26 Mart 2025 17:24

‘Direnen işçiler, barikatı aşan öğrenciler en büyük korkuları’

Hukuksuz yasakları, işçilerin kazanımlarını BİRTEK-SEN Başkanı Mehmet Türkmen’le konuştuk. Ev hapsinde olan Türkmen, ‘Artık korkmuyoruz’ diyenlerin sayısının arttığını dile getirdi.

‘Direnen işçiler, barikatı aşan öğrenciler en büyük korkuları’

Fotoğraf: Evrensel

Murat Uysal
muratuysal72@gmail.com


Başpınar’da düşük ücret dayatmalarına karşı başlayan işçi direnişleri ve grevler devletin hukuksuz müdahaleleriyle kesintiye uğradı. BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen’in tutuklanma sürecini ve bu sürecin arka planını kendisiyle konuştuk. Türkmen, işçi sınıfının öfkesinin sermayeyi nasıl korkuttuğunu, devletin nasıl pervasızca hukuku çiğnediğini ve yarınlara ne kaldığını anlattı.

"Direnişler patronları tedirgin etti, yasak ve tutuklama bunun sonucu"

İçeriye alınma sürecini anlatabilir misin? Neden sizi hedef aldılar? 

Daha önce de çok dile getirdik, ama tekrar vurgulamakta fayda var. Benim tutuklanmam ve grevlerin yasaklanması, aslında başka fabrikalara yayılan direnişlerin sermayeyi ve iktidarı korkutmasıyla ilgili. Bu, öyle basit bir korku değil. Başpınar’da son yıllarda her zam döneminde yaygın direnişler yaşanıyor. Biz her seferinde gözaltına alındık, baskı gördük. Özak Tekstil sürecinde yaşananlar, Antep’teki direnişlerde defalarca gözaltına alınmamız hep aynı kaygıdan: İşçi sınıfının örgütlü mücadelesi.

Bu hareketin merkezinde olduğumuzu düşünüyorum. Sendikamız üye sayısı az olmasına rağmen, fiilen bütün mücadelelere öncülük ediyor. Sermaye ve iktidar bunu görüyor. Özak’tan sonra bize yönelik baskılar arttı. Bu son yasaklama, Başpınar’daki direnişlerin daha büyük bir potansiyele ulaşacağını gördükleri için geldi. 

"Yasak, işçi sınıfının kazanımlarını engelleyebilmek içindi"

Bu yasaklama ve tutuklama, direnişin kazanımlarını engelledi mi?

Kesinlikle. Eğer bu yasak olmasaydı, direniş çok daha fazla fabrikaya yayılacak, ücret artışları çok daha yüksek olacaktı. Şu an birçok fabrikada ortalama yüzde 40 zam alındı, ama asıl taleplerimize ulaşamadık. Yasak, tam da hareketin birleşeceği ve daha güçleneceği bir dönemde geldi.

Bir de şu var: Bu sefer direnişler kendiliğinden değildi. İki ay önceden hazırlandık. Yüzlerce işçiyle toplantılar yaptık, kurultay düzenledik. 40’a yakın fabrikadan temsilciler katıldı. Bu örgütlülük, patronları ve devleti korkuttu. Yasak geldiğinde zaten 20’den fazla fabrikada direniş vardı. Eğer engellenmeseydi, belki 100’den fazla fabrikaya yayılacaktı. 

"Devlet ve sermaye, işçilerin yapabileceklerinden korktu"

Peki devlet neden bu kadar pervasız davrandı? 

Çünkü Başpınar’daki hareket sadece yerel bir direniş değildi. Bu, Mehmet Şimşek’in ekonomi politikalarını tehdit ediyordu. İktidar, işçi ücretlerini baskılamak zorunda. Eğer Başpınar’daki işçiler haklarını alırsa, bu diğer sanayi bölgelerine yayılabilirdi.  Bir de şunu gördüler: Bizim öncülüğümüzde işçiler birleşiyor. Yasak, tam da 6 fabrikanın ortak eylem yapacağı günün gecesinde geldi. Devlet, valilik, polis, jandarma hepsi seferber oldu. Demokrasi Meydanı’nı kapattılar, insanlar geçemiyordu. Bu bir OHAL uygulamasıydı.

Bu süreçte işçiler ne kaybetti, ne kazandı? 

Bu süreçte işçilerin hem kayıpları hem de kazanımları oldu. Önce kayıplardan başlayalım. Başta işçilerin kazanımları yarıda kaldı. Eğer bu yasaklar olmasaydı, ücret artışları çok daha yüksek olacaktı. Şu an ortalama yüzde 40 zam alındı, ama asıl taleplerimize tam olarak ulaşamadık. Örneğin, birçok fabrikada işçiler yüzde 50-60 zam istiyordu, ancak baskılar nedeniyle bu sağlanamadı.

İşten atmalar yaşandı, özellikle direnişin öncüsü olan ileri işçiler işten atıldı. Çelikaslan, Has Çuval, Yalçın Kardeşler gibi fabrikalarda onlarca işçi işini kaybetti. Daha önceki direnişlerde işten atmaları engelliyorduk, ama bu kez yasaklar nedeniyle patronlar daha da pervasız davrandı.

Sendikalaşma süreci yavaşladı. Tam da yüzlerce işçinin sendikaya üye olmaya başladığı bir dönemde e-Devlet üzerinden üyelik işlemleri 3 gün boyunca engellendi. Bu, örgütlenmenin önüne geçti.

