Toplumsal fay kırıldı, haydi gençler!
Türkiye'de gençlik hareketi, Erdoğan rejiminin baskıcı politikaları ve ekonomik çöküşe karşı heterojen bir direniş sergilerken, işsizlik ve geleceksizlik gibi ortak mağduriyetler etrafında birleşiyor.

Fotoğraf:Evrensel
Umur Yedikardeş
Toplumsal hareketler, depremlere benzer; öngörebilirsiniz ama zamanını, öncülerini, biçimini, büyüklüğünü ve sürekliliğini kestiremezsiniz. Çoğunlukla toplumsal hareketler başladığında ve somutlaştığında aynı soru sorulur: “Kim bunlar?”
Bu süreçte “Kim bu gençler?” sorusuna yanıt vermek, zor olduğu gibi değişkenlik gösterme potansiyeline sahip. Bu yüzden tarihsel değişim ve etkileşimlerle beraber değerlendirmeliyiz. Bu bağlamda dünden bugüne yaşanan süreçte gençliğin koşullarını düşünmekle başlamak hem onları anlamak hem de tüm sorumluluğu ve bedeli bir gençliğin üzerine yıkmamak adına önemlidir.
Kuşakları “X, Y, Z” gibi içeriği belirsiz harflerle tanımlamak gibi kestirmeci bir yola başvuruluyor. Bu harflendirmeler sermayenin satış stratejisi olduğundan gençleri anlamaktan çok uzak ve dışlayıcı. Bu sınıflandırma; güçlüyü öne çıkarırken; tehdit görüleni, ötekileştirileni dışarıda bırakıyor. Bu yüzden bir kuşağı tanımlarken harflere değil, toplumsal kuşak kavramına başvurulur. Somut bağ oluşumu ve aynı tarihsel-toplumsal birliğin ortak kaderine katılım olarak tanımlanan toplumsal kuşaklar tarih sahnesinde gençlerle birlikte yer alıyor. ’68 kuşağı, ’78 kuşağı, Gezi kuşağı, pandemi kuşağı… O zaman bugün “hak, hukuk, adalet” diye bağıran gençler hangi ortak kaderde buluşuyor sorusuna yanıt aramalıyız.
Protestolarda yer alan gençler, Erdoğan karşıtı pozisyonda ortaklaşıyorlar. Erdoğan ifadesini kullanmamın sebebi Erdoğan’da vücut bulan bir başkanlık rejimidir. 19-24 yaş arası gençlerin çoğunlukta olduğunu düşünürsek, hayatlarında Erdoğan’dan ve AKP’den başka yönetim görmemiş olan gençlerden bahsediyoruz. Ortaokul veya lise zamanları ise ortalama 2010’ların son çeyreğine denk geliyor. 2017 referandumu bu gençlerin hayatlarında bir kırılma noktası. Gezi direnişi, Barış İçin Akademisyenler ve KHK’ler ve iktidarın mutlaklaşma koşullarını yarattığı darbe sürecinin ardından toplumsal muhalefetin sokağı büyük ölçüde kaybettiği ve sandığın siyaseti belirlediği koşullarda bu gençler, ömürlerinde 15, 2017’den bugüne ise 5 seçim (genel, yerel, referandum) görmüşler. Yüksek oranda sandığa giderek değişim umudunu taşımışlar. İmamoğlu’nun 3 seçim kazandığını düşünürsek; sandık gençler için siyasete katılma araçlarından biri haline gelmiştir. Kurumsal siyasetin yaşlı, erkek, hiyerarşik olduğu ortadayken ve toplumsal muhalefet de sokakları çoğunlukla kaybetmişken, sandığın, gençler için yüksek bir önemi olduğu gözüküyor.
Gençlik, toplumsal grup olarak Sanayi Devrimi ve modern devletle birlikte ortaya çıkmış ve zamanlara ve mekanlara göre yeniden tanımlanmıştır. Kapitalizmle gençlik olgusu birlikte anılmalıdır. Meydanlardaki gençlerin protestolarında çok fazla döviz, slogan veya şarkı görmüyoruz. Biraz daha dikkat çeken iki slogan ise, “hak, hukuk, adalet” ve “diplomasız Erdoğan”. Bu iki sloganla Türkiye kapitalizminin 2002’den bugüne yaşadığı dönüşümün gençler üzerindeki etkisi karşımıza çıkıyor. 2002’den bugüne Türkiye’de üniversite sayısı 76’dan 209’a, üniversite öğrencisi sayısı da yaklaşık 8 milyona çıkmıştır. Bu yüzden diplomanın başka toplumsal kuşaklara göre ayırt edici bir özelliği yoktur. Diploma üzerinden yapılan tutsak siyaseti gençlerde öfkeye neden olmaktadır. “Diploma” ve arkasından gelen “terör” ve “yolsuzluk” soruşturmalarının gençleri neden ikna edemediği de tam burada yatıyor. Kurumsal siyaset eski ve köhnemiş olarak görülüyor. İktidar, gençlerin üç kere seçtiği bir belediye başkanını eski tedirgin edici söylemlerle tutsak ederken; yaptığı açılımlar ve kendilerine ait ortaya çıkan yolsuzluklar birlikte ele alındığında gençlerin üzerinde hiçbir tesiri olmadığı görülüyor. Gençler toplumsal muhalefetten tutuklamaları, yolsuzlukları ve süreçleri görüyorlar. Bu tutsak siyaseti gençleri ikna edemiyor ve sandıkta gösterdikleri iradelerinin yok sayıldığı konusunda onları birleştiriyor.
