17 Nisan 2025 01:16

Deniz GÖKMEN

İzmir

Geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen kitlesel eylemler, boykotlar ve protesto gösterilerinin öne çıkan söylemlerinden bir tanesi “Genel Grev” çağrısıydı. Bu çağrının anlamı üzerine biraz tartışmak gereklilik haline geldi. Özellikle öğrenciler içerisinde sıklıkla tekrarlanan bu söylem, işçi sınıfı ve gençliğin “kader” ortaklığının nereye dayandığını tartışma ihtiyacını doğuruyor.

Tartışmanın daha net anlaşılması için AKP iktidarının uyguladığı ekonomik ve siyasal politikaları yeniden hatırlamak gerek. Ülke birkaç senedir ağırlaşan ekonomik şartlar doğrultusunda yoksulluk, geleceksizlik ve ağır çalışma koşulları altında. 12. Kalkınma Planı ve OVP tam da yabancı tekeller ve sermayedarların ve onların örgütlerinin “krizden çıkış” adına uygun gördüğü bir plan olarak karşımıza çıktı. Planın içeriğinde artan vergiler, kamu harcamalarından kısıtlamalar, sermaye teşvik ve peşkeşleri bulunuyor. Yakın zamanın en çok tartışılan ekonomik hamlelerinden birisi, enflasyonla mücadele kapsamında “tasarruf tedbirleri” idi. Bu program doğrultusunda gerçekleştirilen tüm uygulamalar, bir yandan siyasal açıdan gücünü yitirmiş bir AKP iktidarının uygulayabilmek adına gerçekleştireceği baskı ve yasak ortamını da zorlar bir hal aldı. Bunu çeşitli örneklerle görebiliriz.

İşçi ve emekçilerin ücretlerindeki “azami” zam sınırı olarak beliren %30 tavan, yasaklanan grevler, patronlara yağan teşvikler ve patronundan çok vergi ödeyen işçiler bu örneklerden bazıları.

Verilen örnekleri netleyecek olursak şunu görmek gerekir iktidar temsil ettiği sınıfın ihtiyaçları doğrultusunda ekonomik ve siyasal politikalarını geliştiriyor. Bunu hayatımızın her alanında her gün her gün yeniden görüyoruz. Ve bu politikaları uygulamanın iktidar açısından meşruiyetini yitirdiğini düşünecek ve görecek olursak, sürdürebilmesinin yolunun baskı ve yasaklarla birlikte örüldüğünü daha net görebiliriz.

Hatta “seküler”, “cumhuriyetçi” sermaye kesimleri olarak adlandırılan TÜSİAD gibi sermaye örgütleri açısından da yer yer sürtüşmeler yaşansa da ekonomi politikalarında son derece mutlu bir ilişkilerinin olduğunu söylemek mümkün. TÜSİAD'ın en büyük şirketlerinden Koç, Sabancı gibi şirketlerin son yıllarda elde ettiği karları bile bunun bir kanıtıdır diyebiliriz.

Daha ileri taşıyacak olursak 2023 seçimlerinden sonra göreve getirilen Mehmet Şimşek ile birlikte ekonomi alanında rasyonel politikalara dönüş başta CHP olmak üzere muhalefet güçleri tarafından da olumlu bir şekilde karşılanmıştı. Ancak bu politikaların krizin faturasını emekçi kesimlere kesmek ve şirketlerin karlarını garanti altına almak dışında bir hedefi yoktu.

Buradan geleceğimiz nokta daha da belirginleşiyor diyebiliriz. İktidarın yasakçı ve baskıcı tutumu kitlelerin kitlesel biçimde tepkisini gösterdiği eylemlerde kendini daha belirgin ve fark edilir hale getirdi diyebiliriz. Ama bildiğimiz bir şey var ki AKP iktidarının başından bu yana yaklaşık 200 bin işçinin grevi milli güvenlik vb. gerekçelerle yasaklandı/ertelendi. Yani iktidar başından beri karşısına aldığı sınıfı net bir şekilde gösteriyor, ortaya koyuyor. Bütün politik hamlelerini de doğal olarak hamlelerini bunu pekiştirecek ve güçlendirecek biçimde ilerletiyor. Ancak bu sene farklılaşan şey işçilerin Türkiye'nin dört bir yanında yasak, baskı, çizilen azami sınırları aşarak mücadelelerini sürdürdü ve kazandı. Ancak tek tek işyerlerinde. Devam eden birçok mücadele var.