Son olarak hareketin daha da büyüyüp tüm Başpınar’a yayılması engellendi. Yasaklar olmasaydı, belki 100’den fazla fabrikada direniş olacaktı.

Şimdi yasaklara rağmen gelen kazanımlara bakalım. En önemlisi “Biz birlik olabiliriz” inancı gelişti. İşçiler, “Artık patronlar bize yetmiyor, devletten yardım aldılar” diyor. Bu, büyük bir öz güven getirdi. Eskiden “İşçiden bir şey olmaz” diyenler, şimdi “Biz güçlüyüz” diyor.

İşçiler devletin gerçek yüzünü gördü. Polis, jandarma, valilik… Hepsi patronların yanında saf tuttu. İşçiler, “Devlet aslında kimin yanında?​” sorusunu artık daha net soruyor.

Yasaklara rağmen binlerce işçi sokaklara çıktı. Demokrasi Meydanı’na polis barikatlarına rağmen yürüdüler. Bu, Başpınar’da uzun yıllardır görülmemiş bir cesaretti.

Sendikaya olan güven arttı. BİRTEK-SEN, işçilerin gözünde “Bizim sendikamız” oldu. Daha önce “Sendikalar ihanet eder” diyenler, şimdi “Bu sendika bizi savunuyor” diyor.

Gelecek mücadelelere deneyim kaldı: Bu direniş, işçilere “Nasıl örgütlenmeliyiz?​”, “Patronlara nasıl direnmeliyiz?​” sorularının yanıtlarını öğretti. Bir sonraki zam döneminde çok daha güçlü başlayacaklar.

Sonuç olarak evet, bazı kayıplar oldu. Ama kazanılanlar çok daha değerli. “Artık korkmuyoruz” diyen bir işçi kitlesi var. Ve en önemlisi, patronlar da devlet de bunu gördü. Bir sonraki mücadelede bu deneyim çok daha büyük bir direnişe dönüşecek.

Dışarı çıktığında ülkede neler gördün? İmamoğlu’nun tutuklanması, öğrenci eylemleri... 

Cezaevinden çıktığımda, ülkenin bambaşka bir halde olduğunu gördüm. İçerideyken olup bitenleri sınırlı bir şekilde takip edebiliyordum. Televizyonda sadece iktidar yanlısı kanalları izleyebiliyorduk, sosyal medya yoktu, muhalif gazeteler gelmiyordu. Ama dışarı çıkınca gördüm ki, bu ülkede artık ‘Bu kadarı da olmaz” denilen olmuş.

"İşçilerin haklarının gasbedildiği ülkede kimse özgür olamaz"

İmamoğlu’nun tutuklanma süreci, aslında iktidarın ne kadar çaresiz olduğunu gösteriyor. Bu ülkenin en büyük şehrinin belediye başkanı, seçimle gelmiş bir isim, hukukun ayaklar altına alındığı bir operasyonla hedef gösterildi. Ama burada asıl mesele şu: “Bu sadece İmamoğlu’nun meselesi değil.” Eğer devlet, İstanbul’un belediye başkanını bu şekilde tutuklayabiliyorsa, yarın kimsenin güvende olmadığı bir ülkede yaşıyoruz demektir.

İmamoğlu’nun dediği gibi: “Mesele ben değilim, mesele bu ülkenin geleceği.” Ama bizim eklememiz gereken bir şey var: “Mesele, işçilerin grev hakkının bile gasbedildiği bir ülkede, hiç kimsenin özgür olamayacağıdır.”

"İşçi sınıfının mücadelesiyle birleşirse…"

Üniversitelerdeki eylemler beni çok umutlandırdı. Gençler, “Artık susmayacağız” diyerek sokaklara çıkıyor. Polis şiddetine, gözaltılara rağmen direniyorlar. Ama dikkat edin: İktidar, bu eylemleri “provokasyon” gibi göstermeye çalışıyor. Bazı lümpen gruplar eylemcilere saldırıyor, medya bunu “kaos” olarak yansıtıyor. Amaç, halkın gözünde bu hareketi “şiddet yanlısı” göstermek. Oysa gerçek şu: Bu gençler, kendi geleceklerini savunuyor. Ve onların bu mücadelesi, işçi sınıfının mücadelesiyle birleşirse, bu iktidarı sarsacak güce ulaşır.

Şunu net olarak söyleyeyim: Bir iktidar, bu kadar pervasızca hukuku çiğniyorsa, bu onun güçlü olduğunu değil, çaresiz olduğunu gösterir. İmamoğlu’nu tutukluyorlar, çünkü seçimle gelen birini bile hazmedemiyorlar. Grevleri yasaklıyorlar, çünkü işçilerin hak arayışından korkuyorlar. Üniversitelerdeki gençlere saldırıyorlar, çünkü “Artık korkmuyorlar” diye panikliyorlar.

Bundan sonra ne olacak?

Bu hareketin büyümesi için işçi sınıfıyla gençliğin buluşması şart. Sendikalar, emek örgütleri, bu mücadelenin içinde aktif olmalı. Bugün İmamoğlu’na yapılan, yarın hepimize yapılabilir. Bu yüzden “Mesele sadece bir kişi değil, hepimizin geleceği” diyerek mücadeleyi büyütmeliyiz. “Eski normale dönmek” değil, yeni bir Türkiye için mücadele etmeliyiz.

Evrensel'i Takip Et