30 Mart 2025 04:05

Avrupa'nın Gündemi | Gericiler zirvesi

Paris’te 26 Mart’ta düzenlenen sağcıları ve aşırı sağcıları bir araya getiren gerici buluşma, Fransa’daki siyasi krizin ne kadar derinleştiğini ve aşırı sağ zihniyetin ivme kazanarak radikalleştiğini gözler önüne seren tehlikeli bir gelişme oldu. Bu toplantıda göçmenler, Müslümanlar, solcular ve Filistin destekçileri doğrudan hedef alınırken, göçmen karşıtlığı, emperyalist propaganda ve Gazze’deki soykırım meşrulaştırıldı.

Almanya’nın İsrail politikası ve hakkında uluslararası tutuklama emri olan İsrail Başbakanı Netanyahu’nun dokunulmazlık garantisiyle Almanya’ya davet edilmesi, tanınmış 77 Alman hukukçu tarafından sert bir şekilde eleştirildi. Hukukçular, yasa dışı işgal ettiği bölgelerde kullanması için İsrail’e silah gönderilmesi ve BM Özel Raportörü Francesca Albanese’nin Filistin’le ilgili toplantılarının iptal edilmesinin de hem uluslararası hukuka hem Alman hukukuna aykırı olduğunu bildirdiler.

İngiltere’de sosyal yardım kesintileri gündemdeki yerini koruyor. Milyonlarca yoksul insanın faydalandığı yardımlardaki kesintileri başyazısına taşıyan The Guardian gazetesi, “Bu haftaki yardım kesintilerinden önce de çocukların yaklaşık üçte biri yoksunluk içinde yaşıyordu. Bu korkunç durum devam edemez” dedi.

Paris'te "Fransa İslamcılığa Karşı" gericilerin zirvesi:

Anthony Cortes
Humanite

Paris’te 26 Mart Çarşamba günü düzenlenen “Cumhuriyet için... Fransa İslamcılığa karşı!” toplantısı, göçmen karşıtı ve İslam düşmanı söylemleriyle dikkat çeken bir grup gericiyi bir araya getirdi. Aynı zamanda solun bir kesimini hedef almak için de bir fırsat sundu.

Arapçada, gerçek niyetlerini gizleme sanatını ifade eden “takiye” kavramı kullanılır. 26 Mart’ta Paris’teki Dôme de Paris’te düzenlenen bu toplantı, tam da bu tanıma uyuyor. Çünkü duyurulan amacı “Cumhuriyet değerlerini savunmak” olsa da gerçekte içerik tamamen farklıydı: Göçmenlere, İslam’a ve Filistin halkının destekçilerine saldırmak.

Etkinlik, Fransız sağcı kolektifi “#AgirEnsemble” (Birlikte Hareket Etmek) tarafından, İsrail yanlısı lobilerden biri olan Elnet desteğiyle organize edildi. Sahneye çıkan iki önemli isim Fransa’ya  başbakanlık yapmış ve şu anda görevde olan Deniz Aşırı Bölgeler Bakanı Manuel Valls ve İçişleri Bakanı Bruno Retailleau, söyledikleri aşırılıklar ve abartılar nedeniyle salondaki yüzlerce kişi tarafından defalarca alkışlandı.

Martel’den medet umuyorlar

Açılış konuşmasını yapan Bruno Retailleau, saldırgan bir üslupla konuşmasına başladı. “Başörtüsüne hayır/kahrolsun!” sloganını atarak, başörtüsünün “Fransa’yı içeriden fethetmeye çalışan İslamcıların bir aracı” olduğunu öne sürdü. Fransa’nın “boş bir kabuk” haline geldiğini savundu. Adalet Bakanı Gérald Darmanin ise “woke” (uyanışçılık) düşüncesine saldırarak, bunun “Fransız halkını ortadan kaldırmayı amaçlayan bir ideoloji” olduğunu iddia etti.

Manuel Valls ise, tarihsel bağlamdan kopuk ve çarpıtılmış bir alıntıyla durumu Nazi işgaline benzetti: “Camus şöyle diyordu: ‘Direnişi ayakta tutan şey isyandı; yani insanları diz çökmeye zorlayan bir düzene karşı inatçı ve topyekûn bir başkaldırı. O düzen Nazi barbarlığıydı. Bu sözler bugün neden hâlâ bu kadar anlamlı?​”

Valls, bu sözleri söylerken, “Çok kültürlü toplum biçiminin İngiltere’yi ve Belçika’yı çöküşe sürüklediğini” iddia etti.