İşçi sınıfı ve gençliğin “kader” ortaklığı

Şimdi gelelim burada işçi sınıfı ve gençliğin “kader” ortaklığına. İktidarın her hamlesi sınıf karakterini içerisinde barındırıyor. Ve bu saflaşma da gençliği işçi sınıfının safından uzak, mücadelesinden uzak, öz örgütleri ve politik örgütlenmelerinden uzak, bireyci ve işçi sınıfını “eğitimsiz” bir kesim olarak örgütlüyor. Ancak gençlik bu eylemler sürecinde de oldukça net gördü ki, ülkenin herhangi bir sorununu, adaletsizlik, ekonomik sorunlar, eğitim yaşamındaki sorunlar bunlar doğrudan iktidarın ve temsil ettiği sermaye sınıfının tercihlerini içeriyor. Ve biz işçi emekçi ailelerin genç kuşakları olarak iktidarın temsil ettiği sınıfın tam karşısında, sömüre ve sömürülen kesimler ilişkisinde ikinci tarafta duruyoruz. Bu yan yana geleceğimiz kesimi yaşamın bir denk gelişi açısından bile gösteriyor. Ancak esas olan şu, sermaye sınıfının en cumhuriyetçisinden en muhafazakarına kadar hedefleri ve pratikleri zenginleşmek, zenginleşmek ve dolayısıyla başta işçi ve emekçiler olmak üzere onların bağı olan tüm kesimleri sömürmek ve bir sınır içerisinde tutabilmek diyebiliriz. Ve bu uğurda yapılacak her şeyin mübah olması gerçeği karşımızda.

Ancak esas olan bıktık dediğimiz, artık yeter dediğimiz koşullar ve onun mimarı iktidardan kurtulmayı düşündüğümüzde esas gücün işçi sınıfında yani iktidarın çarklarını döndüren üretimden gelen güçte olduğunu görmek zor olmasa gerek. Bunu yukarıda açıkladığımız ekonomi politikalarının ve birlikte gelişen siyasal hamlelerin bütünlüğü ve tarafından daha net görebiliyoruz.

Bu düzenin işleyişini aksatacak, iktidarın ve yerli yabancı sermayedarların ekonomik planlarını sekteye uğratacak güç işçi sınıfında. Ve işçi sınıfının mücadelesi, hedefleri ve kazanımları doğrudan gençlik kesimlerinin yaşamındaki kazanımlara dönüşecek şeylerdir. İşçilerin ekonomik şartlarını düzeltmek için, sendikalı olmak için, güvenceli çalışmak için sürdürdüğü mücadele bu yüzden gençliğin desteklemesi gereken, güç vermesi gereken bir mücadeledir. Bu kazanımlar yalnızca sermayedarları ve onların temsilcisi iktidarları geriletir. Gençlik kesimlerinin yaşam koşullarının ilerlemesine ve gelişmesineyse dayanak olur.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Dört yılda 750 bin yeni çocuk işçi

Dört yılda 750 bin yeni çocuk işçi

Bizzat Erdoğan’ın, pandemiyi ‘üretim ve lojistik üssü olma fırsatı’ olarak işaret ettiği 2020’den bu yana ucuz emek eksenli dönüşümün çarpıcı sonuçları ortaya çıkıyor. ‘Üretim, ihracat’ gibi sloganlarla pazarlanan dönüşüm, çocuk emeğini de başta sanayi olmak üzere sermayenin hizmetine sundu. Bu dört yılda 750 bin çocuk daha resmi rakamlara işçi olarak geçti.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Gençlerin sokak eylemlerine atıfta bulunan Bahçeli, "Öğrencinin yeri okuldu, sınıftır, kütüphanedir" dedi.

Evrensel'i Takip Et