17 Nisan 2025 00:49

15-16 Haziran Direnişi bugünlere ışık tutuyor

Gençlik ile işçi sınıfının mücadelesi birbirinden farklı taleplerle hareket etmişlerdir, ama mücadelenin yükseldiği dönemlerde iki ağacın kökleri hep birbirine bağlanmıştır.

15-16 Haziran Direnişi bugünlere ışık tutuyor

Fotoğraf: Sultan Özer/EVRENSEL (Oturanlar arasında sağdan ikinci)

Sıla

Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi

15-16 Haziran büyük işçi direnişi yalnızca iki günlük bir eylemden ibaret değildir. Bu direnişin tohumu 1960’larda atılmıştır diyebiliriz. Türkiye işçi sınıfının tarih sahnesine çıkışı, 1963 yılında henüz sendika ve grev yasası çıkmadan Kavel işçilerinin eylemiyle başlamış ve 1970’in 15-16 Haziran büyük eylemine kadar gelen bir eylemler dizisiyle gerçekleşmiştir.

15-16 Haziran olaylarının nasıl geliştiğini anlamamız açısından 1963 Kavel grevi önemli bir yere sahiptir. 1961 anayasa taslağı ortaya çıktığında Saraçhane’de 200 bin işçinin katılımıyla birlikte miting düzenlenmiştir. Bu mitingde işçiler grev hakkını koruyan maddenin anayasaya konulmasını talep etmiştir. Nitekim sonrasında grev hakkı taslağa konulmuş ancak yasa çıkarılmamıştır. Ta ki 1963’e kadar... Kavel fabrikasında kablo üreten işçiler grev hakkının tanınmış olmasına dayanarak greve çıkmıştır. Yaklaşık 80 gün süren bu yasadışı grevin ardından grev hakkı mecliste çıkarılmıştır.

Aslında tam bu noktada tarihte büyük bir öneme sahiptir. Çıkarılan yasalar, grevleri ve işçi eylemlerini öylesine sınırlandırmıştır ki grev hakkının yalnızca toplu iş sözleşmelerinde anlaşmazlık olduğu zaman doğduğunun düşünüldüğü bir dönemde işçi sınıfının sınıf olarak kendi taleplerini -toplu iş sözleşmesi yasası, grev yasası vb.- öne sürmeye cesaret göstermesi büyük bir dönüm noktası olmuştur. 1963’te başlayan bu dönüşüm birbirini takip eden grevlerle 1967’de DİSK’in kurulması, TÜRK-İŞ’ten DİSK’e geçişlerle beraber 1970 15-16 Haziran sürecine kadar uzanır.

TÜRK-İŞ’in sarı sendikacılığının karşısında mücadeleci, sınıfın taleplerini savunan bir sendikaya geçmek adına grevler ve fabrika işgalleri meydana gelmiştir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki 1970’e kadarki 7-8 yıllık dönemde yapılan işçi eylemlerinin büyük bir bölümünde DİSK’in kurumsal ya da örgütsel etkisinden çok, tek tek fabrikalarda kurulan işçi komiteleri etkili olmuştur. İşçi komiteleri, işçilerin temsilcilerini doğrudan seçtikleri aşağıdan yukarıya yapılandırılmış iş yeri örgütlenmeleri şeklinde ortaya çıkmış ve yapılan eylemler başından sonuna kadar bu komiteler aracılığıyla yürütülmüştür. Dolayısıyla bu dönemde yapılan eylemlerin büyük bir bölümü DİSK’in iş yerlerini merkeze alan politikalarının bir sonucu değil, DİSK üyesi olan veya olmayan işçilerin oluşturduğu fiili birlikteliğin ve bu birlikteliğin sağlam temeller üzerine kurulmuş olmasıyla gerçekleşmiş ve başarıya ulaşmıştır.

