31 Mart 2025 03:12

ABD’nin hazırlığı İran için

ABD ve İsrail; Gazze, Suriye, Lübnan ve Yemen’e saldırıları sürdürürken ABD’nin Ortadoğu’daki yığınağının asıl hedefinin İran olduğu yazılıyor.

ABD’nin hazırlığı İran için

Fotoğraf: CENTCOM

Yusuf Ertaş

Yemen’e yönelik saldırılarını sürdüren ABD’nin “Bölgesel sulardaki askeri hareketliliğine ve Körfez Savaşı’ndan bu yana en büyük askeri yığınağı yaptığına” işaret ediliyor. Ayrıca bu hareketlilik asıl İran’a yönelik bir mesaj olarak değerlendiriliyor. İsrail ise Gazze, Lübnan ve Suriye saldırılarını sürdürüyor. Gazze’de ateşkes anlaşmasının sağlanması yönündeki çabalar sürerken diğer yandan İsrail’in “Gazze’de aç bırakma, öldürme ve baskı politikasına geri döndüğü” açık.

İsrail Gazze’ye açlık ve ölüm dağıtıyor

Gazze, geçtiğimiz iki haftada, son bir buçuk yılın en kanlı günlerine sahne oldu. İsrail Gazze’ye yardım girişini de durdurdu. Gazze’ye neredeyse bir aydır insani yardım girmiyor. Bu, İsrail’in soykırım savaşına başlamasından bu yana yardımların ulaşmadığı en uzun süre. Filistin merkezli Al Kuds Yazarı Baha Rahal, “İsrail, bombardımanlar ve yıkımlarla Gazze’yi, hastaneleri, okulları ve evleri olmayan; yaşam koşullarından tamamen yoksun bir cehenneme çevirdi. Öldürme ve yok etme yetmezmiş gibi, şimdi de toplu cezalandırmanın yeni yöntemlerini icat ederek insanları yiyecekten, sudan ve ilaçtan mahrum bırakıyor” diye yazdı.

Sudan insani bir felakete doğru sürükleniyor

Sudan Ordusu Komutanı Abdülfettah Burhan ile bir zamanlar halka karşı ittifak yaptığı ancak sonra koltuk kavgasına düştüğü paramiliter örgüt Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK-RSF) Komutanı Muhammed Hamdan Dagalo (Hemedti) arasında 15 Nisan 2023 tarihinde patlak veren Sudan iç savaşı iki yılını doldurmak üzere. Sudan ordusu, HDK’nin kontrolündeki başkent Hortum’u geri aldığını açıkladı. Bazı kaynaklar HDK’nin kendisinin buradan çekildiğine işaret ediyor. Gözlemciler, bu iç savaşın Sudan’ı daha derin bir bölünmeye ve insani felakete sürüklediğine dikkat çekiyor.

Ordu ile HDK arasında iktidar ve servet kavgası

Tunus basınında bir makalesi yayımlanan Sudan Komünist Partisi Sözcüsü Fathi Fadıl ise, “Ordu ile HDK arasındaki çatışma, iktidar ve servet mücadelesidir ve ülke üzerinde daha fazla kontrol sağlamak isteyen dış güçler tarafından desteklenmektedir” dedi. Çatışmanın bölgesel ve uluslararası boyutlarına dikkat çeken Fadıl, “Her iki tarafın da bölgesel ve uluslararası aktörlerle bağlantılı olduğu inkar edilemez bir gerçek. Savaşın neredeyse 2 yıl boyunca sürmesi, yalnızca iç veya yerel kaynaklarla mümkün olamazdı. Bu nedenle, askeri zaferden bahsetmek, taraflardan birine yapılan dış müdahalenin devam etmesine bağlı ki bu da fiilen savaşın sürmesi anlamına geliyor” tespitinde bulunuyor. Fadıl, Sudan’ın konumundan dolayı burada yaşananların Ortadoğu’da olup bitenlerle bağlantılı olduğunu belirterek, “Arap dünyasında yeni bir gericilik dalgasının yaşandığına ve Arap özgürlük hareketinin, yakın tarihinin en kötü dönemlerinden birini geçirdiğine” işaret ediyor.

