18 Nisan 2025 04:15

Sinemanın Janus yüzlü yıldızı Filiz Akın

Filiz Akın, filmlerindeki karakterlerle izleyicilere toplumsal cinsiyet, sınıf, endişe ve umutlarını yeniden düşleyebilecekleri bir alan sundu.

Sinemanın Janus yüzlü yıldızı Filiz Akın

Fotoğraf: VikiPicture/Wikimedia Commons CC BY-SA 4.0

Burak Sevingen
[email protected]


2025 Mart’ının son günlerinde değil de başka bir zaman en önemli haber olabilirdi, klasik Yeşilçam’ın yaşayan son yıldızlarından birinin vedası. Filiz Akın, döneminin önemli yönetmenleri ile çalıştı; Cüneyt Arkın, Ediz Hun, Kartal Tibet ve diğer ünlü aktörler ile başrolleri paylaştı. 1962’de başlayan, sadece 13 sene süren kariyerine sığdırdığı 117 filmi ardında bırakarak 21 Mart’ta aramızdan ayrıldı.

Ankara, ‘ideal talebe,’ Maarif Koleji, deniz acentesinde şeflik…  Artist Mecmuası, Altın Portakal, İşportacı Kız, Cilveli Kız—ve Karateci Kız; “Unutulmayan Şarkı,”  “Eski Sandal,” “Son Mektup”; Buick marka otomobil, Golden çikletlerinden çıkan küçük artist resimleri, İzmir Fuarı, TRT’de Podyum Show programı, İstanbul Bankası reklamları, Hey Dergisi ve Sabah Gazetesi’nde yazıları; Güzelliklere Merhaba, Lezzete Merhaba ve diğer kitapları; Topağacı’ndaki yıllar, Paris Sefireliği; Jeyan Mafhi Tözüm’ün sesi… Fadime, Zeynep, Selma, Leyla Şehrazad, Prenses Nilgün, Hilda, Maria ve Filiz.

İlk filmi Memduh Ün’ün Akasyalar Açarken‘inde oynadığında 19 yaşındaydı; iki sene sonra Sezer Sezin ile Şöför Nebahat’in şımarık kızını canlandırdığında yirmiye yakın filmde rol almıştı bile. Şöför Nebahat ve Kızı’nda tornacının gelini olmaktansa, annesinden ayrılmış avukat babası gibi orta sınıf bir hayata özlem duyan Hülya’yı canlandırdı. Vurdu kırdılı filmler seven çetin ceviz Nebahat’in ‘moloz’ çevresi yerine, ‘bamba dansı’ yapan arkadaşları ile vakit geçiren Hülya’nın, annesi gibi güçlü bir karakter haline gelmesi ileride oynayacağı rollerin habercisi oldu.

Modern Külkedisi

Sabah Yıldızı’nda ‘besleme Nevin’, Nubar Terziyan’ın pigmalion dokunuşu ile üç aylık piyano, sürücülük, yüzme, yemek adabı eğitimini dansözlük dersi ile tamamladı; Prenses Pelin’e dönüşüp onu bostan korkuluğuna benzeten zoraki kocasından intikam aldı. Önce sarışın ve modern ‘Sabah Yıldızı’ olup kendine âşık etti, sonrasında ise tekrar ‘Taşralı Deli Kız’a dönüşerek burnunu sürttüğü züppe bestekâra iki kimliğinin birbirini tamamladığını gösterdi.

Cambazhane Gülü’nde akrobat Fadik, piyangoyu kazanarak zengin ve alımlı Leyla Şehrazad oluverir; kendisini hor gördüğünü düşündüğü edebiyatçıyı (Ediz Hun) Flâmenko dansı ve birden çok uluslararası sevgilisi ile afallatır. Çadır kumpanyasının mütevazı üyeleri beraberce tezgâhlayıp sahneledikleri ‘bir perdelik ortaoyununda’ Şehrazad’ın maiyetindeki sadık uşak Sinbad (Nubar Terziyan) ve Hacı Fışfış (Sami Hazinses) olarak rol alırlar. 

Gene keskin kimlik dönüşümlerine yer veren İstanbul Tatili, Audrey Hepburn’lü Roma Tatili’nden ilham almıştı. Arap petrol şeyhinin esmer kızı Prenses Nilgün, muhafızlarını atlatarak çıktığı İstanbul gezisinde, peruk takarak sadece ‘lalettayin’ bir sarışın olmaz, aynı zamanda modern bir kadın olarak tek başına uzun uzadıya kentin tadını çıkartır. Bir süre sonra kendisine katılan foto muhabiri Halil (Kartal Tibet) ile flört ederler ve en nihayetinde yeni kimliğiyle İstanbul’da kalmayı seçer.

Oyun Bitti, iki farklı cazibe merkezi, eski Kodamanlar Köşkü ile modern Taksim Hilton oteli arasında geçer; kendini fabrikatör Kodaman’ın varisi olarak tanıtan bar şarkıcısı Zeynep ile gündüzleri otomobil tamircisi, geceleri zengin kadın avcısı ve sözüm ona asilzade mühendis Hayrullah (Cüneyt Arkın) ile Hilton’da tanışırlar. Sahte kimlikler üzerinden başlayan çifte külkedisi hikâyesi aşkı, gerçeğin ortaya çıkmasına rağmen sarsılmadığı gibi, köşkün edinilmesi ile taçlanır.

