1 Mayıs’a giderken kamu işçilerinin tutumu
Kamu işçisinin insanca yaşam talebini karşılamak için toplu sözleşmelerinin bile politik bir muhtevaya sahip olduğunun iyi anlatılması gerekmektedir.

Fotoğraf: Andaç Aydın Arıduru/Evrensel
Ömer Yalçıntaş
Son yılları karakterize eden hiç kuşkusuz ki Saray rejimine karşı gelişen mücadelelerdir. Son 1 aydır gelişen mücadeleler bile Saray rejiminin baskıcı otoriter uygulamalarına olan tepkiyi göstermekle birlikte ekonomide hayata geçirdiği -kapitalistlerin çıkarına olan- programlarının ortaya çıkardığı sonuçlara da karşıdır.
Pandemi sonrasına bakmak yeterlidir. Lokal parçalı olsa da işçi hareketi bir dönemdir ciddi direniş, fiili grevler ile hayatını çekilmez kılan politikalara karşı yol arayışında. Bu hareketin en önemli bileşenlerinden olduğunu rahatlıkla söyleyeceğimiz kesimini uzun “bekleyiş” sürecinden sonra girdiği mücadelesi ile kamu işçileri oluşturuyor.
Geçen yıla baktığımızda görülen şudur. Yıllarca çok maaş aldığı, sosyal haklarının fazla olduğu söylenen kamu işçileri, uygulanan ekonomik politikalar ile bu haklarının ne kadar geri götürüldüğünü anlatmaya çalışıyor. Geçmişte kazanılmış haklarını söke söke hanesine yazdırmış olan kamu işçileri yine bir hareketlilik içinde.
Geçmişe bakıp bugünü anlamlandırmak
Uzun yıllardır kapitalistleri ihya eden ekonomik politikalarda ısrar eden iktidara karşı işçilerin eylemleri; Bahar eylemleri olarak bilinen ve 1989 yılının mart, nisan, mayıs aylarını kapsayan işçi mücadeleleriyle (bugünle en azından) taleplerinin çıkış noktası bakımından benzerlikler gösteriyor. O dönemin en belirgin özelliği ‘80 askeri darbesinin işçi örgütlerini dağıtması, grevlerini, mitinglerini yasaklaması ve neoliberal sermaye programının Özal Hükümeti tarafından hayata geçirilerek işçilerin yoksulluğuna yoksulluk katmasıydı.
Bu ağır baskı politikalarına karşı çok geçmeden 1986’da Netaş işçileri aylar süren grevle, grev yasaklarının aşılabileceğini, 1987’de ambar işçileri 9 ay süren grevleri ile patrondan yüzde 214 zam alınabileceğini, aynı yıl Kazlıçeşme’de deri işçileri miting yaparak miting yasaklarını işlevsiz kılabileceğini göstermişti. Ve ardından Türkiye tarihinin bu anlamda en etkili ve yaygın eylemlerinin işaret fişeği çakıldı: 1989’da yüz binlerce işçinin kol kola girmesiyle, kamunun (hükümetin) inadı kırıldı ve yüzde 140 zam vermeye mecbur bırakıldı.
Bahar 1989 eylemleri ücret talebiyle başlamıştı. Ama ANAP hükümetine ve onun neoliberal uygulamalarına karşı politik bir mücadeleye genişledi. Etkisi, sadece seçimlere bakıldığında bile görülecektir. 27 Mart 1989’da yapılan yerel seçimde oy oranı yüzde 35’ten 21’e düşen ANAP, 1991 genel seçiminde iktidarı kaybetti.
Bugün ne yapmalı?
‘89 eylemlerini örgütleyen işçi kuşakları kah işten atılarak, kah özelleştirmeler sonucu emekliliğe zorlanarak kamudan tasviye edildiler ve yerlerine genç deneyimsiz bir kamu işçisi kuşağı geldi. Ama işçi mücadelesi inatçıdır. Çünkü ezilmişliğine, sömürülmesine karşı harekete geçme refleksini devamlı (eksiği fazlasıyla) gösterme yeteneğini başarabilen tek sınıftır kuşkusuz. Öyle ki genç işçi kuşaklarının geçmiş deneyimlerin yanına kendi deneyimlerinden öğrenerek sonuçlar çıkardığını geçen yıllarda yaşayarak gördük. İnsanca yaşam için harekete geçen demir yolu, sağlık, askeri, enerji iş kollarından işçiler sendikacıları kovaladılar, kimisi Sivas’ta olduğu gibi istifa ettirildi, toplu ziyaretler ile sendika bürokratlarını sıkıştırdılar, eylem yasağı dinlemeyip iş yerlerinde tartışıp alana taştılar, binlercesi yürüyüşlerle kent sokaklarını (Eskişehir, Kayseri, İstanbul, Ankara vd.) inlettiler.
