‘Artık sessizlik değil, taleplerimiz örgütlenmeli’
Bursa'da binlerce işçi ve emekçinin katıldığı sokak eylemleri, kadınlara cesaret verdi. Ancak işsizlik korkusu, iş yerlerinde grevlerin örgütlenmesinin önüne geçiyor.

Fotoğraf: Bursa Büyükşehir Belediyesi
Burcu Gülaçtı Ökdemir
Bursa – Ben Bursa’da bir işçi kadınım. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ertesi akşamı Bursa’da yapılan yürüyüşe katıldım.
Sokakta gördüğüm en güçlü şey, bütün farklılıklarına rağmen yan yana gelmeyi bilen kararlı bir halktı. Gençler en öndeydi. Kadınlar omuz omuzaydı. Farklı siyasi partiler, sendikalar, dernekler bir aradaydı. Bursa’da böylesi bir kalabalık daha önce az görülmüştü.
Bir üniversiteli genç kadının sesi hâlâ kulağımda: “Sadece Ekrem İmamoğlu için değil. Geleceğimiz, oyumuz, hayatımız için buradayız.”
Onun yanında yürüyen yaşlı bir kadın, tek kelime etmeden ilerliyordu. Ama gözleri, öfkeyle doluydu. Bu yürüyüş, hepimizin iradesinin hedef alındığını görenlerin yürüyüşüydü.
‘Yürüyüşte yalnız değildim’
Yürüyüşlerde polisin sert müdahalesine rağmen insanlar dağılmadı. Gözaltılar oldu ama kimse yalnız bırakılmadı. Kalabalık birbirine daha sıkı kenetlendi.
Gençlerin, işçi ve emekçilerin yıllardır biriktirdiği adaletsizlik hissi ve öfke, ilk defa bu kadar kitlesel bir şekilde Bursa’da açık açık dile getiriliyordu.
Ben o yürüyüşte yalnız değildim. İsmimi bilmeyen ama aynı duyguyu taşıyan onlarca, yüzlerce kadınla yan yanaydım.
Kalabalık büyüyordu. Ama sadece sayı değildi büyüyen. Cesaret büyüyordu. Bir araya geldiğimizde hiçbirimizin yalnız olmadığını hissettik.
Polis müdahalesi başladığında kalabalık dalgalandı ama dağılmadı. Birbirimize bakarak güç topladık. “Buradayız, gitmiyoruz” dedik.
‘Biz niye susuyoruz?’
Ertesi sabah iş yerindeydim. Kadın arkadaşlarla ilk çay molasında göz göze geldik.
Biri “Dün yürüyenlere saldırmışlar” dedi. Diğeri bana dönerek sordu, “Sen de orada mıydın?” diye.
“Evet” dedim. “Vardı herkes. Gençler, kadınlar, sendikacılar, emekliler, işçiler…” dedim. İşçilerden biri, “Bu işte bir yanlış var. Biz niye susuyoruz?” dedi.
Bu cümle, yürüyüşte duyduğum sözlerden bile daha çarpıcıydı.
Kadınlar konuşmaya başladı:
“Ben siyaset bilmem ama o kadar oy veriyorsun, sonra birileri beğenmeyince içeri alıyorlar. Bu hak mı?”
“Bize seçme hakkı veriyorlar ama seçince de biz düşman oluyoruz.”
“Sadece İmamoğlu değil, hepimiz yargılanıyoruz aslında.”
Genel grev, genel direnişi tartışmaya açtık.
“Genel grev falan diyorlar ya… Olur mu gerçekten?”
İşte o andan itibaren çay molası tartışmaya döndü.
Kimisi “Biz greve çıksak, ilk bizi kapının önüne koyarlar” dedi.
Bir diğeri, “O grev bize değil, büyük yerlere olur” diye ekledi.
Başka bir arkadaş şöyle dedi:
“Her gün korkarak çalışıyoruz. Kimse duymuyor bizi.”
O aralar yürüyüşten sonra bildiriler dağıtılmış, bazı yerlerde genel grev ve boykot üzerine konuşmalar yapılmıştı.
Kadınlardan biri “Birileri çıkmış hepimizi greve çağırıyor” dediğinde, ortam sessizleşti. Herkes anlamaya çalışıyordu. Sokağın korkusu yenilmiş ama işsizlik korkusu bakiydi.
‘Bu işte bir yanlış var’
Bu sürece dair kadınlara “Bazen aynı şeyi hisseden insanların yan yana gelip ‘Bu böyle gitmez’ demesi, evde, işte, sokakta... Her yerde üzerimize çökmüş bu baskıya birlikte ‘dur’ demek. Belki biz tek tek bir şey yapamayız ama aynı derdi paylaştığımızı bilmek bile bir adımdır. Şimdi çok kadın bunu hissediyorsa, bir yerden başlamışız demektir” dediğimde, bir kadın başını salladı.
Kadınlar örgütlü değil belki ama yoksulluk örgütlü, eşitsizlik örgütlü, baskı örgütlü. O yüzden artık sessizlik değil, taleplerimiz örgütlenmeli.
Yürüyüşte barikat önünde duran da iş yerinde “Bu işte bir yanlış var” diyen de aynı kadın. Kazanmak için ise biz konuşmaya, örgütlenmeye devam edeceğiz. Bunu artık buluyoruz.
Evrensel'i Takip Et