7 Nisan 2025 04:48

Arap basınında tartışılan soru: Suriye’de Türkiye-İsrail çatışması mümkün mü?

Arap basınında İsrail’in ‘Türkiye’ye mesaj’ diyerek gerçekleştirdiği Suriye saldırıları ve HTŞ ile SDG arasında Halep’in Kürt mahalleleri için imzalanan anlaşmaya dair tartışmalar vardı.

Arap basınında tartışılan soru: Suriye’de Türkiye-İsrail çatışması mümkün mü?

Fotoğraf: AA

Yusuf Ertaş

Geçen hafta Arap basınında, İsrail’in Humus’taki T4 ve Palmira Hava Üsleri ile Hama’daki ana havalimanına yönelik saldırıları öne çıktı. Saldırının Türkiye’nin bu üslerde keşif yaptığına ilişkin haberlerin hemen ardından gerçekleşmesi dikkat çekti. Saldırı Arap basınında da Türkiye’ye yönelik bir mesaj olarak değerlendirildi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Türkiye Suriye’de İsrail ile çatışma istemiyor” ifadeleri de öne çıktı.

Çatışma ihtimali zayıf

Gözlemciler iki ülke arasında artan gerilimin doğrudan bir çatışmaya doğru ilerlemeyeceği görüşünde birleşiyor. Bu konuda ABD Başkanı Donald Trump’ın kilit rol oynadığına dikkat çekiliyor. Lübnan merkezli En Neşra Yazarı Maher el Hatib “Suriye’de Türkiye-İsrail çatışması yaşanacak mı?​” başlıklı yazısında, “Kaynaklar, iki taraf arasında olası bir gerilimi dizginlemede asıl rolün Trump’a ait olduğunu değerlendirmektedir. Trump, Netanyahu’ya bölgede hareket serbestisini tanırken, Türkiye’yi Suriye’de ‘kazanan taraf’ olarak görmüş ve Erdoğan’ı ‘zeki ve güçlü bir lider’ olarak nitelendirerek onunla iyi anlaştığını ifade etmiştir. Dolayısıyla, Trump, Türkiye ve İsrail arasında bir uzlaşı veya anlaşmayı en iyi şekilde çözebilecek lider olarak öne çıkmaktadır” yorumunda bulunuyor.

HTŞ ile SDG’nin Halep anlaşması

Suriye sahasında öne çıkan diğer bir önemli gelişme de HTŞ (Heyet Tahrir el Şam) ile SDG (Suriye Demokratik Güçleri) arasında, Eşrefiye ve Şeyh Maksud Mahalleleri ile Halep’in kuzey kırsalındaki bazı köylerde yaşanan krizi çözmek için imzalanan özel anlaşma oldu. Bu anlaşmanın, Ankara’nın Suriye topraklarındaki İsrail saldırıları karşısındaki sessizliğini bozmasıyla eş zamanlı olarak gerçekleştiğine işaret edildi. Lübnan merkezli Al Ahbar’da yer alan haber/analizde “Bu adım, Suriye’nin kuzeyindeki sahayı yeniden şekillendirebilecek ve yaklaşık 10 yıldır süren mevcut kontrol haritalarını ortadan kaldırabilecek nitelikte görülüyor” ifadesine yer verildi. Bunun yanı sıra, “Suriye’nin kuzeyinde yaşanan büyük değişimin aksine, güney hâlâ İsrail’in sürekli saldırılarının baskısı altında ezilmeye devam ediyor. İsrail güçleri, tampon bölgeyi işgal etmiş durumda ve Şam ile Dera kırsallarının bazı bölgelerine kadar uzanan geniş alanlarda ‘fiili otorite’ kurmuş bulunuyor. Süveyda’da da yarı-ayrılıkçı bir Dürzi hareketini desteklemeye çalışıyor ve ‘Türkiye’ye mesaj verme’ bahanesiyle Suriye’nin orta kesimlerinde çeşitli bölgelere yönelik saldırıların hızını artırıyor” vurgusu yapıldı.

