Bir kuşağın adını koyamadığı isyan: Neoliberal vahşet
Neoliberalizm gençleri üç kuruşa fabrika ve iş yerlerine hapsetti. Sendikaları kırdı, var olanı ele geçirdi. Ellerini bozkurtlaştırarak havaya kaldıran gençler işte bu neoliberal kapitalizmin nesli.

fotoğraf:Evrensel
Uğur Zengin
ugurcze@gmail.com
Saraçhane’nin gençleri sıfırdan değil, eksiden başlayan bir gençlik neslini temsil ediyor. Eğitimin özelleştirilmesiyle kredi piyasasına çekilmiş, borçla kelepçelendirilmiş, hayaller satın almış bir nesil şimdi öfkeyle adım atıyor.
Anlatılarını, kavramlarını, anahtar sözcüklerini tek potada erittiğinizde yaşanan neoliberal vahşet ayan beyan ortada. Eğitim ve sağlıkta özelleştirme, düşük ücret, işsizlik, geleceksizlik, artan kira fiyatları, dinselleşme, enflasyon, yüksek vergiler, adaletsizlik… Cesaretlerinin de, korkularının da kaynağı neoliberal şiddet.
Türkiye işçi sınıfının ilk kitlesel mitingi yaptığı, yaşlı bir kadının “Maluliyet aylığı 120 lira, ev kirası 150 lira” pankartı kaldırdığı yerde, Saraçhane’de 61 yıl sonra, 20’li yaşlarının başında genç bir kadın şunları söylüyor: “Nişantaşı Üniversitesinde hemşirelik okuyorum. Genel olarak part-time işler oluyor, müsait oldukça onlara gitmeye çalışıyorum çünkü öğrenciyim, okumam gereken bir okulum var. Hem ona yetişmeye çalışıyorum hem de işe yetişmeye çalışıyorum. Bir kazancımın olması gerekiyor çünkü. Ya çoğu zaman ben evde aç yattığımı bilirim, sırf kiramı ödeyebileyim diye. Bu hak değil yani, gitti tamamen her şey elimizden gitti…”
Neoliberalizm gençleri üç kuruşa fabrika ve iş yerlerine hapsetti. Sendikaları kırdı, var olanı ele geçirdi. Kamu hizmetlerinin neredeyse tamamını özelleştirildi. Ücretliler dipte büyük bir yarışa sürüklendi. Vahşi bir kemer sıkma rejimi geliştirildi. Güvencesiz, esnek çalışma modeli yaygınlaştı. Polise ayrılan bütçe de fiziki şiddet de arttı.
Neoliberalizmin kodları Saraçhane’de; ellerini bozkurtlaştırarak havaya kaldıran gençler işte bu neoliberal kapitalizmin nesli.
Ağırlıklı olarak 18-25 yaş aralığındalar. İlkokulu, liseyi ve üniversiteyi bitirip, ‘sosyalizasyon’ süreçlerini tamamladıkları 2018-2025 yılları küresel pandemi ve büyük depremin yaşandığı, sermaye içi kavganın şiddetlendiği, genel-yerel seçim sandıklarının kurulduğu, başkanlık sisteminin hayata geçirildiği, resmi enflasyon ibresinin yüzde 770’i gösterdiği, özel üniversitelerin palazlandığı, sağlık hizmetlerine erişimin kısıtlandığı, Suriye’de vekalet savaşının sürdüğü, yoğun göçlerin yaşandığı yıllar oldu. Çok dahası var.
Saraçhane’nin gençleri işte bu sonuçlardan yola çıkan, iktidara şiddetli tepki duyan, kafası karışan ancak arayışta olan bir kuşağı temsil ediyor.
Kitlede öne çıkanlardan biri Tarık. Bir elinde Atatürk resmi diğerinde bozkurt işareti. Konuşmak, maskesini açmak, yüzünü göstermek istiyor. Ona taleplerini soruyorum: “Düzgün bir ekonomi istiyorum her şeyden önce. Yarınımın garanti olmasını istiyorum. Laiklik istiyorum, hürriyet istiyorum. Seçme ve seçilme hakkımın kayıtsız şartsız hiçbiri baskı altında olmadan uygulanmasını istiyorum. Yargılanacaksa herkes düzgün yargılansın. Benim umurumda değil, ne Tayyib’i ne İmamoğlu’su. Ben şu anda apolitik bir gencim. Son seçimden sonra apolitik oldum ben.”
Araya giriyorum:
- Geliyorsun slogan atıyorsun, baştan aşağı siyaset konuşuyorsun. Bütün siyasetin gözü Saraçhane’de. Nasıl apolitik oluyorsun? Bir siyasi partinin üyesi olmamayı mı kastediyorsun?