Diğer konuşmacılar da defalarca göçmen karşıtı tezleri yineledi. “Amaç, bizi tamamen yok etmek” diyen Antropolog Florence Bergeaud-Blackler, Müslüman Kardeşler üzerine yaptığı çalışmalarla biliniyor ve sürekli İslam’ı hedef alıyor. Aşırı sağcı milyarder Pierre-Édouard Stérin ile birlikte çalışan Avukat Thibault de Montbrial ise şu sözleriyle İslam karşıtı ajandayı özetledi: “İslamcılık, nüfusun değişimiyle güçleniyor. Fransa’nın sosyal olarak cazip bir ülke olmasını engellemeliyiz. Tarihimizi yeniden sahiplenmeliyiz. Fransa’nın tarihi 1789’da başlamadı!”

Bunun ardından konuşmasına Charles Martel’i överek devam etti. Martel, 732’de Poitiers Savaşı’nda Arapları yendiği iddiasıyla aşırı sağcılar tarafından sembolleştirilmiş bir figür.

‘Şimdi tek eksik bir soykırım hikayesi’

Le Figaro Gazetesi Yazarı Eugénie Bastié, toplantıda Eski İsrail Büyükelçisi Éric Danon ile röportaj yaptı ve ona şu soruyu sordu: “Bu mücadeleyi bir medeniyet savaşı olarak görmeli miyiz?​” Danon hiç tereddüt etmeden “evet” yanıtını verdi. Ardından, İsrail’in “henüz ilgilenmediği” bölgeler hakkında şaka yaparak, konuyu hızla Filistin meselesine getirdi: “Gazze’de soykırım yok. Ama İslamcılar ve Filistin yanlıları, böyle olduğunu söylemeye muhtaçlar.”

Bu sözler salondan büyük alkış aldı. Danon konuşmasına şöyle devam etti: “Bu iddiaya ihtiyaçları var çünkü Yahudilere benzer bir kimlik inşa etmek istiyorlar. Kendilerini mağdur, mülteci ve gettolarda yaşayan bir halk olarak göstermek zorundalar. Ama onlara hâlâ bir şey eksik: Bir soykırım anlatısı! Eğer bunu inşa edebilirlerse, bir devlet kurma haklarını talep edebilecekler. Sonra bir sonraki adım gelir: ‘Tanrı’nın halkı biziz, Yahudiler değil!’ diyecekler.”

Bu açıkça Filistin halkının acısını inkar eden, İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamları meşrulaştırmaya çalışan bir propaganda.

Düşmanlar: Solcular, feministler ve Müslümanlar

Konuşmalarda sürekli Fransa’nın solcu hareketleri hedef alındı. Özellikle Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) hareketi, “İslamcılara teslim olmakla” suçlandı ve yuhalandı. Feministlere yönelik saldırılar da eksik olmadı. Mona Jafarian, feministleri “Nazi’lerin işe yarar aptalları” olarak tanımladı ve şu sözleri söyledi: “Başörtüsü takan herkes, İslamcı hukukun kurallarını kabul etmiş olur!”

Konferansın kapanış konuşmasını yapan Eski Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer, “Karşı saldırıya geçme” çağrısı yaptı. Manuel Valls ise, “İdeolojik ve kültürel olarak yeniden silahlanmalıyız” diyerek daha saldırgan bir tutum alınması gerektiğini savundu. Bu toplantı için özel olarak Ifop tarafından yapılan bir anketin sonuçları da sunuldu:

• Fransızların yüzde 42’si ülkede bir iç savaşın çıkabileceğini düşünüyor.

• Yüzde 58’i, dini farklılıkların Fransa’nın toplumsal uyumunu tehdit ettiğini belirtiyor.

Ancak bu “iç savaş” söylemini en çok dile getirenler, toplantının konuşmacıları oldu. İç düşman yaratma ve nefret politikası, bu toplantının esas gündemiydi.

Çeviren: Ali Rıza Yıldırım


Almanya: Uzmanlar uluslararası hukukta çifte standartlara karşı

Marcel Kunzmann
Telepolis

Uluslararası alanda tanınmış hukukçular, Alman hükümetine, İsrail konusunda Uluslararası Ceza Mahkemesine saygı göstermesi çağrısında bulunuyor. İsrail’e karşı istisnalar uluslararası hukuku da Alman hukukunu da ihlal ediyor.

Almanca konuşan 77 uluslararası avukatın imzasıyla yayımlanan bir bildiride, Alman hükümetine, Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) verdiği tutuklama emirlerine istisnasız uyma ve bunları yerine getirme çağrısı yapıldı.

Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinin perşembe günü yayımladığı çağrıya göre, bu durum İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu hakkında çıkarılan son tutuklama emri için de geçerli.

