Hizbullah yanıtladı: Lübnan’ı nasıl bir gelecek bekliyor?
Hizbullah’ın politika enstitüsü Araştırmalar ve Belgelendirme için Danışmanlık Merkezi Başkanı Dr. Abdül Halim Fadlallah, Kavel Alpaslan'ın sorularını Evrensel için yanıtladı.

Abdül Halim Fadlallah
Kavel Alpaslan
[email protected]
İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırısı ve işgali son bir yılda ülke için sarsıcı sonuçlar doğurdu. Her ne kadar geçtiğimiz aylarda, saldırılara direnen Hizbullah ile Tel Aviv arasında bir ateşkes durumu söz konusu olsa da bugün İsrail, Lübnan’ı vurmaya devam ediyor. Sınır bölgelerindeki işgal ise sürüyor.
Binlerce kişinin yaşamını kaybettiği, on binlerce kişinin ise evsiz kaldığı bu çatışma ve işgal hali Hizbullah için de son derece zorlu bir süreç oldu. Öyle ki 7 Ekim 2023’te Filistin’de yoğunlaşan İsrail’in soykırım savaşı, bir süre sonra yönünü kuzeye döndü. Çağrı cihazlarına yapılan suikastlar ile birlikte Hizbullah büyük bir yara aldı. Ancak en büyük kayıp şüphesiz Hizbullah’ın Eski Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’a yönelik suikast oldu.
Peki ama Hizbullah’ı nasıl bir gelecek bekliyor? Lider kadrolarına yönelik bu suikastların ardından büyük boşluklar oluştu mu? Yıkılan ülke yeniden nasıl inşa edilecek? İsrail işgalinden Lübnan’ı koruyacak olan Hizbullah dışında bir güç var mı? Yoğunlaşan savaş sürecini Hizbullah nasıl değerlendiriyor?
Tüm bunları Hizbullah’ın politika enstitüsü Araştırmalar ve Belgelendirme için Danışmanlık Merkezi Başkanı Dr. Abdül Halim Fadlallah ile konuştuk. Fadlallah, yaşadıkları sürecin ayrıntılarını Evrensel’e anlattı.
‘Direniş hâlâ sahada’
Siyonist güçlere karşı bir yılı aşkın yoğun mücadelenin ardından Hizbullah ve birçok şehir saldırılardan etkilendi, halk büyük zarar gördü. Mevcut durumu siyasi ve askeri açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
Siyonist güçlere karşı yürütülen yoğun çatışmayla geçen bir yılı aşkın süreçte Hizbullah, tüm kentler ve bütün toplum saldırılardan etkilendi. Bu savaştan sonra Direniş[1] ve Hizbullah, İsrail düşmanına karşı yüksek bir direnç gösterdi. O zamandan beri Direniş, düşman güçlerinin Lübnan topraklarını işgal etmesini engelledi. Direnişin İsrail saldırısı ve işgaline karşı koyma becerisi, sunduğu katkıyla ateşkese ve Birleşmiş Milletlerin 1701 kararını uygulamak için yapılan prosedür anlaşmasına yol açtı. Ancak İsrail, sivil yerleşimleri hedef almaya ve anlaşmayı ihlal etmeye devam etti. İsrail, Arap devletlerine ve halklarına karşı girdiği tüm savaşlarında alışkanlık edindiği üzere bu anlaşmayı da yok saydı. Şimdi Direniş, İsrail saldırısıyla yüzleşme, ona karşı koyma konusunda devlete, diplomasiye kendi rolünü oynama fırsatı veriyor. Ancak Direniş, hâlâ sahada ve sahada olmaya da devam edecek, halkını koruma görevini terk etmeyecek.
Şimdi, Seyid Hassan Nasrallah’ın şehadetinden altı ay sonra, 1701 kararını uygulamaya dönük ateşkese varılmasından dört ay sonra geçen zaman içinde Hizbullah, temel kabiliyetlerini, Lübnan’da oynadığı rolündeki temel becerisini ve İsrail işgaline, saldırılarına, ateşkes ihlallerine karşı koyma yetisini yeniden kazandı. Bugüne geldiğimizde Hizbullah, Lübnan’da hükümet düzeyinde sahip olduğu merkezi rolü de yeniden kazandı. Bugün Hizbullah, son İsrail saldırganlığında zarar gören yapıların ve altyapının yeniden inşasını engelleme yönündeki Amerikan baskısı ve tutumu karşısında yeniden inşa projesinde ana oyuncu konumunda.
