31 Mart 2025 03:33

Baskı için yasal bir dayanak: Toplumsal hareketin karşısında 10. yargı paketi

Nisa Sude Demirel
Özlem Songül Abayoğlu


İstanbul –  İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ve ardından gözaltına alınması sonucu gerçekleşen protestolar ardından geçtiğimiz cuma günü açıklama yapan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Saraçhane eylemleri nedeniyle 1879 kişi gözaltına alındı, 260 kişi tutuklandığını açıkladı. Protestoların başladığı günden bu yana gözaltı sayısının 800’e yaklaştığı İstanbul’da geçtiğimiz cuma günü Şişli Cevahir AVM önündeki gösteride gözaltına alınan gençlerden 27’si için ev hapsi kararı verildi, 88 genç ise yurt dışı çıkış yasağı şeklinde adli kontrolle serbest bırakıldı. İstanbul’da İmamoğlu protestolarıyla ilgili hakimliğe sevk edilenlerden 5’i daha tutuklanırken, eylemlerin başından beri tutuklananların sayısı 268’e çıktı.

İzmir’de ise İzmir Barosu yönetimi ile avukatların açıkladığı veriye göre, eylemlerde çoğunluğu genç 400 dolayında kişi gözaltına alındı. Bunlardan 20’si tutuklandı.

Tüm bu süreçte avukatlar, siyaset bilimciler, hak savunucularının yaptığı açıklamalarda, bu protestoların anayasal birer hak olduğu ve başta gençler olmak üzere protestocuların gözaltına alınmasının, tutuklanmasının hak ihlali olduğu vurgulandı. Yargının iktidarın siyasi rakipleri ve halk hareketine karşı bir sopa olarak kullanıldığı ifadeleri sık sık yer alırken, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasından önce tartışılan ve basına sızdırılan 10. yargı paketini konuştuk.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AKP Meclis grup toplantısında ‘cezasızlık algısını’ çözmek için cezaların sertleştirileceğini söylemişti. MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız de ‘kısmı affa dair’ infaz düzenlemesine ilişkin konuşmuş, “İnfaz yasası parçalı bir şekilde çok değişti. Dolayısıyla bunun bütün olarak ele alınması gerekiyor. İnfaz yasası düzenlemesi yapılırken, sağlık sorunu yaşayan, yaşlı ve hasta olan kişilerin infazının ertelenmesi gerekiyor” demişti. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ise geçtiğimiz günlerde af iddialarını yalanlamıştı.

Taslak yasalaşırsa, iktidarın dayanağı olur

Kamuoyuna sızdırılan metinde ‘Örgüte üye olmamakla birlikte’ ifadesi genişletiliyor, düşük hapis cezası istemli yargılamalara da tutuklama getiriliyor, savcılara suç kayıtlarını görme yetkisi tanınıyor ve koşullu salıverilme şartları da zorlaştırılıyor.

Bugün İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ile başlayan sokak hareketinde hem bugünkü yargının yerinin nerede durduğunu hem de 10. yargı paketi taslağının bize neler getireceğini İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Ahmet Ergin ile konuştuk.

Henüz Meclise sunulmayan yargı reformu yasa taslağında bazı cezalar artırılırken, bir yanıyla da yeniden bir infaz düzenlemesi yapıldığını anlatan Avukat Ergin, “Bu taslakla hak ve özgürlük alanları kısıtlanıyor. Toplumdaki cezasızlık algısı kullanılıyor ama zaten demokratik taleplerini dile getirenler, muhalifler ağır cezalara çarptırılıyor. Cezasızlık, kadın katillerinin, kadına, çocuğa şiddet uygulayanların, taciz ve tecavüz sanıklarının, uyuşturucu ticareti yapanların, iş cinayeti faillerinin, yani toplumun bozuşmasını sağlayan suçluların gerekli cezayı çekmememesiyle ilgilidir” dedi. Ergin, Türkiye’de bir infaz düzenlemesine ihtiyaç olduğunu belirterek, siyasal cezaların terör diye adlandırıldığını ve bugün toplumun yarısını terörist olarak gören bir yargı zihniyeti olduğunu söyledi.

İktidarın, demokratik barışçıl protestoları engellemek ve siyasi rakiplerini saf dışı bırakmak için yargıyı araçsallaştırdığının altını çizen Ergin, “Alt sınırı 6 ay olan 2911’den birçok yurttaşımız tutuklandı. Bununla elbette tasarı taslağının bağını kurmak mümkün. Ancak bu tutuklamayı yapanların böyle bir şeye de ihtiyacı yoktu. Amaçları sokağı, üniversiteleri, hak arayanları baskı altına almak, etkisizleştirmek, korkutmak. Ama eğer o taslak yasalaşırsa o zaman ellerinin altında daha ciddi bir dayanak olacak. Bunu da kullanacaklar. Bugünden provasının yapıldığını bilmek gerekiyor. Bugün hukuki dayanak olmaksızın tutuklama kararlarını verenler, yarın ellerinde bir dayanak olduğunda çok daha ağırını da yapabilirler” uyarısında bulundu.