‘Netanyahu, Trump’ın desteğiyle kontrolden çıktı’

Öte yandan, İsrail’in, Gazze’nin kuzeyindeki kara operasyonlarını genişleterek Filistinlilere yönelik soykırım saldırılarını yoğunlaştırdığına dikkat çekiliyor. Al Kuds Al Arabi başyazısında bu konuda, “Gazze’de yaşananların, İsrail’in Yemen’de Husilere karşı yürüttüğü savaşın bir kısmını üstlenen ve İran’la savaş tehdidinde bulunan Trump yönetiminin desteğiyle kontrolden çıkan Netanyahu Hükümetinin temsil ettiği ırkçı gericilik dalgasıyla bağlantılı olduğu açıktır” diye yazdı.


Suriye’de Türkiye-İsrail çatışması yaşanacak mı?

Maher El Hatib
En Naşra/Lübnan

Son haftalarda, Türkiye ile İsrail arasındaki gerilimin artma ihtimali üzerine tartışmalar ön plana çıktı. Özellikle Suriye’de askeri üsler kurulacağına dair bilgiler, İsrail medyasında, İsrail’in bölgedeki askeri operasyonlarının özgürlüğünü etkileyebilecek olası bir tehdit olarak değerlendirildi. Bu durum, eski Suriye rejiminin çöküşünden bu yana iki taraf arasında bir çatışma çıkabileceğine dair senaryoları yeniden gündeme getirdi.

Bu bağlamda, Ankara’nın yeni Şam yönetiminin en büyük destekçisi olduğu, buna karşın Tel Aviv’in ise onu hâlâ bir tehdit olarak gördüğü belirtilmelidir. Bu nedenle İsrail, Suriye sınırlarının güvenliğini koruma gerekçesiyle sahada çeşitli askeri hamlelerde bulunmuştur. Suriye’nin geleceği belirsizliğini korurken, bu durum Türkiye ve İsrail arasında bir çatışmaya dönüşebilir mi?

Konuyu yakından takip eden kaynaklara göre, bu meseleyi değerlendirirken Türkiye ile İsrail arasında diplomatik ilişkilerin bulunduğu ve Türkiye’nin NATO üyesi olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. Ancak en önemli husus, ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile olan ilişkilere verdiği önemdir. Bu doğrultuda, Washington’un Suriye topraklarında iki taraf arasında herhangi bir çatışmayı önleme rolü büyük önem taşımaktadır.

Aynı kaynaklar, En Naşra’ya yaptıkları açıklamalarda, Ankara’nın Suriye’deki durumun karmaşıklığını herkesten daha iyi bildiğini vurguluyor. Bu da sonuçları öngörülemeyen bir maceraya atılmaktan kaçınacağı anlamına geliyor. Nitekim Türkiye’nin müttefik Suriye güçlerine iktidara ulaşmaları için alan açması, uluslararası ve bölgesel bir kararla gerçekleşmiş olup, esasen 7 Ekim 2023’te gerçekleşen El Aksa Tufanı operasyonunun ardından bölgedeki durumu yeniden şekillendirmeyi amaçlayan daha büyük bir planın parçasıdır.

Bu bağlamda, Ahmed Eş Şara (Colani) liderliğindeki yeni yönetimin, Şam’a ulaşmasından itibaren İsrail’e güven verici mesajlar göndermeye yönelik girişimlerini anlamak gerekir. Bu durum, Türkiye’nin doğrudan teşviki olmaksızın gerçekleşemez, zira Türkiye, geçmişi karmaşık olan bu yönetimin uluslararası meşruiyete ihtiyaç duyduğunun farkındadır. Bu meşruiyet ise esasen ABD’nin bu yönetime bakışına dayanmaktadır. Buna rağmen İsrail, en başından beri Suriye’ye yönelik günlük saldırılarını sürdürmektedir.