‘Nasrallah’ın yokluğu tüm dünya için kayıptır’
Yakın zamanda düzenlenen Seyid Hasan Nasrallah ve Haşim Safiyüddin’in cenaze törenine büyük bir kalabalık katıldı. Hizbullah’ın liderliğine dönük bu suikastlar şüphesiz hem Lübnan hem de bölge için oldukça büyük bir kayıptı. Sizce bu kayıp Lübnan ve bölge için ne ifade ediyor?
Elbette, Seyyid Hasan Nasrallah’ın ve diğer Hizbullah liderlerinin -özellikle Seyyid Haşim Safiyüddin’in- vefatı ve yokluğu, sadece Lübnan’daki Direniş ya da Arap-İslam dünyası için değil; aynı zamanda dünya çapındaki kurtuluş mücadeleleri için de büyük bir kayıp.
Ancak, bu iki şehit için yapılan Lübnan tarihinin en büyük cenaze töreninin en önemli sonuçlarından biri, Seyyid Hasan Nasrallah’ın mirasının kesintisiz devam ederek yerleşmiş olmasıdır. Nasrallah’ın güçlendirdiği direniş ruhu, Direniş’in halk tabanında ve destekçileri arasında canlı kalmaya devam edecek. Ayrıca Direniş, bir fikir olarak, bir proje olarak, bir kapasite olarak ve aynı zamanda bu harekete direnişe devam etme, daha da güçlenme becerisini veren bir kurum olarak ağırlığını koymaya devam edecek.
‘ABD yeniden inşadan pay almaya çalışıyor’
Lübnan’da yeni cumhurbaşkanı seçilmesi için Batılı güçler, yoğun bir baskı yaptı. Ayrıca Hizbullah’ı siyasi alandan uzaklaştırmaya dönük de ciddi çabaları oldu. Lübnan’ın ve Hizbullah’ın maruz kaldığı bu dış müdahaleleri nasıl görüyorsunuz?
Lübnan’da kısa süre önce yürütülen hükümet kurma sürecinde Amerikan elçiliği-Amerikan delegasyonu Hizbullah’ın hükümetteki temsilini engellemek için Lübnan’a baskı uyguladı. Bu, Hizbullah’ı siyasi alandan uzaklaştırma yönündeki açık Amerikan çabalarının bir göstergesi. Hizbullah’ın bu hükümette temsil edilmesine ve şu anda bu hükümet içerisinde her düzeyde, bütün dosyalarda kilit bir rol oynamasına rağmen.
Doğal olarak, ABD ve Batı genel olarak son savaşın sonucundan faydalanmak istiyor. Bu güçler özellikle son savaşta İsrail saldırganlığı ile hedef alınıp yok edilen sivil yapıları ve sivil bölgelerin yeniden inşasında ihtiyaç duyulan fonları sağlamak üzere Lübnan’a baskı uyguluyor. Başka bir deyişle Batı ve özellikle de Amerika Birleşik Devletleri, İsrail’in savaşta başaramadığını şimdi siyaset yoluyla başarmaya çalışıyor. Savaşta İsrail, Lübnan’daki Direniş’in kararlılığı ve dayanıklılığı nedeniyle geniş bir alanı işgal etme amacına, -yani temel hedeflerine- ulaşamadı.
Hizbullah’ı Lübnan’daki siyasi mutabakattan, siyasi alandan silmeye dönük Amerikan ve Batı merkezli plana karşı her şeyden önce yüksek seviyede bir dayanışmaya ihtiyacımız var: Özellikle de stratejik ve ulusal bilinç anlamında aynı vizyona sahip siyasi güçler ve partiler ile sağlanacak bir dayanışmaya ihtiyacımız var. Lübnan’ı bekleyen tehlikelere, tehditlere karşı duranlarla dayanışmaya ihtiyacımız var. Ortadoğu’nun bir parçası olan Lübnan’a yönelik İsrail saldırganlığına ve şiddetine karşı rolümüze dair bir dayanışmaya ihtiyacımız var. Ortadoğu’yu yeniden inşa etmek isteyen İsrail girişimlerine karşı geleceğe doğru bir dayanışmaya ihtiyacımız var.