Ana akım Arap basını iktidar dilini kullandı

Türkiye’de, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından patlak veren protesto dalgası Arap basınında geniş yer aldı. Son gelişmeler, “Siyasi bir deprem” olarak değerlendirildi ve doların yükselişine ve borsanın çöküşüne dikkat çekildi. Ana akım Arap basını Türkiye iktidarının resmi söylemine yakın bir duruş sergiledi. Türkiye’den yapılan canlı bağlantılarda ağırlıklı olarak iktidara yakın gazeteci ve akademisyenlere yer verildi.

Ortadoğu’da nüfuz savaşı… Askeri ve siyasi değişimlerin bir okuması

Muhammed Eymen
Youm Essabi /Mısır

Bölgesel ve uluslararası sahnedeki dalgalanmalar içinde, stratejik ve askeri ilişkilerde yeni dinamikler ortaya çıkmakta ve çatışmalar haritasında kendini dayatmaktadır. ABD’nin bölgesel sulardaki askeri hareketliliği ve Körfez Savaşı’ndan bu yana en büyük askeri yığınağına sahne olan yönelimleri, ABD’nin Ortadoğu ve orta batıda güç dengelerini yeniden şekillendirmeye hazırlandığının bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Bu kapsamda şu soru gündeme geliyor: Bu yığınak, bölgede belirli tarafları desteklemek ve Husiler gibi silahlı grupları ortadan kaldırmaya yönelik bir girişim mi, yoksa nükleer dosyayla ilgili sürenin dolmasının ardından İran’a karşı geniş çaplı bir askeri operasyonun hazırlığı mı?

Farklı yorumlar olsa da bilimsel ve detaylı analizler, bu askeri hazırlığın ve teçhizatın yerel gruplarla veya sınırlı hareketlerle başa çıkma ihtiyacını aşan bir düzeyde olduğunu ortaya koymaktadır. Belirtiler, ABD’nin yerel meseleleri aşan stratejik boyutlara sahip bir hazırlık içinde olduğunu göstermektedir.

Yemen, Amerika ve İsrail

Al Bina/Lübnan

ABD Başkanı Donald Trump, 15 Mart’ta ticari gemilere yönelik saldırıları gerekçe göstererek Husilere karşı yeni bir askeri operasyon başlatıldığını duyurdu. Operasyona, Kızıldeniz’de konuşlanan ve Yemen’de Ensarullah Hareketinin kontrolündeki bölgelere günlük hava saldırıları düzenleyen ABD uçak gemisi grubu “Harry Truman” da katılıyor. Husi liderliğindeki hükümete bağlı Sağlık Bakanlığı, operasyonun ilk gününde Amerikan saldırılarında 53 kişinin öldüğünü ve 98 kişinin yaralandığını açıkladı. Sana’daki hükümetin Sağlık Bakanlığı Temsilcisi Enis el-Subhi’ye göre, Gazze’yi destekleme operasyonu başladığından bu yana Yemen’e yönelik saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı 189’a ulaştı; bunlar arasında en az 53 çocuk ve 17 kadın bulunuyor.

İki hafta süren yoğun Amerikan saldırıları kapsamında Yemen’deki yüzlerce bölgeye yüzlerce hava saldırısı düzenlenirken, Yemen ordusu ve Husi Ensarullah hareketi, Amerikan savaş gemilerini hedef alma konusundaki istikrarlı duruşunu korudu. Amerikalılar bu saldırıların bazısını kabul ederken bazısını inkar etti. Yine Husi Ensarullah güçleri, İsaril’in derinliklerini hedef alan saldırılarını da arttırarak sürdürdüler. Oysa Amerikan saldırıları, Yemenlileri ABD filoları ile çatışmaya çekerek İsrail’e koruma sağlama amacını taşıyordu.