Sendikalı işçilerin büyük bir bölümü TÜRK-İŞ’e bağlı sendikalarda örgütlü olmasına rağmen DİSK’in varlığı ve gelişimi, TÜRK-İŞ yönetimini DİSK’i tamamen etkisiz hale getirmek amacıyla iktidarda olan Adalet Partisi ile açık iş birliği içine girerek Sendikalar Kanunu’nu değiştirmeye yöneltmiştir. 15-16 Haziran eylemlerinin temel nedeni, 1963 yılında yürürlüğe giren 274 ve 275 sayılı sendika ve toplu sözleşmelere ilişkin yasaların değiştirilerek DİSK’in fiilen kapatılıp işçilerin mücadeleci sendikal zeminde örgütlenmesinin önüne geçilmek istenmesidir. DİSK’in toplu sözleşme yetkisi almasını ve sendikal örgütlülüğün yayılmasını engellemek amacıyla sendikalara iş kolundaki toplam işçi sayısının üçte birini üye yapma zorunluluğu getiren tasarının meclise gelmesi üzerine işçiler, 15-16 Haziran 1970’te sendika seçme özgürlüklerine sahip çıkmak için sokağa çıkmışlardır.

İşçilerin “nasıl bir sendika istiyoruz?​” tartışması içerisinde bilinçlerini ilerlettikleri ve sınıf taleplerini savunan bir sendika istediklerini beyan ettikleri bu dönem, aynı zamanda sosyalizm, anti-emperyalizm, NATO karşıtlığı ve işçi sınıfının toplumsal rolüne yönelik konuları da işçilerin gündeminde sokmuştur.

İşçi-öğrenci gençlik ilişkisi

Öğrenci gençlik, işçi hareketini desteklemiş ve onunla beraber hareket etmiştir. Peki bu bağ nasıl kurulmuştur? Şöyle ki o dönem öğrenci gençlik arasında da sosyalizm fikri epey yaygınlaşmıştır. Ve elbette ki dünyayı anlamak adına okudukları kitapları, içinde büyüdükleri çevrenin de etkisiyle öğrendiklerinin dönemin olgularıyla örtüştüğünü; işçi sınıfının ve halkın taleplerinin devrim mücadelesindeki öneminin farkına varmışlardır. Kendi sorunlarıyla işçilerin, köylülerin, tüm halkın sorunlarının aynı olduğunu düşünmüşlerdir. Onlara bunu düşündüren de daha kısa bir süre önce kendilerinden aşağı bir sınıftan gördükleri işçilerin fabrika işgalleri, grevleri, taleplerini patronlara ve hükümete kabul ettirmeleri; alanları, meydanları doldurarak hak mücadelesi vermeleri, demokrasi ve antiemperyalist mücadelenin taleplerini giderek sahiplenen bir yola yönelmeleri olmuştur.

O günlerde grev ve direniş alanlarına üniversiteli gençler, sendikacılardan hatta çoğu zaman polis ve jandarmadan önce gitmişlerdir. Örneğin DİSK’e geçmek isteyen işçiler önce DİSK’e gitmemiştir. Aksine DİSK’e geçmiş fabrikalardaki ya da işgal edilmiş fabrikalardaki işçiler ile iletişim kurarak onların desteğini istemişlerdir. Fabrikadaki bazı ileri işçiler de devrimci öğrencilerle iletişime geçerek eylem haberini onlara iletmişlerdir. İşgale çoğunlukla herkesten önce giden öğrenciler bildirileri ve pankartları ile işçilere destek olmuşlardır. Tüm bunlardan şunu çıkarmak mümkün; üniversiteli gençlik ile işçi sınıfı ve emekçi sınıfların mücadelesini yan yana birbiriyle gelişip büyüyen iki ağaca benzetebiliriz. Birbirinden farklı taleplerle hareket etmişlerdir ama mücadelenin yükseldiği dönemlerde iki ağacın kökleri hep birbirine bağlanmıştır.

Mesela 1969’daki Kanlı Pazar eylemi işçilerin ve gençlerin ilk önemli ve herhalde en büyük eylemidir. Eylem “NATO’ya hayır” kampanyası etrafında düzenlenmiştir. Doğrudan doğruya üniversite gençliğinin, gençlik örgütlerinin ve DİSK’e bağlı sendikaların üyelerinin katıldığı bir büyük bir eylemdir. Aynı zamanda gençlik hareketinin anti-emperyalizm etrafında yükseldiği, öbür taraftan işçi hareketinin de kendi talepleriyle o zamanın sosyalizm ve kapitalizm arasında bölünmüş dünyası içinde gelişen eylemler olmuştur. Öğrenciler de işçiler de doğrudan kendi örgütlü birliktelikleri içerisinde hareket etmişlerdir.