Ayrıca Lübnan’daki tehlikeler ve tehditler ortamında, bu ülkenin rolü hakkında yeni bir kurumsal ve politik yaklaşıma gereksinim duyuyoruz. Böylesi bir yaklaşım, İsrail’in Gazze’de, Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta ve Yemen’de yürüttüğü savaşın kritik ve tehlikeli dönüşümüne de tavır almalı. Donald Trump’ın başkanlığı ile Ortadoğu’ya yönelik ABD’nin tehlikeli yaklaşımına ve vizyonuna karşı da aynı şekilde.
‘Kaybettiklerimizin çok daha güzellerini inşa edeceğiz’
Siyonist işgalin Lübnan’a yönelik saldırısından sonra ülke büyük bir yıkımla karşı karşıya kaldı. Birçok insan hayatını kaybetti veya evsiz kaldı. Hizbullah’ın bu yakıcı toplumsal soruna dair ne gibi bir çabası var?
Yoğunlukla sivilleri, sivil kentleri, sivil bölgeleri, sivil köyleri hedef alan geniş çaplı İsrail ateşine ve saldırganlığına maruz kalan bu Direniş toplumu, büyük bir direngenlik gösterdi. İsrail saldırısına ve ateşine karşı müthiş bir dayanma yetisi sergiledi.
Hâlâ bu toplum metanetini ve dayanıklılığını sürdürüyor. Ve şimdi evleri, bölgeleri, kentleri yeniden inşa etme planı bekleniyor. İsrail saldırıları tarafından defalarca zarar gören bu toplum, Hizbullah’ın ve Direniş’in önderlik rolüne inanıyor. Ana parti ve onun kurumsal temeli yeniden yapılanma planını kontrol edip yönlendirebilir.
Özetle; Direniş toplumu ve Lübnanlıların büyük çoğunluğu ile Direniş arasındaki ilişki hâlâ bir güven meselesine dayanıyor. Bu, Direniş’in savaştaki ve barıştaki rolüne, İsrail’in saldırganca Lübnan topraklarına girerek yürüttüğü işgale karşı koyma mücadelesine ve barış döneminde yeniden inşa planına olan inançtan güç alıyor. Tıpkı 2006 savaşında olduğu gibi, bugün de aynı yolu ve süreci tekrarlıyoruz. Direniş, halkına sivil bölgeleri, sivil şehirleri ve köyleri daha önce nasılsa öyle, ama daha güzel bir şekilde yeniden inşa etme sözünü veriyor.
Buna karşın, Hizbullah’ın hem savaş döneminde hem savaş sonrası dönemde, İsrail saldırganlığına ve İsrail savaşının sonuçlarına karşı koyma konusundaki bu sağlam planına karşı, savaştan etkilenen toplumu kurtarmak ve Lübnan’ın yıkılan bölgelerini, evlerini yeniden inşa etmek için net ve sağlam bir hükümet planı yok. Diğer Arap ülkelerinden de, bu savaştan sonra Lübnan’ın toparlanmasına yardımcı olma konusunda herhangi işaret yok. Bunun yerine, siyasi bedel ödemeden yeniden inşayı engellemeye yönelik bazı girişimler görüyoruz. Siyasi bedel ödemeden yeniden inşa ve iyileşme olmaz.
‘Lübnan’da iki kamp arasında derin bir bölünme var’
Şu an Lübnan toplumunda Hizbullah’ın konumuna dair genel hava nasıl? Hizbullah’ın tabanı ve müttefikleri haricinde kalın kesimler de dahil olmak üzere Lübnan toplumunun geneli bu siyonist saldırıların ardından ne hissediyor?
Aslında Lübnan’da iki kamp arasında derin bir ayrılık, derin bir bölünme var. Lübnan halkının çoğunluğunun da dahil olduğu bir gösterge olan birinci taraf direniş. Bu taraftakiler İsrail saldırganlığına, İsrail’in Lübnan’ı işgal ve kontrol etme çabalarına ve Lübnan üzerinde bir tür hegemonya kurma girişimlerine karşı koymanın başlıca yolunun direnişten geçtiğini düşünüp bu tercihi destekliyor.
