‘Daha kötüye gitmesine izin vermemeliyiz’
Eylemlere katılan genç işçiler "Sağcıyız ama susmayacağız" diyerek kitlesel tepkinin birleştirici gücünü vurgularken, henüz harekete geçmeyenler ise "Hak arayanlar terörist mi?" ikilemiyle yüzleşiyor.

Fotoğraf: ANKA
Ercan Keskin
ercan.keskin1917@gmail.com
Ankara – Günlerdir hayatın her alanında gündem belli: İmamoğlu protestoları... Fabrikalarda da tartışma oldukça yoğun. Geçmiş zamanlarda herkesin bir şey demeye çekindiği konularda pek çok işçi düşüncelerini açıkça ifade ediyor. Sincan’da bir metal fabrikasındaki işçilerle konuştuğumuzda ise ortaya şu tablo çıkıyor: AKP’nin muhalefeti susturma politikasının herkes farkında ve bunun eleştirisi oldukça fazla. Bunun yanı sıra kendisine oy verenler de dahil olmak üzere CHP’nin süreçteki tutumu sıkça konuşuluyor. “Parti içinde çatışmalar var. Özgür Özel, kendi rakibini engellemek için İmamoğlu’nu şikayet etti” gibi komplo teorilerine varan görüşler de mevcut. Ve iyi muhalefet yapmadığı düşünülerek işlerin buraya gelmesinde payının büyük olduğu dile getiriliyor. Buradan yola çıkarak “Bizi savunacak kimse kalmadı. Hepsi kendi çıkarının peşinde” deniyor ancak iş tepki vermeye, hak aramaya geldiğinde hâlâ temkinli yaklaşılıyor.
‘Ülkedeki durumla fabrikadaki durum aynı’
Tabii bu kıstasa girmeyen işçiler de var. Örneğin iki yaşlı AKP’li işçiyle konuştuğumuzda “Yapılan doğru. Devlet almışsa içeri vardır bir bildiği. Zaten bu adamın İstanbul’a ne faydası var? İyi belediyecilik mi yapıyordu” diyor. “Göstericiler polise kezzap attı” şeklinde ne servis edilirse o cümleler tekrarlanıyor.
Ancak tüm AKP’li işçiler aynı düşünmüyor. Örneğin genç bir işçi tartışmaya aynı argümanlarla başlıyor ama sonuç farklı oluyor. Tartışmada cümlelerini şu şekilde bitiriyor: “Bu protestoların sadece Ekrem İmamoğlu’nu desteklemek için olduğu sanıyordum. Aslında hepimizin durumu aynı ve hepimiz aynı şeyi istiyoruz. Ben 30 yaşına geldim, evlenmek istiyorum ama evlenemiyorum. Niye? Çünkü param yok. Şimdi evlenmek istesem 500 binle 1 milyon lira arası. Burada (fabrikayı kastediyor) maaşımız düşük diye ses çıkarsak direkt tepemize biniyorlar, işten çıkarıyorlar. Sosyallik desen zaten yok. Ömrümüz işle ev arasında geçiyor. Böyle düşününce ülkedeki durumla fabrikadaki durum aynı. Daha iyi bir gelecek için sesini çıkardığında direk sesini kesiyorlar.”
‘AKP’yi savunanın bir çıkarı vardır’
Buna karşılık kendisine “Milliyetçiyim ama bunlardan (AKP) değilim” diyen muhafazakar işçilerde ise durum biraz daha farklılaşıyor. Çoğunda sokağa çıkmak karşılaşılmamış bir şey ve ‘yakıp yıkmak’ olarak nitelendiriliyor. “Polis de bu vatanın evladı. Sonuçta o da emir kulu” deniyor. Örneğin genç bir milliyetçi işçi kendi çelişkisini şu şekilde aktarıyor: “Bence yapılan sonuna kadar yanlış. Bu saatten sonra AKP’yi savunanın zaten kesin bir çıkarı vardır. Çünkü aklıselim insan bunu yapmaz. Ama çarenin sokakta aranması bana garip geliyor. Bu iş sandıkla, seçimle ya da devlet büyüklerinin bir şey yapmasıyla çözülür bence. Gerçi bakınca da zaten seçmişsin, içeri almışlar. Devlet büyükleri desen hepsi yalaka olmuş. Başka çare de kalmıyor. Ama sokağa çıkmak hâlâ bana uzak, kültürümüzde yok. Bu bütün akrabalarım ve arkadaşlarım için de geçerli. Hepsi eleştiriyor ama sokaktakilere de kızıyorlar.” Tam bu söylemin üzerine art arda iki işçi arkadaşı arıyor ve “Akşam Kızılay’a eyleme gidiyoruz. Sen de gelsene” diyor.
