştırıyor bende. Özgür olmalıyız. Biz çıplak doğduk, hiçbir yerimiz ayıp değil, duygularımız ayıp değil. Bu tabuları biz yıkmalıyız. Hangi toplumda olursak olalım, kadın sorunu tüm dünyayı ilgilendiren bir mesele. Benim tüm işlerim, sadece Türkiye’de değil, dünyada da kadınlar üzerindeki baskılara karşı bir duruş.
Eviniz bir resim galerisi gibi. Bir galeri açma fikriniz oldu mu hiç?
Aslında Dersim’e yerleşirken amacım bir galerim ve atölyem olsun, birlikte çalışabileceğim birkaç arkadaşım da olsun gibiydi. Ama öyle bir olanak olmadı. Ben de kendi kendime, evimin içinde yapıyorum artık resimlerimi. Bundan sonraki hayatımın resimle geçeceğine inanıyorum. Azerbaycan’daki çalıştayda, resimlerimin çok cesur olduğu konuşuluyordu. Türkiye şartlarında cesur bir ressam olarak anıldığımı duydum. Burada da böyle anılmak istiyorum. Benim amacım resimleri satmak değil; zaten hiç satmadım, ticari bir uğraş içinde değilim. Sadece Türkiye’de benim koşullarımdaki bir kadının ne kadar ilerleyebileceğini göstermek istiyorum.
Evrensel'i Takip Et