Azınlığı içeren diğer taraflar ise direniş rolünü reddedip İsrail saldırganlığı ve İsrail savaşı ile yüzleşmek için diplomasi yolu çağrısı yapıyorlar.
Ancak şimdi Lübnan kamuoyunda hakim olan atmosfer, özellikle İsrail’in ateşkesi ve 1701 kararının uygulanmasına ilişkin protokol anlaşmasını ihlal etmesinden sonra daha farklı. Artık Lübnanlıların büyük çoğunluğu, siyasi ve askeri direnişin rolünü kabul etmeden, dayanışma olmadan, İsrail’in bölgedeki rolü, hırsları ve planlarıyla yüzleşmenin bir yolu olmadığına inanıyor.
Toplum Hizbullah’ı ‘meşru savunucu’ olarak görüyor mu?
Bu zorlu savaş sürecinde Lübnan halkı genel olarak Hizbullah’ı ülkenin meşru bir savunucusu olarak gördü mü? Sizce Lübnan Ordusu, olası siyonist saldırılarına karşı ülkeyi savunacak güce ve iradeye sahip mi? Sonuçta İsrail ordusu hâlâ güneyde bazı bölgeleri işgal altında tutuyor.
Daha önce de belirttiğim üzere, Lübnan halkı içerisinde Direniş’in rolüne dair bir tür farklılık ve bölünme var. Fakat Lübnan topraklarını kurtarmanın ana aracı olarak Direniş’in görülmesi ve bu Direniş’in etkinliği konusunda aynı ayrışma söz konusu değil. Gördüğümüz gibi, özellikle 25 Mayıs 2000’de Lübnan Direnişi başarılı oldu[2]. Direniş, 2006’da da siyonist İsrail ordusunun işgalini engelleyerek Lübnan topraklarını özgürleşmede başrolü oynadı.
Her halükarda Lübnan’daki direnişin meşruiyeti, insanların kendilerini herhangi bir dış saldırıya karşı savunma ve topraklarını kurtarma hakkını ileri süren uluslararası hukuka dayanmaktadır. Devletin ve halkın, Lübnan topraklarını herhangi bir araç ve herhangi bir şekilde kurtarma hakkını garanti eden anlaşmaya dayanmaktadır. Direniş de bunun içerisinde demektir.
Lübnan’daki büyük bir çoğunluğun da kabul ettiği üzere meşruiyeti, Lübnan topraklarını özgürleştirmek için baş yol bu direnişten geçiyor. Lübnan’da direnişten yana seçeneği destekleyen geniş çaplı müttefikler de bu meşruiyeti sağlıyor.
‘Sınır bölgeleri yeniden inşanın dışına itilmeye çalışılıyor’
Hizbullah’ın yakın gelecek için stratejisi nedir? Direnişin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Savaştan sonra Hizbullah’ın birkaç önceliği var. Bu öncelikleri Hizbullah liderliğinin resmi açıklamalarında görebiliyoruz. Özellikle de savaş sırasında ve sonrasında dört önceliğe odaklanan Genel Sekreter Şeyh Naim Kasım’ın konuşmasında söz konusu önceliklere rastlıyoruz.
Birinci öncelik, İsrail saldırganlığına, siyonist işgale ve yeni Lübnan topraklarının istila edilmesi girişimlerine karşı direniş hakkını korumaktır. Aynı öncelik seviyesinde Hizbullah, direniş kabiliyetini yeniden kazanmak, son savaşın sonuçlarını ele almak ve yakın gelecekteki İsrail saldırılarına karşı koymak için en yüksek güç seviyesine sahip olmak için elinden geleni yapıyor.
