18 Nisan 2025 04:30

CTP Milletvekili Doğuş Derya: Kıbrıs’ta statükoyu ortadan kaldıracak bir sürecin içindeyiz

Evrensel'den Gözde Tüzer'e konuşan Kıbrıs Milletvekili Doğuş Derya, adada “şirketlerin iradesi”nin öne çıktığına dikkat çekerek, Türkiye'nin de "çıkarları için adayı rehin aldığı" yorumunu yaptı.

CTP Milletvekili Doğuş Derya: Kıbrıs’ta statükoyu ortadan kaldıracak bir sürecin içindeyiz

KKTC Milletvekili Doğuş Derya 

Gözde Tüzer
[email protected]


Doğal gaz kaynakları ve yeni ticaret yollarının ortasındaki Kıbrıs’a hem Türkiye’den hem uluslararası alandan müdahaleler artarken görüştüğümüz KKTC Milletvekili Doğuş Derya, adada “şirketlerin iradesi”nin öne çıktığına dikkat çekerken Türkiye yönetiminin de bölgesel çıkarları için adayı “rehin” aldığı yorumunu yapıyor. Derya’ya göre Trump’la birlikte gelişen uluslararası süreç Kıbrıs’ta statükoyu ortadan kaldırabilir.

Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Milletvekili Doğuş Derya; seçimlere giderken kutuplaşmanın daha da artacağını söylerken, Akdeniz’deki doğal gaz boru hattı tartışmalarına ilişkin: “Bu mesele sadece Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlar arasında bir mesele olmaktan öte, bölgede kazı yapan şirketlerin menşei olan ülkelerin de, garantör ülkeler olarak Türkiye ve Yunanistan’ın da içinde olduğu çok daha komplike bir büyük resim haline geldi” diyor.

‘Bir gün uyandık yapay bir tartışma başlatılmış’

Kuzey Kıbrıs’ta “başörtüsü tüzüğü” denilen ortaöğretim yasasında kılık kıyafet kurallarının değiştirilmesi ile başlayan bir süreç söz konusu. Meclis önünde eylemler de gerçekleştiriliyor. Bu laiklik ve başörtüsü üzerindeki tartışmalar hem Kıbrıs halkına nasıl yansıyor hem de milletvekilleri düzeyinde nasıl tartışılıyor?

Kıbrıs'ta bugüne kadar başörtüsü, türban veya kadınların ne giydiğiyle ilgili hiçbir zaman bir tartışma olmadı. Farklı etnisitelerin, farklı kökenden gelen insanın birlikte yaşadığı, din, dil, ırk ayrımı olmadan herkesin birbirinin din ve vicdan hürriyetine, siyasal görüşüne saygı duyduğu bir demokratik ortamla gurur duyuyoruz. Uzunca bir süredir bu ülkede böyle bir kültür vardı.

Fakat son yıllarda demokrasimize müdahalelerde bulunuldu. Bunun başlangıcını 2020’de gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar götürebilirim. Türkiye'den gelen yetkililerin Cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahil olması ve şu anda Cumhurbaşkanı olan Ersin Tatar Bey'in seçilebilmesi için adaya sonradan gelmiş Türkiye kökenli yurttaşlar üzerinde yaptıkları propagandalar ve seçim çalışmalarından tutun da Kıbrıs'ta bir havuz medyası oluşturma ve insanları birer siyasal özne olmaktan çıkarıp birer manipülasyon nesnesi haline getirmeye çalışan, çeşitli sosyal mühendislik araçları bir süredir gündelik hayatımızın bir parçası oldu.

Kıbrıs'ta üniversitelerde okuyan genç kadınların türban takmasıyla ilgili herhangi bir sorun yok, kamu dairelerinde kadınların türbanla işe gidebildiği bir ortam var.

Bir gün uyandık ve Bakanlar Kurulu bir tüzük değişikliği yaparak ortaokul ve lise çağındaki çocukların türbanla okula gidebilmesinin önünü açan ve hiçbir tartışma olmadığı halde yapay bir gündem yaratarak toplumu kutuplaştıran, toplum içerisinde dinci dinsiz ayrımı, Türkiye kökenliler ve Kıbrıslılar ayrımı yaratmaya çalışan, bir siyasi manipülasyon aracı olarak bunu yürürlüğe koydular. Yani bu yapay bir tartışma.