‘İktidarın amaçları doğrultusunda hareket eden bir yargı mevcut’

Yargının yönetici organ olmadığını, görevinin iktidarı denetlemek ve toplumun düzenin devamı bakımından suç, ihlal olarak tanımlanmış konularda çözümler üretip, kararlar vermek olduğunu söyleyen Ergin, “Ama bu bağımsız yargının olduğu ve kuvvetler ayrılığının gerçek anlamda uygulandığı ülkeler ve sistemler için geçerlidir. Türkiye’de çoğu kişi yargının bağımsız olmadığı konusunda hemfikir. Yargı açıkça yürütmeye, yani iktidara bağlı hale gelmiştir. Bugün artık toplumu ilgilendiren konularda iktidarın amaçları doğrultusunda karar veren, işlem yapan, soruşturmalar başlatan bir yargıdan bahsediyoruz. Artık Çağlayan yürütmenin bir kolu, onun işlerini yapan bir yer gibi hareket ediyor. Ankara’da ikamet eden Ümit Özdağ’ın soruşturması da merkezi Ankara’da bulunan Eğitim Sen MYK üyelerinin soruşturması da Çağlayan’dan açılıyor.

Yargı adaleti sağlayan bir mekanizma olmaktan çıkmıştır. Siyasi rakiplerin dövüldüğü bir sopa olarak kullanılmaktadır. Bir yandan hoşuna gitmeyen Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayan, muhaliflere, demokrasi güçlerine ilişkin yargı operasyonları söz konusu olduğunda yargıyı yüceltmeye çalışan bir iktidar var” ifadelerini kullandı.

‘Belirleyici olan toplumsal mücadeledir’

Ergin son olarak, “Evet yasaları meclisler yapar ve bizim Meclisimizde de halkın haklarını savunacak vekiller var ancak asıl belirleyici olan siyasi iklim, toplumun mücadele eğilimidir. Toplumsal hareketlilik karşısında bu tür yasaları çıkarmak çok daha zor olacaktır. Bu son 10 günde de görüldü.

Cezalar ağırlaşacak, haklar daralacak

10. yargı paketinde ayrıca, kadın ve LGBTİ’leri hedef alan ‘Biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka uygun davranmama’ gibi suç tanımlarının yapıldığı taslakta infaz düzenlemeleri de yer alıyor. Bir yandan Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine genel af tartışmaları sürüyor, ancak metinde düşünce ve eylem özgürlüğünü daha da daraltacak değişiklik önerileri yer alıyor.

Af ve yargının iktidar etkisinde baskı aracı olarak kullanılması tartışmaları yeni yargı paketi ile sürerken DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı ve Avukat Öztürk Türkdoğan ile iktidarın infaz hazırlığını ve ceza hukuku üzerindeki etkisini konuştuk.

‘Kanun değişti ancak temel problemler çözülmedi’

İktidarın ‘cezasızlık algısı’ olduğunu iddia ettiği cezasızlığın nedeninin Ceza Kanunu’nun uygulanma biçimi olduğunu ifade eden Türkdoğan, “Yeni Ceza Kanunu 2004’te kabul edilip 2005’te yürürlüğe kondu. Eskiden devlete karşı işlenen suçlar hukuki yarar bağlamında korunan suçlardı. Yani Ceza Yasası’nın başında yer alıyorlardı. Yeni Ceza Kanunu’nda ise bunlar en sona atıldı. Önce kişilere karşı işlenen suçlar düzenlendi. Yani bunun anlamı artık kişilere karşı işlenen suçların affedilmemesiydi” dedi.

Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın devlete karşı işlenen suçların affedilebileceğini ama kişilere karşı işlenen suçların kişinin rızası dışında affedilemeyeceğine ilişkin ifadelerini hatırlatan Türkdoğan, bu değişikliğin pratikteki işleyişini şöyle anlattı: “Ceza Yasası’nda kanun maddelerinin öncelik sıralaması çok önemlidir. Fakat Türkiye temel meselelerini çözemedi. Örneğin hep konuşuyoruz, Kürt sorununun çözümsüzlüğünün yarattığı şiddet ortamı bir türlü bitmedi.”

‘İlk cezalandırılan düşünce özgürlüğü oldu’

2020 yılında 7242 sayılı İnfaz Kanunu değişikliğinin de kırılma noktalarından olduğunu anlatan Türkdoğan, “İnfaz Kanunu değişikliğiyle Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlar hariç bırakılıp birkaçı hariç kişilere yönelik işlenmiş suç tiplerinin tamamı örtülü af kapsamına alındı. Bu cezasızlık algısı böyle pekişti toplumda” diye konuştu.