Uluslararası hukukçular, “Uluslararası Ceza Mahkemesinin tutuklama emrini içerik itibarıyla doğru bulsak da bulmasak da” Almanya’nın uluslararası kurumlarla iş birliği yapma taahhüdünde bulunmasının hayati önem taşıdığını söylüyor. Bu, kişisel dokunulmazlığın kapsamının seçici olarak yorumlanmamasını da içeriyor.

(Müstakbel Almanya Başbakanı) Friedrich Merz’in Netanyahu’yu dokunulmazlık garantisiyle Almanya’ya davet etmesi, hem uluslararası hukuku hem de Alman hukukunu ihlal edecek.

İmzacılar ayrıca BM Özel Raportörü Francesca Albanese’nin “Üniversitelerde konuşmasının engellenmemesini” istedi. Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi ve Berlin Özgür Üniversitesi, güvenlik endişeleri nedeniyle İtalyan raportörün şubat ayındaki toplantılarını iptal etmişti. Federal Hükümetin antisemitizm Komiseri Felix Klein onu “antisemitik ifadeler” kullanmakla suçlamıştı. Ancak Klein’ın kendisi, sağcı İsrail hükümetinin yayılmacı politikalarını desteklemek için antisemitizm suçlamasını kasıtlı olarak kötüye kullandığı gerekçesiyle eleştiriliyor.

Açıklamanın yazarları, “Albanese’nin analizlerine ve bazı tartışmalı ifadelerine katılıp katılmamamızdan bağımsız olarak” itirazlarının geçerli olduğunu vurguladı. BM Özel Raportörünün toplantı yapmaktan men edilmesi, Anayasa’da güvence altına alınan ifade özgürlüğü ve akademik özgürlük ile uluslararası insan hakları standartlarının ihlali anlamına geliyor.

“Ayrıca, Almanya’nın Birleşmiş Milletlerdeki anayasal olarak güvence altına alınmış üyeliği, onun yetkilendirdiği özel temsilciler de dahil olmak üzere kurumlarına saygı gösterilmesini gerektirir. Bu konuda Avrupa Uluslararası Hukuk Derneğine ve Berlin Özgür Üniversitesindeki meslektaşlarımıza yönelik eleştirilere katılıyoruz,” diye devam ediyor hukuk uzmanları.

İsrail’e ilişkin olarak uluslararası hukukçular, Uluslararası Adalet Divanının temmuz 2024 tarihli İsrail işgalinin yasa dışı olduğuna ilişkin görüşü göz önünde bulundurulduğunda, Alman hükümetinin İsrail’e “Uluslararası hukuka aykırı olarak kullanılan” hiçbir silahın teslim edilmemesini sağlamasının önemli olduğunu düşünmekte.

Yazarlar ayrıca mültecilerle ilgili konularda uluslararası ve Avrupa hukuku kapsamındaki yükümlülüklere uyulması çağrısında bulunuyor.

Bildirinin girişimcileri, mevcut küresel durum göz önüne alındığında, dünya barışının korunması ve yeniden sağlanması için uluslararası hukuka uyumun “Her zamankinden daha önemli” olduğunu değerlendiriyorlar.

Bu durum özellikle Almanya için geçerlidir. Zira Almanya’nın dünyadaki meşruiyeti her zaman yalnızca uluslararası hukuka saygı gösterme değil, aynı zamanda onu koruma ve geliştirme kararına da dayanmaktadır. Dilekçede, Alman anayasasının giriş bölümünden son maddesine kadar uluslararası hukuka açık olduğu belirtiliyor.

Bildirgenin öncülerinden biri de Göttingen Uluslararası Hukuk Profesörü ve Kosova Özel Mahkemesi Yargıcı Kai Ambos. İmzacılar arasında Eski Federal Anayasa Mahkemesi Yargıcı Andreas Paulus, Eski Uluslararası Adalet Divanı Yargıcı Bruno Simma ve Mannheim İdari Mahkemesi Eski Yargıcı Kay Hailbronner gibi çok sayıda eski üst düzey yargıç da yer alıyor.

Çeviren: Semra Çelik


İngiltere: The Guardian'ın çocuk yoksulluğu hakkındaki görüşü

The Guardian
Başyazı

Perşembe günü açıklanan rakamlara göre, Birleşik Krallık’ta 4.5 milyon çocuk nisan 2024’e kadar yoksulluk içinde büyüyecek ve bu da hükümetin yeni açıkladığı yardım kesintilerine tüyler ürpertici bir zemin hazırlayacak. Blackpool’daki bir yardım kuruluşu olan Disability First’ün çalışanları, maliye bakanının açıklamasında yer alan engelli yardımı kesintilerinin kendilerini nasıl etkileyeceğini anlamakta zorlanan hak sahiplerinden “dehşet içinde telefonlar” aldıklarını söylediler.