‘Seçime doğru giderken, kutuplaşma yaratılıyor’

Peki bu yapay tartışma neden ortaya atıldı?

Doğrusunu isterseniz Ekim ayında gerçekleşecek olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve şu anda ülkeyi darmadağın eden hükümet ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra gerçekleşecek olan bir erken genel seçim olacağı aşikar. Hatta bu erken seçimin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden olma önce ihtimali bile var. Dolayısıyla aslında ülkede mülkiyet yapısını, nüfus yapısını, işgücü ve sermaye yapısını dönüştüren bir operasyon yaptılar diyebilirim.

Anayasamıza, Milli Eğitim Yasamıza aykırı bu düzenleme ile ilgili öğretmenler başta olmak üzere toplumun tüm kesimlerinden itiraz gelişti. Değişiklikle toplumsal kutuplaşmayı körüklemeye çalışan kişiler var. Bunların başında da hükümetin küçük ortaklarından biri olan Yeniden Doğuş Partisi geliyor. Daha ziyade ırkçı kodlarla örgütlenmiş ve Türkiye'yle Kıbrıslı ayrımı üzerinden kendisine oy devşirmeye çalışan bir parti var. Onun başkanı Erhan Arıklı'nın kutuplaştırıcı söylemleri yoğun. Partisine mensup bazı kişilerin Kıbrıslı Türklere hakaret eden, onları ülkeden kovan, ‘beğenmiyorsanız Rum tarafına gidin’ diyen, yani kendi halkını kendi ülkesinden kovan bir dil ile bu tartışmayı sürekli yükseltilmeye çalışıyorlar.

‘Erken genel seçim bekleniyor’

Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanlığı seçimleri Ekim'de gerçekleşecek fakat siz erken genel seçim dediniz… Bunun belirlenmiş bir takvimi var mı yoksa bir öngörü olarak mı bunu söylüyorsunuz?

Bu konuda yoğun bir toplumsal talep var. Çünkü uzunca bir süredir Kıbrıslı Türklerin kendi seçtiği insanlar tarafından yönetilme hakkı gasp ediliyor. Bu; 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle başladı. Daha sonra hükümetin büyük ortağı olan Ulusal Birlik Partisi’nin kurultayına müdahale edilerek, Ünal Üstel Bey'in başbakan yapılması, Bakanlar Kurulu'na kimlerin katılacağıyla ilgili, kimin bakan olacağıyla ilgili yapılan müdahaleler silsilesi ile devam etti.

Kıbrıs'ta birtakım Türkiye şirketlerinin havalimanı yatırımı adı altında vergi afları, kamu kaynaklarının AKSA, TAŞYAPI gibi şirketlere transfer edilmesi, yapılan yasalarla mülkiyet yapısının değiştirilmesi, Kıbrıs'ı Türklerin yönettiği kurumlarla el değiştirmek suretiyle bir ‘irade devrinin’ de gerçekleştirilmeye çalışılması gibi çok çeşitli durumlar söz konusu.

Halk hem ekonomik kriz dolayısıyla, hem de bu demokrasinin hilafına yapılan adımlar dolayısıyla erken seçim talebini uzunca bir süredir dile getiriyor. Şu anda hükümet ortakları Mecliste çoğunluk oldukları için bir erken seçim kararı alınamıyor ama süreç bizi oraya doğru götürüyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra büyük ihtimal 2026’nın başlarında erken seçim olmasını bekliyoruz.

Şu anda Kıbrıs yönetilen bir durumda değil. Tam tersi; belli çıkar gruplarının çekirge sürüsü gibi ülkenin tüm kaynaklarını kemirdiği, bunun üzerinden semirdiği ve halkın da yoksullaştırılmak kaydıyla, gençlerin göç etmek zorunda kaldığı, kamuya liyakatsiz atamalarla darmadağın edilen kamu sisteminin hüküm sürdüğü bir yer haline geldi. Bu anlamda erken seçim kaçınılmaz.

