13 Nisan 2025 06:30

Henüz vakit varken

Seyfi Selçuk

İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü 1 Mayıs’a az bir süre kaldı. Her yıl olduğu gibi bu yıl da emek sermaye arasında karşılıklı olarak güçler bir kere daha sınanacak. 2 Mayıs’tan başlayarak geleceğe yönelik atılacak adımlar çıkacak sonuca göre yeniden biçimlenecek.

Bu yüzdendir ki her 1 Mayıs ve öncesinde işçi sınıfı acil talepleri etrafında örgütlediği gücü en görkemli biçimde ortaya koyacak bir tutumla hareket etmiştir. Fakat sosyalizmin aldığı yenilginin ardından işçi hareketinde ve sendikal harekette hakim hale gelen revizyonizm ve oportünizm bu tutumda önemli oranda aşınmalar yaşanmasına sebep olmuştur. Geriye dönük bu “dönüşüm”ün dayanaklığını ise işçi aristokrasisi ve asıl olarak sendikal bürokrasi yapmıştır. 1 Mayıs’ı yok saymaya tarihten silmeye güçleri yetmeyeceğini bildikleri için tarihsel özünden arındırarak bozuşturmaya bir şenlik ve festivale dönüştürmek suretiyle biçimselleştirmeye çalışmıştır. Buna karşın mücadeleci işçi önderleri ve sendikacılar 1 Mayıs’ın tarihsel özüne uygun kutlanması için hep bir çaba içinde olagelmiştir. Bu “dönüşüm” sonrası 1 Mayıs işçi sınıfı açısından artık bir yanıyla da sermayenin “Truva Atı” olan sendikal bürokrasiye karşı da bir mücadele günü olma özelliği kazanmıştır. 1 Mayıs konusunda işçi sınıfıyla sendikal bürokrasi arasındaki bu çelişkinin en keskin yaşandığı ülkelerden biri de ülkemiz olmuştur. Sendikal bürokrasi 1 Mayıs’ı uzun yıllar çeşitli gerekçelerle ya görmezden gelmiş ya da amacına uygun kutlanmaması için elinden geleni yapmıştır. En çok üyeye sahip konfederasyon olan Türk-İş’in bu konudaki tavrı oldukça tipiktir. Türk-İş 1952 yılında kurulmuş olmasına karşın ilk alan kutlamasını 1993 yılında yapmıştır. Ortak kutlama ise ilk defa “iş güvencesi, insanca ve özgürce yaşam, eşitlik, adalet ve demokrasi” talepleriyle 2010 yılında Taksim’de gerçekleşmiştir. Her ikisi de tabandan gelen baskılar sonucu olmuştur.

Fakat sonrasında yaygın birleşik ortak kutlama yapmaktan yine özenle uzak durulmuştur. Ancak en büyük pay ona düşmekle birlikte bütün vebali Türk-İş’in sırtına da yüklememek gerekir. DİSK’in -son örneğine 2024 yılında tanık olunan- sınıf güç ilişkilerini dikkate almadan “her koşulda Taksim” inadı olsun, Hak-İş’in Saray iktidarının duldasında etliye sütlüye pek karışmadan işi geçiştiren tutumu olsun en az Türk-İş’in ki kadar sorunludur ve sorumludur. Fakat asıl etken işçi ve sendikal hareket içinde bürokrasinin manevralarını etkisiz kılacak düzeyde geçmiştekine benzer yerel sendikal platformlar vb. bir direnç odağının olmamasıdır.

Bu yılki senaryo

İşçi sınıfı ezilen ve sömürülen kitleler 2025 1 Mayıs’ı öncesi sendikal bürokrasinin yeni bir senaryosuyla yüz yüze gelmiştir. Bu yılki senaryoya göre işçi veya kamu emekçisi, ayrımsız tüm konfederasyonlar 1 Mayıs’ı alanlarda kutlamaktan imtina etmemektedir. Öyle ki haftalar öncesinden başlayarak alan ve meydanlar kapış kapış olmuştur. Ha, bu arada Saray iktidarının valileri durur mu; onlar da yapılan kimi başvurulara Ankara başta olmak üzere çoğu yerde yok satan esnaf edasıyla “Geç kaldınız elimde alan kalmadı, yoksa dükkan sizin” mealinde gerekçelerle izin vermeyerek literatüre yeni bir yasaklama türü kazandırmıştır. Bu tabloya bakarak “Daha ne olsun her yerde yaygın biçimde kutlanacak. Bırakın herkes meşrebince kutlasın” denebilir. Ne ki kazın ayağı hiç de öyle değil. En başta bu kararları alan sendikal bürokrasinin her birinin çıkar ilişkilerinden kaynaklanan kendilerince farklı meşrepleri olabilir, ki vardır. Ve fakat emekçilerin sorunları çıkarları ortak olduğu gibi meşrepleri de ortaktır. Üstelik bu meşrep sendikal bürokrasinin meşrebiyle hiçbir noktada uyumlu değildir/olamaz da. Hele ki dünyada ve ülkemizdeki mevcut koşullarda.