- Aynen. Hiçbir partinin üyesi değilim, hiçbir siyasetçiye de sempati beslemiyorum.
- Nasıl bir parti olsa üye olursun?
- Tamamen şeffaf bir parti olursa üye olurum. Her yapacağı işten gençleri haberdar eden bir parti olursa üye olurum. Parti içinde delegelerle değil de, gençlerle yürüyen bir parti olursa üyesi olurum.
- Şu anda okuyorsun değil mi?
- Ben aşçıyım, şu an aktif olarak bir yerde çalışmıyorum, sezona gideceğim İzmir’e.
- Aslında işçisin…
- İşçiyim abi, evet direkt işçiyim. Herkes yaptığı çakallığı, çaldığı parayı, çaldığı hakkı, sana vereceği paradan çaldığı hakkı düzgün bir şeymiş gibi anlatmış durumda. Bu çok yanlış bir şey aslında ama demografik bozulma buna yol açtı.
- Aslında mülteci göçü yoğunlaşmadan önce de Türkiye’de ekonomik krizler yaşandı...
- Tabii, tabii, tabii. Peki, şimdi sadece, sadece mülteciler geldi de kötü oldu demeye hayır, çok haksızlık olur. Sadece mülteciler değil, zaten şöyle bir olay olur. Avrupa Birliğinden para alıyoruz mültecilere bakmak için. Ama yani sen tank palet fabrikanı gidip 40-50 milyon dolar gibi hani komik rakamlara satarsan Araplara, bunu çekersin. Şeker fabrikanı satarsan bunu çekersin. Gidip dışarıdan tohum kullanırsan, ata tohumunu kullanmazsan bunu çekersin. Bu sadece aynı mültecilerle alakalı olan bir şey değil.
Benzeri çok diyalog yaşadık.
Bir başka genç barmenlik yapıyorken işsiz kalmış. 20’li yaşlarının başında. Yüksek kiralar nedeniyle ailesiyle yaşıyor. Türkçü olduğunu söylüyor, soruyorum:
- Nedir senin için Türkçülük?
- Türk gelenek ve göreneklerine saygılı olmak. İslamiyetçilik adı altında, siyasal İslam adı altında, komünizm adı altında Türklerin kültürü bozuldu. Mahalle kültürümüz bile kalmadı.
- Türkçülüğü nereden, hangi kaynaklardan okuyorsunuz?
- (Bir başkası araya giriyor) Ben Türkçülükte net değilim. Benim net olduğum tek şey Atatürkçüyüm. Ben sadece Atatürk görüşümde ilerliyorum.
- (Diğeri devam ediyor) Nihal Atsız okudum. Ya Nihal Atsız’ın da savunduğun yerlerini alırsın, savunmadığın yerlerini almazsın. Kim? Salak değilsin, beynin var, muhakeme yeteneğin var. Kötü bir sözünü örnek verip kafatasçı demek çok saçma.
- Irkçı değilim diyorsun?
- Değiliz abi, hiç değil. Benim benle sorun olmayan kimseyle sorunum yok arkadaşlar. Benim benimle sorunu olan milletlerle sorunum var.
Bu kuşak, tıpkı Tarık gibi yoksulluk nedeniyle üniversiteye gidemeyen, diplomayı alsa da işsiz kalan ya da iş bulsa da düşük ücret dayatılan, lügatlarında “sendika”, “grev”, “boykot” kavramları henüz bulunmayan, hangi siyasal simge ile kendisini özdeşleştirirse özdeşleştirsin zihninde ideolojik bütünsellik barındırmayan bir gençlik kuşağı. Alandaki ‘milliyetçi gençler’ buluştukları heterojen meydanın gözle görünen parçalarından oldu. Bu yüzden içlerinden biri, “Vallahi ben burada yedisinden yetmişini her türlü insanı gördüm. Ben ilk defa bu kadar insan çeşitliliği gördüm Türkiye’de. Hani normalde bir Türk tipi vardır ya, burada o yok. Herkes pırlanta gibi, herkes hürriyeti ve demokrasiyi savunmak için burada” diyordu.
Artık otobüsten gelen ses kesildi. “Ağabey artık sen buradan git, burası karışacak” dediler. Hızlıca fotoğraflarını çektim. Biber gazının kokusu geldi. Koşuşturma başladı. Kimi gözaltına alındı, kimi tutuklandı. Ancak koşu sürüyor. Koşucular farkında olsa da, olmasa da küresel vahşete karşı bu koşunun nasıl örgütleneceği bütün bir toplumun geleceğini belirleyecek. O zaman başta gençler, iyi koşular!
Evrensel'i Takip Et