Şimdi gençlerin nesnel koşullarına bakalım. TÜİK’e göre 85 milyonluk nüfusun yaklaşık 13 milyonu 15-24, 9 milyonu da 18-24 yaş arasında. Geniş tanımlı işsizlik gençlerde yüzde 36.2, genç kadınlarda yüzde 45.7. Her iki gençten biri işsiz. Genç nüfus düşerken, Marx’ın ifadesiyle artık nüfus artıyor. Bu, bugünün rejiminde diplomanın hiçbir önemi olmadığı veya hayal kurulan yaşamdan uzak bir çalışma düzeni anlamına geliyor. Gençlerin üçte biri ne eğitimde ne istihdamda. 25-29 yaş arası gençlerde intihar vakaları da 2015’ten bu yana artış gösteriyor. Genç erkeklerde intihar artışı çok yüksekken, 4+4+4 eğitim sistemiyle kız öğrencilerin örgün eğitimden kopartılarak açık liseye kaydolduğunu ve evlerde yaşamaya mecbur bırakıldığını biliyoruz. 2024’te 71 çocuk işçinin iş cinayetinde hayatını kaybetmesi, pandemide gençlerin yalnız bırakılması ve 2023 Kahramanmaraş şubat depreminde yüz binden fazla kişinin ölmesi, tutuklu öğrenci sayısındaki artış, genç kadınların erkekler tarafından katledilmesi… Tüm bunlar bize isyan edenin sadece üniversite gençliği olmadığını söylüyor. Eğitimden koparılmış, işsiz, güvencesiz ve arkadaşlarını iş cinayetlerinde kaybedenler mevcut. Bu yüzden bu gençleri homojen bir topluluk olarak değerlendirmemeliyiz. Farklı sınıfsal koşullardan gelen gençlerin farklı politik angajmanlarını yadırgamamalıyız.
Gençlerin, politika yapma ve ilişkilenme biçimi diğer kuşaklardan farklılaşıyor. Ortak bir direniş içinde hareketi sürdürüyorlar. Seslerini sınıfsal olarak duyurma isteklerinde ortaklaştıkları için çok yüksek oranda bir genç nüfusu izliyoruz. Bu kadar heterojen bir kitlenin ayrışma olmadan bir haftayı geçen sürede direnişi devam ettirebilmeleri bence kuşaksal olarak en önemli özelliklerden birini bize gösteriyor. Gençler stratejik davranıyorlar. Oldukça temkinliler, dağılıp yeniden toparlanabiliyorlar. Eleştirileri veya saldırıları ayırt edip, saldırılara sessizlik ve umursamazlıkla cevap verirken, eleştirelleri de süreçle dönüştürme potansiyellerine sahipler. Son olarak eylemin ana nedeninin ve mağdurunun İmamoğlu ve CHP olduğu gerçek. Gençlik hareketini geçmişten ayıran en önemli nokta bu. Siyasi bir aktörün ve bir partinin mağdurluğunda birleştikleri için heterojen bir yapıya sahipler ve belli zamanlarda ve mekanlarda merkezden kopsalar da ortaklaştıkları nokta yine merkez olduğundan eylem biçimleri de çok net ortaklaşamıyor. Bildiğimiz bir şey varsa o da bu gençlerin toplumsal muhalefetin kaybettiği sokağı şimdilik geri aldığı ve savunduğu. Gençlik hareketi deyip geride durmak, öncüler ve öznenin ses çıkarmasına engel olmamak önemli. Eğer bu geride durma hali tarihsel bir ders vermeyle sorumluluğu gençlere yıkmak ve “Nasıl bir memleket istiyoruz?” sorusunun cevabını hep beraber aramamak ve destek olmamaksa, o zaman bu bir kaçıştır.
Toplumsal hareketler ya tatmin olur ya da zorla dağılır, sönümlenir. Gençlerin stratejik olarak farklı özelliklere sahip bir toplumsal kuşak olduğunu düşünürsek; sönümlenen ama kor halinde süreç içerisinde yeniden alevlenecek bir hareket görebiliriz. Bu yüzden harekette bir durulma olsa bile umutsuzluğa kapılmamalıyız, çünkü toplumsal fay kırıldı. Gençler, “Haydi gençler! Yolu iyi aklınızda tutun ki istediğiniz zaman buraya dönebilesiniz” (Mavi Defter) şiarını iyi biliyorlar, bize o konuda söz düşmez ama Lenin’in dediği gibi “Umutsuzluk ve karamsarlık, yıkımın nedenlerini kavrayamayan, çıkış yolu göremeyen, mücadele yeteneğini kaybetmiş olanlara ait bir sorundur”. Bizler de gençlerle birlikte o umudun mücadele ile parçası olamazsak ve süreç içerindeki eleştirileri sürece katılmayarak konforlu bir alanda dile getiriyorsak; o zaman tarihsel süreçte yarınlar “Kim bu gençler?” yerine “Kim bu umutsuzlar, susanlar?” diye soracaktır.
Evrensel'i Takip Et