Genel tabloya bakıldığında, konuyu yakından takip eden kaynaklar, Türkiye ile İsrail’in yeni Suriye devletinin yapısına ilişkin yaklaşımlarındaki çelişkiye dikkat çekmektedir. Ankara, Kuzey Suriye’de bir Kürt devleti oluşumuna yol açabilecek federatif veya bölücü projelere karşı çıkmaktadır. Buna karşın Tel Aviv, “Azınlıkları koruma” sloganını öne çıkarmakta ve bu söylem aracılığıyla güvenlik kuşağı oluşturma amacını gütmektedir. Bu doğrultuda, İsrail, Suriye’nin kıyı bölgesinde Eş Şara (Colani) ile müttefik grupları tarafından gerçekleştirilen katliamlardan faydalanarak Dürzilere yönelik herhangi bir saldırıya karşı tehditler savurmuştur.

Şu ana kadar, aynı kaynaklar yeni Suriye yönetiminin gerek iç gerekse dış düzeyde ihtiyaç duyduğu meşruiyeti kazanamadığını vurgulamaktadır. Hatta birçok bölgesel ve uluslararası aktörün bu yönetime açılım yaptığına dair açıklamalarına rağmen, bu yönetimin karşı karşıya olduğu ve herkesin kısa vadede yerine getirmesinin zor olduğunu bildiği bir dizi şart mevcuttur. Öte yandan, bu yönetimin fiili bir otorite olarak kabul edilmesi yönünde bir eğilim de söz konusudur. Zira oluşabilecek bir yönetim boşluğunun doğuracağı sonuçlar, mevcut durumdan çok daha tehlikeli olabilir.

Sonuç olarak, bu kaynaklar, iki taraf arasında olası bir gerilimi dizginlemede asıl rolün Trump’a ait olduğunu değerlendirmektedir. Trump, Netanyahu’ya bölgedeki hareket serbestisini tanırken, Türkiye’yi Suriye’de “kazanan taraf” olarak görmüş ve Erdoğan’ı “zeki ve güçlü bir lider” olarak nitelendirerek onunla iyi anlaştığını ifade etmiştir. Dolayısıyla, Trump, Türkiye ve İsrail arasında bir uzlaşı veya anlaşmayı en iyi şekilde çözebilecek lider olarak öne çıkmaktadır.


Suriye’nin kuzeyinde dönüşüm başlıyor

Al Ahbar/Lübnan

Daha önce Ahmed Şara (Colani) başkanlığındaki Suriye hükümeti ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komutanı arasında, SDG’nin yeni Suriye ordusuna katılmasını öngören anlaşma imzalanmıştı. Birkaç gün önce de Eşrefiye ve Şeyh Maksud Mahalleleri ile Halep’in kuzey kırsalındaki bazı köylerde yaşanan krizi çözmek üzere özel bir anlaşma imzalandı. Bu kapsamında SDG güçlerinin ilk konvoyları Halep’ten Rakka’ya doğru yola çıktı. Ancak “Asayiş” olarak bilinen iç güvenlik güçlerinin varlığı korunmaya devam etti. Bu adım, Suriye’nin kuzeyindeki sahayı yeniden şekillendirebilecek ve yaklaşık 10 yıldır süren mevcut kontrol haritalarını ortadan kaldırabilecek nitelikte görülüyor. Dikkat çeken bir diğer husus ise, bu gelişmelerin, Ankara’nın Suriye topraklarındaki İsrail saldırıları karşısındaki sessizliğini bozmasıyla eş zamanlı gerçekleşmesi oldu. Türkiye, yayımladığı bir açıklamada, “İsrail’in bölgedeki en büyük tehdit kaynağı olduğunu” ifade etti.

Son imzalanan anlaşma, iki taraf arasında bir esir değişimi ve cezaevlerinin boşaltılması sonrasında, SDG savaşçılarının söz konusu iki mahalleden (Eşrefiye ve Şeyh Maksud) çıkmasını öngörüyor. Şam’a bağlı “genel güvenlik” birimi, sivillerin güvenliğine dokunulmaması ve Kürt iç güvenlik güçlerinin (Asayiş) çalışmalarının sürdürülmesi taahhüdünde bulundu. Görünüşe göre, tarafların anlaşmayı uygulama konusundaki kararlılığı sayesinde, anlaşma herhangi bir “engelle” karşılaşmadan hayata geçirildi. Özellikle de bu anlaşma, bir tür ademimerkeziyetçilik (yerinden yönetim) ve “Kürt özel kimliğine” saygı taşıması yönüyle dikkat çekiyor. Bu durum, eğitim merkezlerinin ve okulların daha önceki şekilde faaliyetlerini sürdürmesinin yanı sıra, bu iki mahalle ile kentin diğer mahalleleri arasında “tam bir serbest dolaşımın” sağlanmasını da kapsıyor.