Dünya ve Türkiye’de durum

Uzun süredir dünya deyim yerindeyse kaynayan bir kazana dönüşmüş durumda. Söz sahibi olanın -büyük emperyalist güçler- kendi lezzetini vermek üzere içine bir tutam çeşni attığı bu kazandan nihayetinde nasıl bir yemek çıkacak ve bu birilerine nasıl yedirilecek? Bu henüz belli değil. İkinci Paylaşım Savaşı sonrası oluşan uluslararası düzenin kurumlarının ve platformlarının günümüz koşullarında var olan sorunlara bir çözüm üretemediği ve gerçekte eski düzenin fiilen ölmüş olduğu bizzat bu düzeni kuranlar tarafından dile getirildiği günlerden geçiyoruz. Özetin özeti eskinin öldüğü yeninin henüz doğmadığı bir “Araf’ta kalma” hali söz konusu.

Ülkemize gelince; Saray rejimi altında Türkiye hüküm süren bu fokurdamadan ekonomik ve siyasal açılardan en fazla etkilenen ülkelerden biri. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın emekçilerden ve halktan sabır göstermelerini istediği OVP ve “Şimşek programı” 19 Mart sonrası ekonomide oluşan hasar nedeniyle çökerek kalıcı hale gelmiş bulunuyor. Elektriğe bir çırpıda yüzde 25 oranında zam yapıldı. Bu emekçilerin zorunlu geçim araçlarına yapılacak zamların habercisidir sadece. Kamu ve özel sektör ayrımsız ücret ve maaşlar üzerindeki baskılama sürüyor. Dahası vidalar daha çok sıkılacak gibi. Gerçek enflasyon ne oranda olursa olsun ücret ve maaş artışları öngörülen enflasyon baz alınarak yüzde 30’la çıpalanmak isteniyor. Çalışan işçilerin yüzde 53’ünü oluşturan asgari ücret şimdiden açlık sınırının altında kalmış bulunuyor. Grevler yasaklanıyor, işçilerin en temel haklarını savunduğu için sendikacılar gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Fakat öte taraftan on milyonların açlık ve sefaletin pençesine sürüklendiği, halkın karnını doyurmak için gece karanlığında çöpten ekmek topladığı bu ortamda vergi indirimi, teşvik ve kredi biçiminde devlet hazinesinden kapitalist tekellere aktarılan kaynaklar yandaş basının gazete manşetlerini ve televizyon ekranlarını süslemeye devam ediyor.