‘Trump’la beraber bölgede dengeler değişti’

Yeniden Doğuş Partisi Başkanı Erhan Arı'nın Kıbrıslı ve Türkler üzerinden bir ayrışma yaşattığını söylediniz. Bir taraftan Türkiye kamuoyunda da kutuplaştırıcı haberler yoğun bir şekilde gerçekleşiyor. Hatta en son Cumhurbaşkanı Erdoğan “Adada adalet tecelli edene kadar bunu sabırla sürdüreceğiz” dedi. Erdoğan yönetimi, özellikle AKP iktidarına bakarsak Kıbrıs için neden bir kutuplaşma düğmesine bastı ve bu Kıbrıs halkında kutuplaşma hali nasıl yankı buluyor?

Şimdi her şeyden önce Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler arasında herhangi bir sorun yok. Bilakis geçiş noktalarından her gün yüzlerce Kıbrıslı Rum kuzeye geçiyor, yüzlerce Kıbrıslı Türk güneye geçiyor. Dolayısıyla halk arasında herhangi bir çatışma söz konusu değil.

Fakat Doğu Akdeniz bölgesinde doğal gaz kaynaklı bir süredir büyük bir ihtilaf söz konusu. Bu durum içerisinde Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yani Güney Kıbrıs yönetiminin EASTMED projesiyle başlayan ve doğal gazın Avrupa'ya transferini Yunanistan üzerinden yapmayı öngören ve yeterince fizible olmayan oldukça maliyetli bir proje olan doğalgaz hattı tartışması içerisinde Türkiye dışlanmış durumda.

Fakat Trump'ın Amerika başkanı olmasıyla beraber coğrafyada birtakım dengeler değişiyor. Son dönemlerde Gazze'de yaşananlar, İsrail'in Suriye'de almaya çalıştığı pozisyon, Türkiye'nin Libya'yla yapmış olduğu anlaşmalar bütün bu denklemin bir parçası. Bu mesele sadece Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlar arasında bir mesele olmaktan öte, bölgede kazı yapan şirketlerin menşei olan ülkelerin de, garantör ülkeler olarak Türkiye ve Yunanistan'ın da içinde olduğu çok daha komplike bir büyük resim haline geldi.

2023’te Yeni Delhi'de bir G20 zirvesi olmuştu. Orada Çin'in Kuşak Yol projesine alternatif, Amerika'nın bir projesi vardı. Körfez ülkelerine ulaşıp yine Türkiye'yi dışlayan, doğal gaz meselesini, enerji politikalarını bunun üzerinden şekillendiren bir projeydi. Pazarlıkların biraz onun üzerinden döndüğünü düşünüyorum. Ama dengeler çok hızlı değişti. Trump'ın NATO'yla ilgili söylemiş oldukları, Avrupa Birliği'nin güvenlik ihtiyacının Türkiye tarafından karşılanması meselesini gündeme getirdi.

Öte yandan Avrupa Birliğinin Türki Cumhuriyetlerde 12 milyar Avroluk bir yatırım yapıyor olması, Türki cumhuriyetlerin bir kısmının Kıbrıs cumhuriyetinde, Güney Kıbrıs'ta temsilcilik açıyor olması gibi yeni parametreler de sürecin içinde. Kıbrıs konusunda statükoyu ortadan kaldıracak yeni bir sürecin içine girdiğimizi düşünüyorum.

Fakat temiz bilgi almak söz konusu olmadığı için bu işi birazcık spekülasyonlar üzerinden ve siyasi kulislerden duyduğumuz dedikodular üzerinden yorumlamaya çalışıyoruz.

‘Türkiye medyası Kıbrıs'ı ‘yavru vatan hikayesi’ üzerinden ele alıyor’

Türki Cumhuriyetler arasında yer alan; Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’a  AB’nin 12 milyar Avroluk yatırım taahhüdünü siz de söylediniz. Türkiye kamuoyuna da yoğun bir şekilde yansıdı. Kıbrıs’ta nasıl tartışılıyor?

Şunu çok net olarak söylemek istiyorum. Türkiye’de alternatif basın da dahil buna “12 milyara Kıbrıs'ı sattılar”, “Kıbrıs elden gidiyor” gibi manşetler atılıyor. Bu “Türk dış politikası açısından bir akamet”, “bir fecaat durumu” olarak aktarılıyor.