Çocukların yaklaşık üçte biri yoksunluk içinde yaşıyor. Yalnız ebeveynleri, iki ya da daha fazla kardeşi olanlar ya da ebeveynlerden birinin engelli olduğu aileler, en yoksul haneler arasında aşırı derecede çok temsil edilmektedir. Bu, yaşamamış veya görmemiş olanlar için anlaşılması zor ölçekte ve ciddiyette bir zorluk. İşçi Sendikaları Kongresinin yakın zamanda yaptığı bir araştırma, ankete katılan işçilerin yüzde 17’sinin üç aylık bir süre zarfında tasarruf etmek için bir öğünü atladığını ortaya koydu. Gıda sıkıntısının yanı sıra, en yoksul aileler barınma ve giyim, tuvalet malzemeleri ve mobilya gibi temel ihtiyaçlarda da sorunlarla karşılaşmaktadır. Okul müdürleri, yoksulluğun zararlı etkileri arasında öğrencilerin uykusuzluk nedeniyle bitkin düşmeleri ve utanç duygusuyla sıkıntıya girmelerinin de yer aldığını bildirdi.

George Osborne tarafından getirilen iki çocuk yardımı sınırının yakında kaldırılabileceği ya da okul öncesi çağda çocuğu olan ailelere daha cömert davranılacağı yönündeki spekülasyonlar çarşamba günkü konuşma öncesinde buharlaştı. Hükümetin çocuk yoksulluğu stratejisinin aylarca -belki de haziran ayındaki harcama gözden geçirmesi sırasında- açıklanması beklenmiyor. Ancak bu rakamlar, Başbakan Keir Starmer Hükümetinin ilerlemesi gereken şok edici bir temel oluşturuyor.

Bazı uzmanlar, (Eski İngiltere Başbakanı) Rishi Sunak Hükümetinin son yılında hayat pahalılığı ödemelerinden kaynaklanan artış nedeniyle daha az kasvetli veriler bekliyordu. Maliye Bakanı Rachel Reeves’in sosyal güvenlikte yapacağı 4.8 milyar sterlinlik kesintinin beklenen etkisiyle 2023-24 rakamlarının birleşimi, en yoksul haneler için görünümün kasvetli olduğu anlamına geliyor. Hükümetin kendi değerlendirmesine göre, on yılın sonuna kadar 50 bin çocuk olmak üzere 250 bin kişi daha sosyal yardımlardaki daralmanın bir sonucu olarak göreceli yoksulluk içinde olacak. Eleştirmenler gerçek rakamın 100 binden daha fazla olabileceğini savunuyor.

Bakan Reeves’in medyaya verdiği demeçlerde insanların daha yoksul değil daha zengin olmalarını istediği yönündeki ısrarı boşa çıktı. İş merkezlerine yapılan yatırım, iyi yapıldığı takdirde, bazı sosyal yardım talep edenlerin işe girmesine yardımcı olacaktır. Evrensel kredinin (sosyal yardımın resmi ismi) temel oranındaki küçük artış memnuniyet verici. Ancak Maliye Bakanının keyfi mali kuralları en yoksul insanların geçim kaynaklarının üzerinde tutma kararı yanlıştı. Bu ölçekteki kesintilerin çocuklar da dahil olmak üzere kırılgan ailelerin yaşam standartlarını etkilemeyeceği yönündeki her türlü öneri saçmalık olarak görülmelidir.

Sadece İskoçya’da kötü tahminler biraz olsun hafifledi. Orada çocuk yoksulluğu 2023-24’te yüzde 22’ye düştü. Birleşik Krallık’ın dört ülkesi arasında en düşük rakam bu. Başlıca nedeni İskoç çocuk ödemesinin başlatılması. Birleşik Krallık hükümeti, çocuk yoksulluğu stratejisi ortaya çıktığında en genç vatandaşlarını korumak için -gecikmiş de olsa- benzer bir kararlılık göstermelidir.

Bir yön değişikliğine ve İşçi Partisinin ilk ilkeleri arasında yer alması gereken, dünyanın en zengin ülkelerinden birinde milyonlarca çocuğun aç kalmaması gerektiğinin yeniden ifade edilmesine ihtiyaç var. Ancak işaretler gösteriyor ki bunu isteyen bakanlar, destekçiler ve kampanyacılar bunun için mücadele etmek zorunda kalacaklar.

Çeviren: Sarya Tunç

Evrensel'i Takip Et