Yemen, İsrail’in Gazze’ye yönelik savaş planlarını ciddi şekilde sekteye uğratıyor. Plan, işgal ordusunun Gazze’yi dize getirmek ve ateş altında yok etmek için açık zamana sahip olabilmesi için ABD güçlerinin Yemen’in İsrail içindeki eylemlerini etkisiz hale getirme başarısına dayanıyordu. Böylece İsrail ordusu, Gazze’yi tamamen teslim alabilmek için sınırsız bir zaman kazanmayı hedefliyordu. Ancak Yemen, füze saldırılarıyla zaman faktörünü yeniden devreye sokarak savaşın süresi ve sona erdirilmesi açısından belirleyici bir unsur haline geldi. Müzakereler bir ateşkes anlaşmasına varmayı başardığında, Yemen daha önce olduğu gibi direnişin müzakere pozisyonunu güçlendirmede kilit bir ortak olacaktır.

Gazze… Açlık ve ölüm

Baha Rahal
Al Kuds/Filistin

Ateşkesin sona ermesi ve Gazze’de soykırım savaşının yeniden başlamasının ardından işgalci güç, aç bırakma, öldürme ve baskı politikasına geri döndü. Gıda ve tıbbi yardımların girişini engellemek için ablukayı daha da sıkılaştırarak her yönden kuşatılmış olan Gazze Şeridi’ni boğmaya devam etti. Bunu, öldürme ve etnik temizlik üzerine kurulu sistematik bir soykırım politikası çerçevesinde gerçekleştirdi.

İnsan hakları kuruluşları ve Birleşmiş Milletlerden gelen uluslararası çağrılara rağmen işgalci, vahşi politikalarından geri adım atmadı. Aksine, savaşa yeniden başlamasıyla birlikte saldırılarını daha da artırarak binlerce insanın hayatına mal olan barbarca bombardımanlara devam etti. Kadınları, çocukları ve yaşlıları hedef alarak insanları bir mahalleden diğerine göç etmeye zorladı ve bu şekilde toprakları ele geçirme planlarını sürdürdü.

Bu trajik koşullar altında, Gazze’deki Filistinliler açlık, susuzluk ve sürekli bombardımanın acılarını çekmeye devam ediyor. Hayatta kalmanın hiçbir yolunun kalmadığı bu ortamda, insanlar dünyanın vicdanına seslenerek katliamların ve soykırımın durdurulmasını talep ediyor. Ancak sağır dünya, savaşı durdurmak için hâlâ harekete geçmiyor; dahası, bazıları işgali desteklemeye ve ona yardım etmeye devam ediyor. Fakat tarih onları affetmeyecek. Çünkü savaş er ya da geç sona erecek, ancak soykırımı işleyenler, destekleyenler ve sessiz kalanlar, tarih önünde hesap vermekten kurtulamayacak.

İşgalci güçlerin uyguladığı aç bırakma politikası, savaşlarda eşi benzeri görülmemiş bir vahşet ve devlet terörü seviyesini temsil etmektedir. Son aylarda, tarihin tanık olmadığı kanlı suçlar işleyerek, küçük bir bölgeye hapsedilmiş bir halkı hedef aldı. Bombardımanlar ve yıkımlarla Gazze’yi, hastaneleri, okulları ve evleri olmayan, yaşam koşullarından tamamen yoksun bir cehenneme çevirdi. Öldürme ve yok etme yetmezmiş gibi, şimdi de toplu cezalandırmanın yeni yöntemlerini icat ederek insanları yiyecekten, sudan ve ilaçtan mahrum bırakıyor.

Sivillere gıda ve ilaç girişini engellemek, işgalcinin vahşetini ve etnik temizlik üzerine kurulu ideolojisini gözler önüne seren faşist bir suçtur. Bunu gizleme ihtiyacı bile duymadan suçlarını açıkça itiraf ediyor ve her gün, geçmiştekinden daha kanlı olacak yeni planlarını ilan ediyor. Aylarca süren savaş bile soykırıma olan açlığını doyurmaya yetmedi.