Sendikal bürokrasi geçmişten çıkardığı deneyimlerle çeşitli oyunlar oynasa da işçilerin tepkilerinin boşaltılmasını sağlayacağını düşündüğü ama işçilerin tepkisini sadece erteleyebildiği merkezi miting kararı almak zorunda kaldı. Kamu toplu iş sözleşmeleri çerçeve protokolünü (KÇP) işçilere göstermelik anketlerle sormak zorunda kalan sendikal bürokrasi, geçiştirmeye çalıştığı ama başaramadığı bu KÇP sürecinde istemeye istemeye daha yüksek perdeden talepler öne sürdü. Elbette işçilerin isteklerine yakınlaşmayan bu isteklerin daha yukarılara çekilmesi mücadele ile olacaktır. Geçmiş yıllardakine benzer bir işçi baskısı ile sağlanabilecektir. Sendikacıların “Ben yaptım oldu” adımı ile geçiştirilmemesi için dahi kamu işçisinin birliği kritiktir. İşçi müdahalesi; iş yeri TİS komiteleri, il hatta ülke düzeyinde iş kolu ve genel işçi koordinasyonları kurmaktan, yerel işçi temsilciler kurulları toplamayı zorlamaya kadar genişlemelidir.
1 Mayıs’ta kollar birleşmeli
İşçilerin insanca yaşama isteği ve talepleri hiç kuşkusuz politik bir hatta yönelebildiğinde kazanmasının da garantisi olacaktır. İktidar ve koltuk değnekliği yapan sendikal bürokrasinin uygulamaları işçilerin bu anlamda politik sonuçlar çıkarmasında etkili olmaktadır.
Bu noktada taleplerinin kapsayıcılığı çok önemlidir. Zira sendikalı sendikasız tüm işçilerin de ortaklaşan talepleriyle birleşik mücadelesinin de koşulu budur. İnsanca yaşamak; sadece ücret talep etmesiyle değil, örgütlenme özgürlüğünü savunmaktan, siyasal baskıların son bularak özgürlükçü bir toplumsal düzenin kurulmasına, savaşların değil barışın egemen olduğu bir dünya istemekten, seçme seçilme özgürlüğünün savunulmasına kadar bir dizi talebi de içeren genel birleşik bir mücadele için kaçınılmazdır. Nasıl ki Filistinli, İsrailli, İranlı işçiler, işgallere karşı ancak diğer ülke işçilerinin birleşmesiyle savaşı durdurabileceklerini söyledilerse belki de bunu anlamlı kılabilecek bir günün arifesinde olmamız nedeniyle de taleplerini bu genişlikte, kapsayıcılıkta yapabilecek tek sınıf olarak işçi sınıfının da ülkemizde harekete geçebilmesi/geçirilebilmesi gerekmiyor mu?
Kamu işçileri örneğin özelleştirmelerle memleketin parsel parsel satılmasına, seçilmişlerin cezaevlerine doldurulmasına, demokratik bir ülke için Türk Kürt kardeşliğinin sağlanmasından, gençliğin taleplerinin savunulmasına, ücretlerin artırılmasının iktidarın ekonomi politikalarının reddedilmesi olduğunun dillendirilmesinden sendikal bürokrasinin dağıtılarak sınıf sendikacılığının kurulmasına kadar bir dizi taleple genel grev ve direnişe genişleyecek bir mücadele hattının örülmesine bu 1 Mayıs vesilesiyle adım atamaz mı?
1 Mayıs’ın kökeni, daha kısa iş günü mücadelesine ayrılmaz bir şekilde bağlı. Bu talep aynı zamanda işçi sınıfı için büyük siyasi öneme sahipti. “Sekiz saatlik iş günü talebi, bütün proletaryanın, bireysel işverenlere değil, bugünkü toplumsal ve siyasal sistemin tümünün temsilcisi olarak hükümete, bir bütün olarak kapitalist sınıfa, tüm üretim araçlarının sahiplerine sunulan talebidir.” (Lenin)
Bu özlü yaklaşım günümüz işçilerine de bir çağrı niteliği taşıyor. Kamu işçisinin insanca yaşam talebini karşılamak için toplu sözleşmelerinin bile politik bir muhtevaya sahip olduğunun iyi anlatılması gerekmektedir. Çünkü karşılanmaları durumundaki kazanımlarının da sadece kendilerinin değil diğer iş kolları hatta tüm toplumsal katmanların da kazanımı olacağı bilincini geliştireceğini bilmelidir.
Birleşmiş ve bunun karşılığı olarak da 1 Mayıs günü talepleriyle kendi gücünü göstermiş tüm bir işçi sınıfı ama daha özelde kamu işçileri güçlü bir mesaj vermeye şimdiden hazırlanmalıdır.
Evrensel'i Takip Et