55 yıl öncesinden bugüne mesaj nedir?

Bütün bu işçi sınıfının mücadelelerinden çıkarılan dersin belki de en önemli yanı; işçilerin örgütlü bir şekilde birleşince yenilmeyeceğidir. İşçilerin iş yerlerinde örgütlenerek kendi taleplerini kendileri belirleyerek ve birlikte bir karara vararak bu kararların arkasında durmakta inisiyatif almaları gerekmektedir. Önemli diğer bir yanı ise; sendika bürokrasisine karşı sendika içi demokrasiyi öne çıkaran, sendikacının rolünü işçilerin kendilerinin önüne geçirmeyen, hatta bunu belli işlemlerle sınırlayan ve fabrika içindeki komiteyi öne çıkaran bir tutum sergilenmesidir.

Benzer bir şekilde günümüzün siyasal ikliminde can bulan öğrenci hareketinin ihtiyaçları da demokratik bir işleyişe sahip olan ÖTK’lerden (Öğrenci Temsil Kurulu) geçmektedir. Nasıl ki işçi hareketine patronlar ve sarı sendikalar ket vuruyorsa, öğrenci hareketinin karşısında da iktidarın uzantısı kayyum rektörler bulunuyor. Öğrencilerin kampüs yaşamını şekillendirebilmesi ve demokratik, özerk bir üniversite inşa edebilmesi açısından kritik olan bu yapılar, aynı fabrika komiteleri gibi talepleri ön planda tutacak şekilde ve etkin olarak işletilmelidir.

O dönemden bugüne fabrikalar ve kampüsler arasındaki dayanışma, uygulanan politikalar nedeniyle zaman içinde zayıflamış hâlde. Örneğin fabrikaların OSB adı altında kentlerin uzağına taşınmasıyla, esnek çalışma yöntemlerinin uygulanmasıyla ve iş yerlerindeki denetimlerin teknoloji eliyle arttırılmasıyla beraber işçi sınıfının karşısında; çeşitli üniversitelerde dayanışmayı kısıtlayan fakülteler arası geçiş yasakları, kulüp faaliyetlerinin kısıtlanması ve sivil polisler yoluyla kampüslerin denetlenmesi gibi yollarla öğrenci hareketinin karşısında sağlam bir örgütlülük yer alıyor.

İşte tam da burada 55 yıl sonra işçi ve gençlik hareketinin neden ve nasıl kesiştiği, kader ortaklığının somut temellerine ulaşmış oluyoruz. Üniversite gençliği tarafından bir slogan haline getirilen “genel grev, genel direniş”in önemi tam da buradan geliyor. İşçi sınıfının da gençliğin de bugün en acil ihtiyacı, 15-16 Haziran dönemi deneyimlerinden çıkardığı derslerle birlikteliklerini güçlendirmektir. Eğer dönemin ve mücadele birikiminin sunduğu imkânlar gerektiği gibi kullanabilirse 15-16 Haziran’ı aşan hareketler düzeni yeniden sarsabilecektir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Dört yılda 750 bin yeni çocuk işçi

Dört yılda 750 bin yeni çocuk işçi

Bizzat Erdoğan’ın, pandemiyi ‘üretim ve lojistik üssü olma fırsatı’ olarak işaret ettiği 2020’den bu yana ucuz emek eksenli dönüşümün çarpıcı sonuçları ortaya çıkıyor. ‘Üretim, ihracat’ gibi sloganlarla pazarlanan dönüşüm, çocuk emeğini de başta sanayi olmak üzere sermayenin hizmetine sundu. Bu dört yılda 750 bin çocuk daha resmi rakamlara işçi olarak geçti.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Gençlerin sokak eylemlerine atıfta bulunan Bahçeli, "Öğrencinin yeri okuldu, sınıftır, kütüphanedir" dedi.

Evrensel'i Takip Et