10 Nisan 2025 12:54

Dayanışmamızdan ne öğrendik?

Mücadelenin okulunda pişmeye devam eden gençler olarak, yalnız yürünmeye çalışılan yolun ne kadar kırılgan olduğunu görebiliyor ve birlikte çizeceğimiz bir yolun özgürleştirici gücünü fark ediyoruz.

Dayanışmamızdan ne öğrendik?

Fotoğraf: ANKA

ODTÜ öğrencisi Asya


Hayatım boyunca yanımdakine güvenmemem, özgür bir birey olarak kendi yolumu çizmem söylenmişti bana. Bugün gücün kendisini yanımdakine olan güvenimden alıyorum ve görüyorum ki çok daha özgürüm. Görüyorum ki bu yolu sıra arkadaşlarımla beraber çizdiğimde kendi hayatım üzerinde daha çok söz sahibi olduğumu hissediyorum. O zaman ne bu yol, ne ki bu özgürlük, nasıl yaşanır bu hayat?

İnsan doğasının bencil olduğu, güçlünün güçsüzü her daim ezeceği ve bu sistemde güçlü olmaya oynamak dışında çıkış yolu olmadığı anlatılır hep bize. Bir biyolojik bilimler öğrencisi olarak, bunun yanlış bir doğa ve evrim anlatısı olduğunu sürekli olarak bölümde tartışıyoruz. Okulumuzda yaşadığımız son eylemlilikler süreciyle beraberse bu tartışmanın kendisinin çok daha elle tutulur bir yere oturduğunu düşünüyorum.

Karşımızda en örgütlü haliyle duran iktidar ve sermaye sınıfına karşı edineceğimiz kazanımların örgütlü, kitlesel bir hareketle edinileceği barizken bunun önemi ve aciliyeti hayatın “olağan” akışında silikleşebiliyor, “bireysel” ve geçici çözümler gündemde olabiliyordu. Ancak polis barikatına karşı direnirken kimse kötü durumda gördüğü sıra arkadaşına ilaçlı su sıkmamayı düşünmedi bile. Düşeni kaldırmak, kenetlenmek, ilaç su maske paylaşmak, yanındakiyle beraber kurtulmadıkça kurtulamayacağını anın gerçekliğinde kavrayan gençler için neredeyse tamamen refleksif gerçekleştirdikleri davranışlardı: eylemliliklerin ilk günlerinde sesi en yüksek çıkan sloganlardan birinin ‘Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz’ olması da tesadüf değildi. Bu sloganın gerçekliğini bize kavratan şartlarda bencillik bir tartışma konusu olarak bile önemini yitirmişti.

İlerleyen günlerde bu refleksif dayanışmanın başka şekillerini de gördük: sürece fiziksel olarak katılamasa da yemek yardımı ulaştırarak destek olan sıra arkadaşlarımız, boykot kumbaralarında saatler içerisinde toplanılan paralar, derneklerden gelen sandviç yardımları, yurt mutfaklarında toplanılıp eylemden dönen insanlara tencere tencere yemekler hazırlanılması, yıllardır toplanılamayan ders notlarının bir anda toplanılıp üst dönemlerin alt dönemlere ders anlatması için kullanılması… Politik birlikteliğimizin doğurduğu duygu birlikteliği dayanışmamızın ilmeklerini sıkılaştırıyor ve derinleştiriyor, dayanışmamız derinleştikçe politik birlikteliğimizin zemini güçleniyor ve ilerliyordu. Günün sonunda şunu da gördük: belki iki hafta önce hayatta kendi dertleri içerisinde boğulduğu için sıra arkadaşının ekonomik ya da psikolojik sorunlarına göz yumma eğiliminde olan gençler, yüzlerini bile bilmedikleri insanlar için 299 sıra arkadaşımız hala gözaltında diyor, onlar için seslerini yükseltiyor. Çünkü hiç tanımadığı bu insanların kendi mücadelesi için cezalandırılmaya çalışıldığını, bu insanların kendisi ODTÜ’den ses yükseltirken başka başka yerlerden onunla aynı sesi yükselttiğini biliyor, tek adam iktidarına karşı yürütülen bu yolda binlerce, milyonlarca kişi sıra arkadaşı, derdi, gündemi oluyor. Bununla beraber ortaya geçmişe ve geleceğe dönük büyük bir soru çıkıyor: iki hafta önce yanımda nice “bireysel” gözüken sorunlar yaşayan arkadaşımla da aynı yolu neden yürümedik? Beni boğan dertlerle o sıra arkadaşımın dertleri aslında ortaklaşmıyor muydu, aynı yerden filizlenmiyor muydu? Bu yerin karşısında beraber mücadele etmek değil midir bizi kurtuluşa ulaştıracak olan?

Bu soruların kendileri, doğduğumuz andan beri bize aşılanan bireyselciliğin ve bireysel kurtuluş anlatısının çoktan çatlak verdiği yerlerden kırıldığını gösteriyor. Eylemlilikler sönümleniyor gibi gözükürken, normale nasıl dönebiliriz endişeleri yankılanırken şunu görüyoruz: yarın aynı otobüse binip aynı derse gitsek bile bu eskinin normaline dönmek olmayacak. Biz, mücadelenin okulunda pişmiş ve pişmeye devam eden gençler olarak artık yalnız yürünmeye çalışılan bir yolun ne kadar kırılgan bir yol olduğunu görebiliyoruz, sıra arkadaşlarımızla beraber çizeceğimiz bir yolun özgürleştiriciliğini görüyoruz. Çünkü en basitinden toplumsal sorunlar toplumsal çözümler gerektirir ve kendimizi toplumdan izole görerek çizmeye çalıştığımız herhangi bir yolda kendi hayatımıza müdahale etme çerçevemiz çok daha kısıtlı kalacaktır. Kendi hayatımız üzerinde söz sahibi olmamızın gerçekliği bu noktada toplumsaldır ve mücadele içinde geçen bir yaşamda kendisini bulabilir.

Bugün dayanışmamız aynı anda çokça şekilde kendisini gösteriyor ve göstermeye devam edecektir. Bir sandviç, bir kumbara, bir açık ders, bir konser, bir gaz maskesi, bir duvar yazılaması yardımsever birkaç insanın fedakarlığı değil, bizim politik birlikteliğimizin anlamını kavramamızla beraber bir noktada kendiliğinden gelen duygu ve yaşam birlikteliğimizin sembolleridir. Bu birlikteliği her gün arttırarak devam ettirmek bizi daha özgür bir yaşama taşıyacak olmakla beraber, daha özgür bir yaşam için beraber mücadele etmenin kendisi de günümüzün yalnızlaştırıcı dünyasında özgürleşmenin kendisidir.

ODTÜ’de bu eylemlilikler sürecinde kendime hep sorduğum, arkadaşlarımın da kendilerine sorduğunu gördüğüm, bu yazının ilk paragrafını oluşturan soruların cevaplarını burada görüyorum. Bu süreçte deneyimlediğimiz ortak sevincimiz, öfkemiz, hüznümüz; mücadelemizin ortaklaştığını gördüğümüz noktada ne kadar da doğalından birleşebildiğimizi bize çok net gösterdi. Şimdi sıra bu birlikteliği oluşturan şartların yarın da geçerli olacağını sıra arkadaşlarımıza göstermekte, onu ortak kurtuluşumuza değin büyütmekte ve ilerletmekte.

Evrensel'i Takip Et