1 Mayıs’ta nereye, nasıl, neden?
1 Mayıs yalnız sosyalistlerin, “solcuların” değil kitlelerin günüdür. Kitlelerin katılarak talepleriyle bir 1 Mayıs’ı örgütlemek hareketin ihtiyacı için en büyük zorunluluk.

Şaraçhane/İstanbul | Fotoğraf: Nisa Sude Demirel/Evrensel
Rıza MUTLU
Boğaziçi Üniversitesi
1 Mayıs yaklaşıyor. Hem de son birkaç seneki 1 Mayıs’lara kıyasla, toplumun çok daha geniş bir kesimin gündemi olan bir şekilde yaklaşıyor. 19 Mart’tan itibaren toplumsal hareketliliğin motoru hâline gelmiş gençliğin çok büyük bir kısmı, belki de hayatlarında ilk defa 1 Mayıs’ı bir resmî tatil gününün ötesinde görüyor, 1 Mayıs’a gün sayıyorlar. Peki 1 Mayıs gençliğin neden ve nasıl gündeminde?
1 Mayıs gençlik arasında özellikle 19 Mart’tan bayram tatiline kadar geçen kitlesel gösterilerin geri geleceği bir gün olma özelliğiyle tartışılıyor. Özgür Özel’in Saraçhane’deki 1 Mayıs çağrıları ve geçtiğimiz seneki 1 Mayıs’ın gençlerin 1 haftalarını geçirdikleri Saraçhane’ye sıkışması tesadüfü süreç içerisinde gençliğe 1 Mayıs’ı tanıtan bir başka mevzu oldu. Geçen seneki görüntülerin tekrardan dolaşıma girmesiyle, gençlik o dönem polis barikatlarını zorlayanlar hakkındaki umursamaz ve yer yer terörist damgası yapıştırdığı görüşleri değişti. Ancak bu noktada 1 Mayıs’ı kutlamanın iyi bir şey olduğu ve sosyalistlerin terörist olmadıkları görüşlerinin yanında, şartsız koşulsuz bir biçimde “barikat zorlamanın erdemliliği” görüşü de gençlerin bir kısmı tarafından sahiplenilmeye başlandı.
Ne 1 Mayıs ne de herhangi başka bir gün, başka bir şiarla yan yana gelinen herhangi başka bir toplanmanın amacı barikat zorlamak olamaz, olmamalı. Bu argüman hiçbir toplanmada barikatlar zorlanmasın, “30 dakikalık sloganlı yürüyüş yapılsın ve 10 dakika basın açıklaması okunsun” eylem pratiği dünya döndükçe devam etsin görüşlerini savunan bir argüman değil. Aksine, bu argüman yapılan her eylemin radikalliğinin giderek artmasının, her eylemin daha kitlesel olmasının, mücadele biçimlerinin çeşitlenmesinin, istikrarlı bir mücadele çizgisinin oluşturulmasının savunusu; bu amaçların argümanı. Çünkü mücadelenin tüm amacını barikat zorlamaya sıkıştırdığımız an, barikat zorlamak dışında herhangi bir somut talebimizin olmadığı ve barikatları aşsak dâhi barikatı aşmanın moral katkısı dışında başka bir şey elde edemeyeceğimiz bir duruma kendi kendimizi sokmuş oluyoruz. Esnaf Yemekhanesi önündeki barikatları aşışımızı hatırlayalım: Biz o barikatları tesadüfen aynı sokakta denk geldiğimiz, sırf karşımızda bulduğumuz için mi yıktık? Tabii ki de hayır: Yıllardır içimizde biriken öfkeyi Beyazıt Meydanı’nda haykırmak, tüm sıra arkadaşlarımızı yanımıza mücadeleye çağırmak, kıvılcımını yaktığımız ateşin daha ülkeyi sarmadan sönmesine izin vermemek için yıktık o barikatları. Nitekim başardık da; sabah 5 gün sonraki ön seçimi bekleyin diyen Özgür Özel üniversitelilerin Saraçhane’yi doldurmasıyla Saraçhane’ye çağrı yaptı. Türkiye genelinde direniş başladı.
Peki barikat yıkmanın yerine hangi mücadeleyi koyacağız?
Öte yandan şunu da söylemek gerekir ki kendini barikata endeksleyen barikatı zaten aşamaz. Bütün bir öğrenci gençliğinin sadece ileri kısımlarının -her ne kadar çok önemli bir deneyim olsa da- akademik boykotu yalnızca 1 hafta sürdürebildiği, haftalardır yapılan genel grev çağrılarının işçi sınıfının geneli içinde ufak bir karşılık dâhi bulmadığı bu koşullarda, halkın geniş kesimlerini mücadeleye itecek şey nasıl kendileri için neredeyse önemli dahi olmayan 1 Mayıs’ın üstüne üstlük çatışmalarla geçip Taksim’de kutlanması olabilir? “Saraçhane haftası” boyunca açığa çıktığı üzere güncel durumuyla barikatları aşıp Taksim’e gidemeyen kitle gün 1 Mayıs günü diye bir anda barikatları aşacak, olağanüstü bir katılım ve güçle Taksim’e mi çıkacak? İki sorunun da cevabı net bir hayır. Halkın hoşnutsuzluğunu maddi bir güce dönüştürmek için radikal çağrıların düzeyi ve dozajını artırmak* geçen 1 Mayıs’ta da yeterli değildi, bu 1 Mayıs’ta da yeterli değil. Somut talepler etrafında bir mücadeleyi örmediğimiz sürece, geçen 1 Mayıs’ın aynısını yaşamak kaçınılmaz.
Bu noktada kendi bulunduğumuz alanda talebimiz neyse; üniversitelerde kayyumların gönderilmesi, liselerde hocalarımızın sürgününün son bulması, atölyelerde çocuk işçiliğin ve ağır sömürünün son bulması talepleriyle en yaygın ve en kitlesel katılımlı 1 Mayıs’ı örgütlemek barikatları aşmanın tek yolu. Bu bizi barikat zorlamak kadar heyecanlandıran bir rota değil, hepimiz farkındayız. Bu “sıkıcılığı” Emek Partisi milletvekili Sevda Karaca Hakan Koçak’ın harekete dair kaygılarını belirttiği gönderiyi alıntılayıp şu şekilde anlatmıştı: “Kendisini değil, kolektif bir mücadele ekseninde en aşağıdan örgütlenmenin değerini ve somut örneğini öne çıkarmaya çalışmak ‘zor, sıkıcı, görünmez, parlatılmaz’ ama esas olandır.”
1 Mayıs tek başına sosyalistlerin, “solcuların”, “devrimcilerin” değil kitlelerin günüdür. Geçen sene AKP seçim yenilgisine uğradı diye, bu sene de özellikle öğrenci kesimleri hareketli diye yukarıdan yapılan çağrılar kulağa hoş gelseler de mücadeleyi büyütücü nitelikleri zayıftır. Kitlelerin 1 Mayıs’a katıldığı, somut taleplerinin öne çıktığı bir 1 Mayıs’ı örgütlemek hareketin ihtiyacı için en büyük zorunluluk. Kitlelerin 1 Mayıs’a yaygınca katıldığı ve mücadeleye atıldığı bir düzlemi yaratırsak Taksim dahil her yer işçi-emekçilerin olur.
*Dursun, İsmet. “Taksim tartışması, güçsüzlüğü örtmenin perdesi haline nasıl geldi?” Evrensel, 6 Mayıs 2024, 5.
Evrensel'i Takip Et