Yeni Ceza Kanunu’nun işleyişinin pratikte tam tersi şekilde uygulandığına vurgu yapan Türkdoğan, “Devlete karşı, yani ifade özgürlüğü ve TMK kapsamındaki suçlar asıl cezalandırılan suç haline geldi. Şiddet eylemine karışmadığı halde terör örgütü üyesiymiş gibi cezalandırılan maddeler var. Halbuki şiddet eylemine karışıp karışmadığının ayrımının yapılması gerekir. Ceza yasalarında bu ayrım yapılmadığı gibi hukuk içtihadında da yapılmamış. Halbuki AİHM bunu bu şekilde tanımlıyor zaten ama AİHM’nin içtihadını Türkiye kendi iç hukukunda uygulamıyor. Bu iki temel problem her şeyi karman çorman hale getirdi” dedi.

‘İktidar cezasızlığı pekiştirdi’

Şiddet eylemlerine karışmamış insanların düşünce açıklamaları nedeniyle tutuklanmasına neden olan en az otuz madde olduğunun altını çizen Türkdoğan, bu suç tanımlarının örtülü af kapsamında olması gerektiğini hatırlattı: “Adi suçlar dediğimiz suç tiplerinin tamamını örtülü af kapsamına aldılar. Öyle yaparsanız on beş yirmi tane suç işlemiş insan da dışarıda olur. Halbuki Ceza Yasası’nın amacına uygun davransalardı, AİHM’nin içtihatlarına uygun davransalardı bunlar olmayacaktı.”

İnfaz Kanunu’nda adi suçlar ve ifade özgürlüğü suçları açısından ciddi bir ayrımcılık olduğunu ifade eden Türkdoğan, bu durumu şöyle açıkladı: “En uç örnek Selahattin Demirtaş örneği. Niye Selahattin Demirtaş’ın yargılandığı Kobanê yargılamasında ölüm ve yaralanma olaylarında ‘Talimat verme’ ile suçlanmıştı. Ancak hakkında her türlü öldürme, yaralama, yani şiddet eylemlerine ilişkin beraat kararı verildi. Peki niye hâlâ Demirtaş içeride? Bir başka uç örnek ise Alaattin Çakıcı. örneğini vereyim. Alaattin Çakıcı da dışarıda. Şimdi iktidar bunu bize izah etsin. Nasıl oluyor da her türlü şiddet eylemiyle suçlanmış, hüküm giymiş, hâlâ yargılamaları devam eden bir suç örgütü lideri dışarıda oluyor?​”

‘İnfazda ciddi bir ayrımcılık var’

Bu sorunları gidermenin yolunun infazla ayrımcılığa son vermek ve İnfaz Kanunu’nda Ceza Yasası’nın madde sıralamalarına uygun olarak bir infaz düzenlemesi yapmak olduğunu vurgulayan Türkdoğan, “İktidar bu yargı paketlerini getirmeden önce bütün siyasi partilerle, toplumun farklı kesimleriyle, hukuk örgütleriyle, hak örgütleriyle müzakere edip düzenleme yapmalı. Yoksa suç örgütlerinden geçilmiyor Türkiye. İçişleri Bakanlığı her hafta bir tane suç örgütünün çökertildiğini açıklıyor. Ama bunlar bitmiyor çünkü ceza yasalarımız ve infaz düzenlemelerimiz amacına aykırı kullanılıyor” dedi.

2021’de çıkarılan 7331 sayılı Kanun’la tutuklamanın somut delil kriterine bağlandığını hatırlatan Türkdoğan, pratikte bunun böyle olmadığını anlattı: “Sulh ceza hakimlikleri tutuklama hakimliklerine dönüştü. En son tutuklamaya başvurulması gerekirken ilk önce tutuklamaya başvuruyorlar. En son HDK soruşturmasını örnek vereyim. 13 yıl önceye ait bir iddia nedeniyle soruşturma açılıyor, hiç kimsenin en küçük bir şiddet fiiliyle ilgili suçlanması yok. Toplantıya katıldın, şuraya gittin diyerek 30 kişi tutuklanıyor. Ceza Muhasebesi Kanunu ters yüz edilmiş durumda şu anda. Bu kanuna açıkça aykırı. O soruşturmada adli kontrol bile uygulanmaması gerekir. Ortada karartılacak delil yok, kaçma şüphesi yok. Zaten ortada delil de yok” dedi.

İktidarın yargı üzerindeki etkisinin bu sonucu doğurduğunu ifade eden Türkdoğan, ‘Türk tipi başkanlık modelinin’ ve Cumhurbaşkanının yargı üzerindeki yetkilerinin ciddi sorunlar yarattığını ifade etti.

Evrensel'i Takip Et