‘Sağcıyız ama susup bekleyecek değiliz’
Yine genç bir işçiyle konuya dair tartışmanın sonu meydanda bitiyor. Genç işçi hem kendini hem de çevresini eleştirerek şunları söylüyor: “Herkes topu birbirine atıyor ama kimsenin bir şey yaptığı yok. Ben de geç kaldım ama sonuçta bir şeyler yapmak lazım. Ülkenin daha ne kadar kötüye gitmesi gerekiyor taşın altına elimizi koymak için.”
Akşamında eyleme katılmak için meydana gittiğinde ise beklediğinden farklı bir tabloyla karşılaştığını söylüyor: “Ben bu kadar kalabalık beklemiyordum. Burada her kesimden insan var. Biz sağcıyız mesela ama ülke bu haldeyken susup bekleyecek değiliz. Eyleme katılan herkes de aynı düşünüyordur. Çünkü buradaki insanların içinde bir heyecan var. Yüzlerinde ise mutluluk. Bir araya gelmenin, mücadele etmenin mutluluğu...”
Son olarak bir önceki gün “Bu milletten bir şey olmaz. Hepsi koyun gibi kimse sesini çıkarmıyor. Sonumuz daha da kötü olacak. Ya başımıza bir şey gelirse” diyen orta yaşlı, kendini Atatürkçü olarak tanımlayan işçi ise bu sefer yumruğunu havaya kaldırıp bambaşka bir duyguyla konuşuyor: “Akşam gidiyor muyuz Kızılay’a? Damlaya damlaya göl olacağız bundan sonra. Bir kişi deyip geçmeyeceğiz. Bir kişi bir kişidir. Kime sorsam bunlardan olmaz diyor ama kimse de adım atmıyor ben dahil. Bundan sonra hepsine katılacağım. Çünkü çocuklarımı düşünmek zorundayım. Bu ülkeyi kurtaracaksak biz kurtaracağız.”
Belirli bir ilerleme var
Bu işçiler haricinde de işçiler düşüncesini dile getiriyor, tartışıyor. Kendince bazı sınırları aştılar veya aşmaya çalışıyorlar. Eylemlere katılamasa bile mücadelenin bir ucundan tutuyor. “Canlı yayından takip ediyoruz. Gelemiyoruz ama sizinleyiz” şeklinde destek mesajı atan işçiler oluyor. “Karşılaştığımızda bir gün beraber gidelim belli ki bu mesele daha uzun sürecek” diyerek plan yapan işçiler oluyor. Seçim sandığında oy veren ve “İki gün önce eyleme de katıldım. Her gün gidemiyorum ama üç gündür bizim oğlanı gönderiyorum” diyen işçiler de oluyor.
Henüz işçilerin genelinde mücadeleye aktif katılım mevcut değil. Hatta pek çoğunun gözünde hakkını arayan insanlar hâlâ terörist olarak görülüyor. Ancak belli bir kesimin dün bulunduğu nokta hesaba katıldığında, belli bir ilerleme de gözlemlenebiliyor. Meseleye bakış açısındaki olumlu ivme yadsınamayacak bir gerçek ve birikerek çoğalması için güç işçinin elinde. Bu noktada ise “Genel grev, genel direniş” hattı önemle duruyor.
Evrensel'i Takip Et