Burada dikkat çekici olan nokta, bu adımın, ayrıntılarının çoğu henüz açıklanmamış olan bir dizi başka önlemle birlikte atılmış olmasıdır. Bunların başında, Tişrin Barajı çevresinde devam eden çatışmaların durdurulması ve tüm askeri güçlerin bölgeden çekilmesi gelmektedir. Ayrıca, Halep’in kuzey kırsalında, SDG ile Türkiye tarafından desteklenen “Suriye Milli Ordu”ya (SMO) bağlı fraksiyonlar arasındaki temas hattı üzerinde bulunan köylerdeki silahlı unsurların da bölgeden çekildiği bildirilmektedir. Bunun yanı sıra, Afrin’den göç etmek zorunda kalan sivillerin köylerine dönüşünü sağlamak amacıyla bazı düzenlemeler yapıldığı konuşulmaktadır. Bu çerçevede, başta kötü şöhretiyle tanınan “Amşat” (Süleyman Şah Tugayı) olmak üzere bazı SMO gruplarının bölgeden çıkarıldığı ve bu grubun faaliyet merkezinin Suriye’nin orta kesimindeki Hama’ya taşındığı aktarılmaktadır. Söz konusu bölgenin yönetiminin ise “genel güvenlik” güçlerine devredilmesi planlanmaktadır.

Bu son gelişmeler, Fransa ve ABD’den gelen heyetlerin katıldığı çok sayıda görüşmenin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu görüşmeler, “tarihi” olarak nitelenebilecek bir anlaşmanın imzalanmasının önünü açmıştır. Ancak Ankara’nın bu anlaşmaya ilişkin tutumu hâlâ netlik kazanmamıştır. Türkiye, bir yandan anlaşmayı memnuniyetle karşılarken, diğer yandan SDG güçlerine yönelik saldırılarını -azaltılmış bir tempoda da olsa– sürdürmüş ve özellikle, Kandil Dağlarından gelen PKK savaşçılarına işaret ederek, yabancı savaşçıların bölgeden çıkarılması gerektiğini vurgulamıştır. Buna rağmen, bazı çevreler, Eşrefiye ve Şeyh Maksud Mahallelerinde elde edilen “başarı”nın, sonraki anlaşmaların hızlandırılmasına katkı sunabileceğini düşünmektedir. Ancak her bölgenin sahip olduğu özgünlük ve farklılıkların dikkate alınması gerektiğinden, merkezi ve kapsamlı bir anlaşma yerine, yerel komitelerce hazırlanan bölgesel anlaşmaların tercih edildiği bir strateji benimsenmektedir.

Suriye’nin kuzeyinde yaşanan büyük değişimin aksine, güney hâlâ İsrail’in sürekli saldırılarının baskısı altında ezilmeye devam ediyor. İsrail güçleri, tampon bölgeyi işgal etmiş durumda ve Şam ile Dera kırsallarının bazı bölgelerine kadar uzanan geniş alanlarda “fiili otorite” kurmuş bulunuyor. Aynı zamanda Süveyda’da yarı-ayrılıkçı bir Dürzi hareketini desteklemeye çalışıyor ve “Türkiye’ye mesaj verme” bahanesiyle Suriye’nin orta kesimlerinde çeşitli bölgelere yönelik saldırıların hızını artırıyor.


İsrail’in ölüm üçgeni: Gazze-Suriye-Lübnan

Al Kuds Al Arabi
Başyazı

İsrail cuma günü Gazze’nin kuzeyindeki kara operasyonlarını genişleterek Filistinlilere yönelik soykırım saldırılarını yoğunlaştırdı. Bunların sonuncusu Tal al-Sultan kasabasında sağlık personelinin katledilmesi, Cibaliya’da bir BM kliniğinin bombalanması ve yerinden edilmiş insanların barındığı bir okulun hedef alınmasıydı. İsrail, savaşı yeniden başlattığı bu saldırı dalgasında, aralarında 183 çocuk ve 94 kadının bulunduğu 436 sivilin ölümüne yol açan bir darbeyle açılışı yaptı.