Abluka daha da ağırlaşıyor, bombardıman ve katliamlar sürüyor, soykırım savaşı tüm vahşetiyle devam ediyor. Öte yandan, dünya giderek daha fazla sessizliğe gömülüyor, sorumluluklarından kaçıyor ve olan bitene gözlerini kapatıyor. Sanki insanlık, sesini ve vicdanını tamamen yitirmiş gibi…

Sudan’daki savaş bir vekalet savaşıdır ve savaşı durdurma kararı tarafların elinde değil

Fathi Fadıl*
Savt Eşşaab/Tunus

Ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasındaki çatışma, iktidar ve servet mücadelesi ve ülke üzerinde daha fazla kontrol sağlamak isteyen dış güçler tarafından destekleniyor. Bu nedenle, çatışmanın bölgesel ve uluslararası boyutları var.

Son dönemde, milisler tarafından desteklenen HDK’nin ilerleme kaydettiği doğrudur. Ancak, savaş boyunca iki taraf arasında doğrudan bir yüzleşmeye tanık olmadık; genel olarak çatışma, bazen ordunun, bazen de HDK’nin geri çekilmesine dayalı bir seyir izledi. Örneğin, kısa süre önce Cezire bölgesinde HDK geri çekildi, buna karşın başkentte ve Darfur’da ordu geri çekildi.

Bu durum, Sudan’da askeri bir zaferin mümkün olmadığını gösteriyor; tıpkı geçmişte Güney Sudan savaşında olduğu gibi. Bu nedenle, herhangi bir tarafın kesin bir askeri zafer kazanmasını beklemiyoruz. Her taraf, kendi çıkarlarını şu ya da bu şekilde koruma çabası içinde hareket ediyor.

Bölgesel ve uluslararası güçler

Her iki tarafın da bölgesel ve uluslararası aktörlerle bağlantılı olduğu inkar edilemez bir gerçek. Savaşın neredeyse 2 yıl boyunca sürmesi, yalnızca iç veya yerel kaynaklarla mümkün olamazdı. Savaşın devamının dış müdahalelerle doğrudan bağlantılı olduğu açıkça ortada. Bu nedenle, askeri zaferden bahsetmek, taraflardan birine yapılan dış müdahalenin devam etmesine bağlı ki bu da fiilen savaşın sürmesi anlamına geliyor.

Sudan geniş ve uçsuz bucaksız bir ülke; dolayısıyla ne ordu ne de HDK ve onlara bağlı milisler ülkenin tamamını kontrol altına alabilir veya kesin bir askeri sonuç elde edebilir. Bu yüzden, bugün en kolay senaryo savaşın devam etmesi. Bölgesel ve uluslararası müdahaleler ise oldukça belirgin.

Bu müdahalelerin merkezinde, bölgedeki askeri rejimlerle geniş ilişkileri olan Amerika Birleşik Devletleri bulunuyor. ABD, Sudan’daki çatışmayı yönlendiren çeşitli aktörlerle bağlantılı. Örneğin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) doğrudan HDK’yi desteklerken, Mısır rejimi ise Müslüman Kardeşlere (İhvan) bağlı Sudan ordu güçlerini destekliyor. İlginç bir çelişki, Mısır rejiminin, Sudan ordusu ülkesinde İhvan liderlerini barındırmasına rağmen, onu desteklemekte ve ona silah ve insansız hava araçları (İHA) temin ederek müdahalede bulunması.

Bir diğer önemli faktör ise Hızlı Destek Kuvvetlerinin tamamen kabile bağlantılarına dayanması. Özellikle Mali, Çad ve Nijer’deki Arap kabileleriyle olan bağları, milislerin savaşı sürdürmesini sağlayan temel destek unsurlarından biri durumunda.