Doğrusunu isterseniz esas akamet dünyanın kabul etmeyeceği egemen eşitlik ve iki devletlilik tezinin gündeme getirildiği gün başlamıştı. Bir Türk tezi olan ve bugüne kadar üzerinde en çok mutabakata varılmış federal çözümden vazgeçmek uluslararası politikada ciddi bir akametti. Birleşmiş Milletlerin Kıbrıs'la ilgili almış olduğu karar, uluslararası güç dengelerinin biçimleniş hali zaten iki devletliliğin imkansız olduğunu ve bunun Türkiye'nin doğalgaz pazarlıkları içerisinde kendi istediklerini alıncaya kadar Kıbrıs'ı bir süre “rehin” olarak aldığını ve o anlamda buzdolabına kaldırdığını, olmayacak bir tezle süreci oynadığını, zaten sürekli olarak Kıbrıs'ta söylüyoruz.

Türkiye medyası bu meselelere ilgi göstermediği gibi Kıbrıs'ı bir “yavru vatan hikayesi” üzerinden daha çok milliyetçi, ulusalcı bir anlatı üzerinden ele alıyor.

Kıbrıs Sorunun çözümüyle ilgili bir referanduma gidildiğinde adanın kuzeyinde yaşayan Kıbrıs Türk halkı yüzde 65 oranında çözüme “evet” demişti. Federal çözüm konusundaki iradenin burada diri olduğunu ve Kıbrıslıların adanın birleşmesi yönünde irade koyduğunu söylemem gerekiyor.

‘Nikos Hristodulidis, şahin cenahtan, milliyetçi bir kişilik’

Federal çözüme dair Kuzey’in iradesinin diri olduğunu söylediniz ama Güneyde durum nedir? Siyasi açıdan tüm bun çözüm önerileri nasıl tartışılıyor ve halk olarak Güneyliler nasıl bir çözüm istiyor?

Şu anda güney yönetiminin başında olan Nikos Hristodulidis aslında şahin cenahtan, milliyetçi bir kişi ve 2017 yılında Montana'da Kıbrıs sorununun çözümüne çok yaklaşıldığı o zirvede masanın devrilmesini sağlayan kişilerden bir tanesi. Dolayısıyla Nikos Hristodiledisi'in çözümcü bir kişi olduğunu söylemek asla mümkün değil. Ancak halkın büyük bir kısmı güneyde yapılan anketlerde federal çözüme sıcak bakıyor. Şu anda özellikle Annan planına “hayır” deme nedeniyle çok derin bir pişmanlık halinde olan siyasi çevreler var.

Tabii her iki tarafta da milliyetçiliği kışkırtan, kutuplaştırıcı politikalar üzerinden, özellikle yeni jenerasyonu, düşmanlık üzerinden mobilize etmeye çalışan kesimler var. Bu Kıbrıs'ın kuzeyinde olduğu gibi güneyde de var ama aynı zamanda federal çözüm yanlısı, barışçı ve iki halkın kardeşçe yaşamasını savunan insanlar da hiç az durumda değil. Dediğim gibi halkların herhangi bir sorunu yok.

Şu an Kıbrıs üzerindeki bölgesel güç dengeleri, doğalgaz üzerinden yapılan hesaplamalar ve Kıbrıslılar dışındaki ülkelerin de bu konuda bilfiil rol alması; sürecin gidişatını belirleyen unsurlar. Her şey garantör ülkelere ve Kıbrıs'ın etrafında doğalgaz arayışı içinde olan şirketlerin menşei olan ülkelerin iradesine kalmış durumda. Bu bir yandan hazin bir durum. Sadece Kıbrıslılara kalırsa Ada çok kısa bir sürede birleşir.

Şunu da ifade etmek istiyorum. Gerek sayın Mehmet Ali Talat'ın cumhurbaşkanı olduğu dönem, gerek sayın Akıncı'nın cumhurbaşkanı olduğu dönem, federal tezin en bütünlüklü şekilde görüşüldüğü, müzakere süreçlerinin yaşandığı dönemlerde oldu. Hepi topu 10 yıl aslında federal çözümü görüştük. Ama bu 10 yıllık süreçte siyasi eşitlik, güç paylaşımı, dönüşümlü başkanlık, iki bölgelilik, mülkiyet yapısı, federal düzeyde kurulacak olan bakanlıkların, mahkemenin, polis gücünün ve benzeri birçok konu zaten hallolmuş durumda. Kıbrıslılara kalsa kısa sürede her şeyin çözülebileceğini düşünüyorum.