Ne ki Saray rejimi yalnızca ekonomik alanda değil demokratik haklar ve siyasal özgürlükler alanında da emekçilerin ve halkın üzerine bir karabasan gibi çökmüş bulunuyor. Kitle desteği gün gün eriyen tek adam yönetimi yığınlar nezdinde rıza üretemediği için zorbalıkla yönetmeye yöneldi. Yasama, yargı ve yürütme gücünü bir sopa gibi kullanarak muhalifleri sindirmeye Saray rejiminin ömrünü uzatmaya çalışıyor. Bu çerçevede altın vuruş olarak planlayıp devreye soktuğu 19 Mart operasyonu hesap ettiklerinin aksine Saray yönetiminin elinde patlamıştır. “Şimşek programı” adıyla gırtlağına basılarak zorla içirilen zehirli ilacın neden olduğu öfke ve birikim Ekrem İmamoğlu şahsında iradesinin hiçe sayılması olayına duyduğu tepkiyle birleşmiş ve olay E. İmamoğlu meselesinin ötesine geçerek ezilen, sömürülen ve horlanan halk kitleleriyle Saray rejimi arasındaki bir mesele boyutuna bürünmüştür. Gençliğin ve çeşitli halk kesimleri ve katmanlarının olduğu kadarıyla örgütlü olarak katıldığı halk hareketine denebilirse yalnızca işçi sınıfı örgütlü bir güç olarak katılmadı. DİSK ve KESK hariç konfederasyonlar bu gelişme karşısında ölü numarasına yattılar. Bu tutumun örtü altında Saray rejimine verilen bir destek olduğu doğruluğu su götürmez bir gerçektir. Nitekim Saray’dan sızan bilgiler Erdoğan’ın bu durumdan ziyadesiyle memnun olduğudur. Çünkü Erdoğan’ın bu aralar Cumhur İttifakı dışında hangi biçimde olursa olsun muhalif cephede oluşacak bir birliğin bırakalım kendisini, görüntüsüne dahi tahammülü bulunmamaktadır. Hele işçi sınıfının içinde yer alacağı bir birliğe ya da bizzat kendi içinde birleşmesine hiç mi hiç yoktur. Saray rejimine göbekten bağlı Hak-iş, Türk-İş, Memur-Sen ve Kamu-Sen’in 1 Mayıs taktikleri hiç şüphe yoktur ki üyelerinin değil Saray iktidarının hassasiyeti gözetilerek oluşturulmuştur.

İnisiyatif alınmalı

Oysa işçi sınıfının gerek dünyada gerekse ülkemizdeki siyasal çalkantıların dünya ve tek tek ülkeler ölçeğinde ulusal artık değere kimler nasıl el koyacak, doğal kaynakları kim nasıl yağmalayacak üzerinde gelip düğümlendiği koşullarda emperyalist akbabaların ve iş birlikçi saray iktidarlarının planlarına karşı reddiyesini en güçlü haliyle ortaya koyması için her yerde 1 Mayıs’ın olabilir en geniş birlikle ortak kutlanması gerekmez mi? Ne var ki mevcut tablo bu bakımdan hiç iç açıcı değildir. En başta emeğin başkenti İstanbul’da 1 Mayıs kutlamaları bölük pörçük bir haldedir. Şimdilik görünen o ki Türk-İş başka yerde DİSK ve KESK başka yerde kutlama yapacaktır. Oysa ortak kutlamanın önünde bir engel olmadığı gibi farklı yerlerde kutlamanın ikna edici bir gerekçesi de bulunmamaktadır. 600 bin kamu işçisinin TİS görüşmelerinin tıkandığı, asgari ücretin açlık sınırının altında ortalama ücretin yoksulluk sınırının yarısı kadar anca olduğu, milyonlarca emeklinin çöplükten karnını doyurmaya mahkum edildiği, halkın oylarıyla seçilen belediye başkanlarının hapse atılarak yerlerine kayyım atandığı ve halk iradesinin hiçe sayıldığı, şafak operasyonlarıyla muhalif politikacı, aydın, gazetecilerin gözaltına alınıp tutuklandığı, konut dokunulmazlığı, ifade özgürlüğü başta olmak üzere kişi hak ve dokunulmazlığının çiğnendiği özetle siyasi iktidarın baskı ve zorbalıkta perva tanımadığı günümüzde 1 Mayıs’ta ortaya çıkacak emeğin gücü yarınların şekillenmesinde bir “mihenk taşı” olacaktır. Bu nedenle iş birlikçi sendikal bürokrasinin bu gücü heba etmesi kabul edilemezdir. İşçi sınıfının ve sendikaların mücadeleci unsurları sendikal bürokrasinin tutumuna rıza göstermemelidir. Henüz vakit varken tüm emek ve demokrasi güçleri kutlamaların ortaklaştırılması için inisiyatif alarak harekete geçmeli.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İşçi canı bir tahlil parası bile etmedi
Özel hastane, beyin kanaması geçiren işçisini ‘tetkikler pahalı’ diye ölüme yolladı

İşçi canı bir tahlil parası bile etmedi

İşçi Serkan Temelci, Hintli tekelin sahibi olduğu iş yerinden tazminatsız atıldı; işe başladığı özel hastanede ilk gün yere yığıldı, henüz ücret almadığı için parasızdı, hastane pahalı tetkikleri yapmadı; 2 hastane dolaştıktan sonra can verdi.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
13 Nisan 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et