Yıkılan barikatların yerine inşa edilecek hayat
Neyi yıkacağımızın, yerine neyi inşa edeceğimizin ortaklaşa bir şekilde tartışmasını ve kararını vermiş olduğumuz müddetçe o barikatı yıkmak bizleri özgürlüğümüze yaklaştıracaktır.

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel
Hasan Mert
ODTÜ
Son zamanlarda büyüyen halk mücadelesinin en yaygın ve belki de en uygun sloganlarından biriydi: “Kurtuluş sokakta, sandıkta değil.” Yaygınlığı ve uygunluğu bu eylemliliklerin toplumsal kırılma noktası olan İmamoğlu’nun tutuklanmasından, Erdoğan’ın seçme seçilme hakkını dahi gasp ettiği bir diktatörlüğe fiilen geçişten kaynaklı geliyor. Zira İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve tutuklanması ile Erdoğan’ın verdiği mesaj açık; kendisi artık sandıkta karşısına çıkabilecek herhangi güçlü bir adayı ortadan kaldırma yetkinliğine ve gücüne sahip.
Bunun sonucunda neredeyse bir toplumsal refleks olarak üniversite öğrencileri başta olmak üzere çeşitli halk kesimlerinin sokaklarda bir kurtuluş arayışı başladı. Kurtuluş için sokağa dökülenler doğal olarak devletin yurtiçi şiddet tekeli olan kolluk kuvvetlerinin orantısız tepkisi ile karşılaştı. Peki barikatların, biber gazlarının, TOMA’ların, gözaltı ve işkencelerin arasında nerededir bu sokaktaki kurtuluş? Yeterince kalabalık mı değiliz? Yeterince sert veya yeterince barışçıl mı değiliz? Yeterince gündem mi değiliz?
Barikatı nasıl yıkmalı?
Bütün bunlar önemli ve haklı sorular olsa da bizlere yol gösterecek sorular değiller. Bizler bir halk mücadelesinin parçası olarak sokaktaysak, bir halk mücadelesinin bir savaştan farkını anlamamız gerekir. Bir halk mücadelesi sırasında çatışma, kaba bir hasar ve zayiat hesabı değil, mevcut egemen yapılanma yerine inşa edilmekte olan halk iktidarını getirmek ve bu iktidarı sürdürmek için yalnızca bir araçtır. Barikatların karşısına dikildiğimiz vakit neyi yıkacağımızın, yerine neyi inşaa edeceğimizin ortaklaşa bir şekilde tartışmasını ve kararını vermiş olduğumuz müddetçe o barikatı yıkmak veya karşısında direnmek bizleri özgürlüğümüze yaklaştıracaktır.
Bu durumu eylem alanlarımızdan bile görmek mümkündür. Günlerdir bize karşı kullanılan şiddet ve baskılara, kurduğumuz mekanizmaların örgütlülüğü oranında karşı koyabildik; bölümlerimizde ve yurtlarımızda kurduğumuz birlikteliklerle ne kadar dostla bir araya geldiysek o kadar kalabalık ve koordine hareket edebildik, eylemlerin öncesinde ne kadar ortak tartışma yürüttüysek iyi eylemler planlanmasına o kadar katkı sağlamış olduk.
Peki son iki haftadır ne ile karşı karşıyayız, neyi yıkmalıyız ve yerine ne koymalıyız? Tabii ki öncelikle AKP ve MHP ittifakının -emperyalizm ve proleter devrimler çağında kapitalizmin bir biçimi olan- faşist bir diktatörlük inşasına karşı bir aradayız. Bunun yanında bizlere saldırılarda bulunan dinci-milliyetçi kontrgerilla örgütleri; eylem kırıcılığında bulunan ve halkı hâlâ sandığa razı etmek peşinde olan ana muhalefet. Kısacası sermayenin var olan tüm aygıtlarının topyekûn saldırısı ve sindirme girişimi ile karşı karşıyayız. Bu kuvvetler sınıfsal pozisyonlarının çoğunlukla farkında olmakla beraber bu sınıfsal pozisyonlara uygun örgütlenme biçimleri doğrultusunda kurdukları güçlü kurumlara sahipler.
Bizler bunları yıkmalıyız. Bunları yıkarken bir yandan da yenilerini inşa etmeli, en başta sermaye diktatörlüğüne karşı verdiğimiz mücadelenin sınıfsal niteliğinin farkına varmalı ve vardırtmalıyız. İçinde bulunduğumuz süreç halk tabiri ile “tuzu kuru” siyasetçilerin ve sermaye ortaklarının, yıllar boyunca haksızlığa, yoksulluğa, geleceksizliğe mahkûm edilmiş bugünün ve geleceğin işçi emekçi kesimlerinin yaşam ve özgürlük kırıntılarına kast ettiği bir süreçtir.
Tam da kast edilen bu yaşam ve özgürlük, bizlerin bugün inşa etmesi gereken şeylerdir.
Barikatları yıkmak sınıfını bilerek her yerde olur
Yazının başında bahsettiğimiz sokak budur, yaşamın ve özgürlüğün olduğu yer. Bir sokaktaki uyumu, işleyişi, hukuku yalnızca o sokakta bulunanlar belirler. Kurtuluş; okullarımızı, işyerlerimizi, mahallelerimizi “sokaklaştırmaktadır”. Muhtarların, valilerin, rektörlerin, patronların boyunduruğundan çıkmak için yapacağımız şey bu kişi ve yapılanmaların tepeden inme, kendi çıkarlarını gözeten hükmü yerine sadece bu alanların gerçekten üretken unsurlarının ortak hükmünü inşa etmektedir.
AKP-MHP ikilisi ve onlara eklemli kesimler, sermaye çıkarlarını koruyacak kurumları kurarken bunun önünde en büyük engel olarak duran örgütlü bir halkı zayıflatmayı ve nihayetinde yok etmeyi hedefledi. Örneğin üniversitelerde 68 kuşağının devrimci mücadelesiyle kazanılan ve öğrencileri karar verme süreçlerine en ileriden dahil eden Öğrenci Temsilci Kurulları bürokratik engel ve yasaklarla içleri boşaltıldıkça atanmış rektörlerin üniversiteleri ekonomik ve politik rant bölgeleri haline getirmeleri kolaylaştı; en ilerici sendikalar bile sendikal bürokrasi bataklığına çektirildikçe, Mehmet Türkmen gibi önü alınamayan sendikal mücadele öncüleri hukuksuzca hapsedildikçe sermaye sahiplerinin emekçileri insanlık dışı koşullarda çalıştırmasının ve başkaldıran emekçi kesimlere orantısız güç ve baskı kullanımının yolu açıldı. Çünkü halk düşmanlarının karşısında durabilecek tek gerçek güç bulundukları alanlarda haklı talep mücadeleleri etrafında bir araya gelmiş geniş halk kesimleridir.
İçinde bulunduğumuz süreçte ÖTK’larımızı, STK’larımızı, sendikalarımızı, derneklerimizi sınıf mücadelesinin mevzileri olarak var etmeli ve güçlendirmeliyiz. Mücadelemizi buralardan kaldıracağımız ve buraları genişletecek eylemler, boykotlar, grevlerle sürdürmeliyiz. Hak ettiğimiz yaşamı bizlere işkence edenler ve buna göz yumanlardan bekleyecek değiliz dostlar, bu yaşamı onları ezmek için kullandığımız kollarla inşaa etmeliyiz.
Evrensel'i Takip Et