İsrail, Suriye’ye yönelik saldırılarını da yoğunlaştırdı. Perşembe günü, Dera iline kara birlikleriyle girerek bölgedeki gençlerle çatıştı ve dokuzunu öldürdü. Ayrıca Hama Askeri Havalimanına düzenlediği saldırıyla burayı tamamen yok etti. Humus Havalimanına yapılan saldırı dört Suriyeli askerin ölümüne yol açtı. Bunun yanı sıra Şam’daki bir araştırma merkezine ve başkente yakın olan Kisve bölgesindeki bir askeri üsse de saldırılar düzenlendi. Bu saldırılar onlarca yaralı ve çok sayıda can kaybıyla sonuçlandı.

Lübnan da, güneyde ve Beyrut’un güney banliyösünde İsrail’in gerçekleştirdiği hava saldırıları, suikastlar ve saldırılar dizisinin devamına tanıklık etti. İsrail işgal ordusunun son operasyonu cuma günü, ülkenin güneyindeki Sayda kentinde, Hamas Hareketinin liderlerinden Hasan Ferhat’ın dairesine düzenlenen hava saldırısıyla gerçekleşti; saldırı Ferhat’ı oğlu ve kızıyla birlikte öldürdü.

İsrail’in sağlık ekiplerine yönelik gerçekleştirdiği katliamla ilgili yapılan bir gazetecilik soruşturması şu bulguları ortaya koydu: Sivil savunma ve sağlık ekiplerinden 15 kişinin cesedi bulundu. Bunlardan birinin ayakları bağlanmıştı ve bir cesede 20 kurşun sıkılmıştı. Bu kişiler, İsrail bombardımanı sonucu yaralananlara yardım etmeye çalışırken tutuklandıktan sonra infaz edildi.

Gazze’de yaşananlar İsrail’in oluşturduğu büyük bir emsal teşkil etmektedir. Çünkü alenen işlenen soykırım eylemlerini, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları olarak sayabilecek tepkilerin yokluğu ile birleştiriyor.  Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Ceza Mahkemesi ile Uluslararası Adalet Mahkemesinin tutumlarına rağmen, ne İsrail, Amerika veya Avrupa’da ne de Arap kamuoyunda önemli bir tepki bulunmaktadır.

Gazze’de yaşananların, İsrail’in Yemen’de Husilere karşı yürüttüğü savaşın bir kısmını üstlenen ve İran’la savaş tehdidinde bulunan Trump yönetiminin desteğiyle kontrolden çıkan Netanyahu Hükümetinin temsil ettiği ırkçı gericilik dalgasıyla bağlantılı olduğu açıktır.

Suriye’deki (Beşar Esad rejiminin düşüşünden sonra) ve Lübnan’daki (Cumhurbaşkanı Joseph Aun’un seçilmesi ve Nevvaf Selam’ın hükümetini kurması sonrasında) siyasi koşullar değişmiş olsa da, bu durum İsrail’in doğasını değiştirmemiştir; çünkü İsrail, bölgeyi sarsmaya, ölüm, yıkım ve tahribatı yaymaya devam eden bir devlet terörüne başvurmaktadır.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

TİS taslağı yenilensin
600 bin kamu işçisinin talebi:

TİS taslağı yenilensin

Kamu işçilerinin enflasyon nedeniyle sadece 3 aydaki kaybı 5 bin liraya yaklaştı. Konfederasyonların iktidara sunduğu toplu sözleşme taslağındaki zam oranları daha şimdiden eridi. İşçiler, taslağın yenilenmesi ve onaylarına sunulduktan sonra pazarlık masasına götürülmesi çağrısında bulundu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Elektriğe yüzde 25 zam geldi.

Evrensel'i Takip Et