Hizbullah’ın ikinci önceliği, siyonist İsrail’in Lübnan’a karşı yürüttüğü savaşla birlikte ülkede yıkılmış alanı (şehirler, köyler, evler...) yeniden inşa etmek için çok yönlü bir planı desteklemektir. Bu ikinci öncelik sadece kendi kapasitesine ve becerilerine dayanmıyor; aynı zamanda hükümeti de yeniden inşa ve yeniden yapılanma planına da yüksek düzeyde öncelik vermeye zorlamayı gerekli kılıyor. Hizbullah için yeniden inşa ve yeniden yapılanma planı, istisnasız tüm Lübnan topraklarını kapsamaktadır. Sınır bölgelerini herhangi bir planın dışında itip bu bölgede bir ‘istisna’ oluşturma girişimleri var. Uluslararası kuruluşlar, özellikle de Dünya Bankası dahil olacağı olası bir yeniden inşa planında, savaştan ağır hasar almış sınır bölgelerini dışlamaya çalışıyor. İsrail’in ve siyonistlerin çıkarlarına ters düşmekten korkuyorlar.
Hizbullah için üçüncü öncelik, 1989’da o dönem İç Savaş’ı durdurmak için Lübnan halkı ve parti/grup temsilcileri arasında imzalanan, ulusal belge konumundaki Taif Anlaşması’nı uygulamaktır. Hizbullah; konuya dair Müslüman ve Arap ülkeleri arasındaki olumlu diyaloğu destekliyor. Anlaşmanın uygulanmasını sağlayacak yeni bir yaklaşıma sahip olmak için, Lübnan’daki devlet kurumunu iyileştirmek ve hükümeti daha da verimli hale getirmek hedeflenmelidir.
Hizbullah’ın dördüncü önceliği, hükümet kurumlarını yeniden şekillendirmek ve verimliliğini artırmak. Buna ek olarak yolsuzlukla mücadele planında sunulan tüm önlemleri almak için çok yönlü, etkili ve adil bir plan benimsemektir.
Elbette, unutmamak gerekir ki, Hizbullah için en önemli önceliklerden biri Lübnan’ı her türlü Amerikan hegemonyası ve Amerikan siyasi vesayetinin dışında tutmaktır.
Bu bağlamda Hizbullah; adalet, verimlilik temelinde kayıpların karşılandığı, gelirin eşit yeniden dağıtıldığı kriterlere dayalı bir ekonomik ve toplumsal iyileşme planını destekliyor. Hizbullah’ın azmi, Lübnan’ı bu kriz ortamından çıkartmaya dönüktür. Ekonomik ve toplumsal krizden kastımız, yeni, modern, verimli ve adil bir ekonomiye sahip olmaktır.
BM'nin 1701 sayısı kararı nedir?
2006’da kabul edilen BM Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı kararı, İsrail-Lübnan savaşını sonlandırmak için hazırlanmıştı. Karar, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını, Lübnan ordusu ve UNIFIL’in güney sınırına konuşlandırılmasını öngörürken, İsrail’in saldırıları durdurmasını ve Lübnan topraklarından çekilmesini şart koşuyordu. Ancak anlaşma fiilen işlemedi. Öyle ki 2006 yılından bu yana İsril, Lübnan hava sahasını binlerce kez ihlal ederek Lübnan’ın egemenlik haklarını tanımadı. Bu denklemde Hizbullah da Litani Nehri’nin kuzeyine geçmeyi ve silahsızlanmayı reddetti.
Kimi uzmanlar 1701 kararından söz ederken “33 gün süren ve İsrail’in çok kayıp verdiği 2006 savaşını kaybeden Tel Aviv’in yenilgiyi gizlemesine yarayan bir ABD hediyesi” değerlendirmesini yapıyor.
Geçtiğimiz aylarda imzalanan ateşkes öncesinde ABD, tekrar 1701 kararını gündeme getirdi. Fakat geldiğimiz noktada İsrail, Güney Beyrut’a ve Güney Lübnan’a hava saldırıları düzenlemeye devam ediyor. Lübnan içinde işgal ettiği bölgelerin tamamından da çekilmiş değiller. Tüm bunlar 1701 kararına ve ateşkese ilişkin ciddi soru işaretleri doğuruyor.
[1] Burada kullanılan Direniş ifadesi (Arapça Mukawama), Direniş Ekseni’nin bir parçası olan Hizbullah’ın kendini tanımlarken kullandığı Lübnan İslami Direnişi’ni kastediyor.
[2] Hizbullah ve diğer direniş güçlerinin uzun soluklu mücadelesinin ardından bu tarihte İsrail, işgal ettiği Güney Lübnan'dan çekilmek durumunda kaldı.
Evrensel'i Takip Et