Bölgesel bir durumun parçası

Sudan’da yaşananlar, jeostratejik ve bölgesel bir durumun parçası ve ülkede olup bitenleri çevremizde yaşananlardan ayrı düşünmek mümkün değil. Bu nedenle, kendi ülkemizde ve Arap dünyasında meydana gelen olaylar karşısında bir duruş sergilememiz gerekiyor.

Sudan, doğal kaynaklar açısından zengin bir ülke (Nil Nehri, verimli topraklar vb.). Sudan yalnızca Arap dünyasının değil, tüm dünyanın tahıl ambarı. Sudan’ın Kızıldeniz’deki konumu, Avrupa, Afrika ve Asya’yı birbirine bağlayan deniz yolunda yer alması ve bu deniz yolunun Ortadoğu’da olup bitenlerle, Gazze ve Batı Şeria’daki savaşla, Yemen’deki durumla bağlantılı olması, Sudan’ın bölgedeki gelişmelerle yakından ilişkili olduğunu gösteriyor.

Suriye, Lübnan ve Filistin’de yaşananlar birbirleriyle iç içe geçmiş durumda. Arap dünyasında yeni bir gericilik dalgası yaşanıyor ve Arap özgürlük hareketi, yakın tarihinin en kötü dönemlerinden birini geçiriyor. Bugün bölgeyi kontrol eden güçler, Gazze ve Lübnan’a müdahale eden Körfez ülkeleri. Suriye’de ise, daha önce şikayet ettiğimiz bir rejim düştü ancak yerine Heyet Tahrir el Şam’ın kalıntılarından oluşan bir rejim geldi. Bu durum, bölgedeki gerici güçlerin, özellikle ABD liderliğindeki gericiliğin hakimiyetini yansıtan bir gerileme.

* Sudan Komünist Partisi Resmi Sözcüsü

‘İstanbul intifadası’ Erdoğan rejiminin direncini test ediyor

Middle East Online

Ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisine mensup İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına karşı başlayan İstanbul intifadası, Türkiye’de yirmi yılı aşkın süredir iktidarda olan muhafazakar İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisinin yönetim sistemi için ciddi bir sınav niteliği taşıyor. Ancak bu “intifada”, yalnızca önde gelen bir muhalif figürün tutuklanmasına karşı bir protesto hareketi olmanın ötesine geçerek, siyasi sahneyi yeniden şekillendirmek ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin çeşitli yasal ve baskıcı yöntemlerle hakimiyet kurduğu siyasi dengeyi yeniden sağlama fırsatı olarak değerlendiriliyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının tutuklanması ve pazar günü alınan yargı kararıyla görevden uzaklaştırılması, hakkındaki suçlamalar arasından terör suçlamasının çıkarılıp yalnızca yolsuzluk suçlamasının bırakılması, siyasi bir hamle olarak görülüyor. Bu durum, onun 2028’de yapılması planlanan -ancak cumhurbaşkanının bir dönem daha aday olmaya karar vermesi durumunda daha erken gerçekleşebileceği düşünülen- başkanlık yarışından saf dışı bırakılmasını amaçlayan kasıtlı ve siyasi bir hamle olarak değerlendiriliyor. Çünkü İmamoğlu, Erdoğan’ın en güçlü rakiplerinden biri ve başkanlık yarışının dengelerini değiştirme potansiyeline sahip en önemli isimlerden biri olarak görülüyor.

Rakiplerini hukuki kılıflarla saf dışı bırakma konusunda ustalaşmış olan Erdoğan, büyüyen ve giderek genişleyen protestolar karşısında zor bir süreçle karşı karşıya. Türkiye halkı, önceki başkanlık kampanyasında Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından sunulan abartılı ve iyimser propagandaların ve muhalifler tarafından “hayal satışı” olarak nitelendirilen vaatlerin ötesinde, gerçek bir değişim umut ediyor. Ancak en kritik soru şu: Hükümet bu protestoları kontrol altına almayı başarabilecek mi ve bunu nasıl yapacak?

Evrensel'i Takip Et