‘Kutuplaştırıcı politikalar seçimlere müdahale olarak da yorumlanabilir’

Son olarak; seçime doğru tüm bu tartışmaların daha da artacağı öngörülüyor. Seçime kadar sizin Kıbrıs'a dair neler bekliyorsunuz ya da Kıbrıs'ta olabileceklere dair öngörünüz ne? Ve elbette CTP olarak siz ne yapmayı planlıyorsunuz?

Biz toplumsal kutuplaşmanın olmaması için elimizden geleni ardımıza koymayacağız. Çünkü kutuplaşma insanların rasyonel düşünmesini engelleyen ve öfke üzerinden hareket etmesine neden olan, iç barışı, toplumsal huzuru bozabilecek bir politika biçimi.

Bunun uygulandığı ülkelerde insanların aynı anda nasıl yoksullaştırıldığını, nasıl sefil duruma düşürüldüğünü de görüyoruz.

Bu kutuplaştırıcı politikalar; biz sosyal adaleti, kendi ihtiyaçlarımızı konuşamayalım diye, bazı şirketler ülkenin kamu kaynaklarını hortumlasın diye, topraklarını gasp etsin diye ortaya atılan bir paravan. Ve evet, bu durum ekime kadar daha da yükseltilecek.

Hatta bu kutuplaştırıcı politikalar seçimlere müdahale olarak da yorumlanabilir. İnsanların siyasal seçimleri; çözümcü adaylar çerçevesinde. Şu anda bizim başkanımız da olan sayın Tufan Erhürman da cumhurbaşkanı adayı. Kendisi toplumun da tüm kesimlerinden onay alan bir lider olduğu için taarruz edilecektir. Bunun çok farkındayız.

Örneğin; yakında bir külliye açılışı olacak. Kıbrıslı Türklerin talebi olmayan bir parlamento ve cumhurbaşkanlığı sarayı yapıldı. Paralelinde bir cami yapıldı. Ve geçtiğimiz günlerde bir yüksek mahkeme binasının açılışı; yasama, yürütme, yargı çerçevesinde kuvvetler ayrılığını sembolik düzeyde ortadan kaldıracağının işaretini vermeye çalışırcasına dini bir törenle yapıldı.

Maalesef bu törenler Kıbrıs'ta otoriteler tarafından değil, Türkiye'den organize ediliyor. Türkiye iç siyasetine yönelik kampanya malzemesi olarak da kullanılıyor.

Polis teşkilatının yapısının değiştirilmesi, din işleri başkanlığının statüsünün Diyanet'in statüsüne çıkartılması, eğitim müfredatlarının değiştirilmesi, 8 Mart’larda açıklama yapıp toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın haklarını savunanları ‘aile yapısını bozanlar’ diye şeytanlaştırmaya çalışanlar, zorunlu din derslerinin okul öncesi olan 4 yaşa inmesi gerektiğini savunanlar bir manipülasyon aracı olarak toplumsal gerginliği yükseltiyor.

Tüm bunları görerek dikkatli bir şekilde Türkiye'yle kurmak istediğimiz kardeşlik ilişkilerini de bozmadan, sağduyulu bir şekilde davranmamız gerekiyor. Fakat gelin görün ki bu ülkede yaşayan halk hem yok sayılıyor, hem de “Türkiye vilayeti” muamelesi yapılıyor.

Adanın kuzeyi, bir Türkiye vilayeti değil, Avrupa Birliği müktesebatı askıya alınmış bir Avrupa toprağıdır. Türkiye basınında adanın statüsünü bile bilmeyen birçok insanın yorum yaptığını görüyorum.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Dört yılda 750 bin yeni çocuk işçi

Dört yılda 750 bin yeni çocuk işçi

Bizzat Erdoğan’ın, pandemiyi ‘üretim ve lojistik üssü olma fırsatı’ olarak işaret ettiği 2020’den bu yana ucuz emek eksenli dönüşümün çarpıcı sonuçları ortaya çıkıyor. ‘Üretim, ihracat’ gibi sloganlarla pazarlanan dönüşüm, çocuk emeğini de başta sanayi olmak üzere sermayenin hizmetine sundu. Bu dört yılda 750 bin çocuk daha resmi rakamlara işçi olarak geçti.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Gençlerin sokak eylemlerine atıfta bulunan Bahçeli, "Öğrencinin yeri okuldu, sınıftır, kütüphanedir" dedi.

Evrensel'i Takip Et