Macera Yıldızı

İşportacı Kız ve diğer ‘kız’ filmlerinin zirve noktası Karateci Kız’da (1973) babası ile yaşadığı gecekondularında hapishane kaçağı beş adli suçlunun saldırısına uğradıktan sonra polisle işbirliği yapmak yerine kişisel intikam peşine düşmeyi tercih etti. Orhan Aksoy’un filmi ilk ‘tecavüz ve intikam’ filmi sayılabilecek Wes Craven’ın Soldaki Son Ev’inden bir sene sonra gösterime girmişti. Filmin önemli bir bölümünde bir erkek kahraman yoktu—Zeynep’in kılavuzu ve sevgilisi sivil polis Murat (Ediz Hun) hapishane kaçkınları tarafından saf dışı bırakılmıştı. Bu cinayetin akabinde Zeynep kendisi polis memuru oldu ve başta kendisine iki defa cinsel saldırıda bulunan Fello (Bülent Kayabaş) olmak üzere kaçakları birer birer kıstırıp teke tek karşılaşmalarda alt etti.

Ankara Ekspresi’de Türkiye’yi işgale hazırlanan Nazi ajanlarından biri, gece gazino yıldızı, gündüz ise Alman Hastanesi hekimi cüretkâr Hilda olarak rol aldı. Greta Garbo (Mata Hari) ve Marlene Dietrich (27 Numaralı Casus) karakterlerini çağrıştıran katı casus, sert bir kimlik dönüşümüyle aşkına sadakati uğruna diğer aidiyetlerinden feragat ediyordu. Macar Yahudisi dansöz ve casus Irma (Leyla Sayarı) ile Hilda’nın Nazi SS subayı kardeşi rolündeki Kadir İnanır gibi karakterler ile 1970’ten 1940’lara bakan Ankara Ekspresi’nin diğer ilham kaynakları dönemin Nazisploitaion ve Sexploitation filmleriydi.

Oğlu İlker İnanoğlu ile üç Yumurcak filminde oynadı. Bir yerli giallo olarak görülebilecek Yumurcak Küçük Şahit (1972) İtalyan yönetmen Guido Zurli’nin imzasını taşıyordu. Uluslararası piyasaya dağıtılan kopyada Yumurcak, Dickie Dickie ismi ile sunulmuştu. Alfred Hitchcock’un Arka Pencere’sini çağrıştıran filmin esin kaynağı, gene Cornell Woolrich’in diğer bir eseriydi ve 1949’da Pencere isimli film noir olarak sinemaya uyarlanmıştı. Yarattığı çocuk filmi beklentisinin aksine ciddi manada grafik şiddet içeren filmde Filiz Akın devlet dairesinde çalışan ve oğlunu tek başına büyüten bekâr anne rolündeydi.

Kaçak âşıklar temalı Ayrılık’ta (1972) Gildavari bir aşk üçgeninde mafyatik gazino patronu Vural (Ekrem Bora) ofisinin panjurları arkasından gözetlediği Suna ve Murat’ı (Ediz Hun) kaçmak zorunda bırakıyordu. Kıbrıs Barış Harekâtı öncesi kültürel ikliminde, Yeşilçam filmleri dış dünyaya hala nispeten hevesle bakmaktaydı; âşıklar Yunanistan’da geçen mutlu kaçış günlerinde Akropolis’i geziyor ve tavernada sirtaki dansı yapıyorlardı. Acı sonda ise, Suna’nın içinde olduğu araç uçurumdan yuvarlandığı anlarda, Murat, (aynı senenin Godfather’ını çağrıştıran) bir gangster pususunda yaylım ateşiyle yavaş çekimde vuruluyordu.

Ekrem Bora’lı diğer bir polisiye film olan Soyguncular, Melina Mercouri’li Topkapı’yı anımsatan akrobatik hırsızlık sahnelerine sahipti. Filmde Filiz Akın’ın canlandırdığı birbirine neredeyse tıpatıp benzeyen iki karakterden Selma munis, dürüst ve esmer sekreter, sarışın Belma ise hırsız çetesinin atletik ve korkusuz kasa hırsızıydı. Akü fabrikası soygunu için çetenin sekreterin yerine yerleştirdiği Belma, tıpkı benzeri gibi patronun oğluna (Ediz Hun) âşık oluyor ve son sahnede gerçek sevgililerin bir arada olabilmesi için kendini feda ediyordu.

Melodramatik Aşk Üçgenleri

1969’da Metin Erksan’ın Dağlar Kızı Reyhan’ında Türkiye’de yoksul bir yaşam sürmek ile Almanya’ya göç etmek seçenekleri karşısında üçüncü bir çıkış yolu olarak ‘ses yıldızı’ olma fırsatını değerlendirdi. Doğacak oğulları ‘Ömercik’ten habersiz sevgilisi ise ülkeden kaçmaya çalışırken yakalandı, hapishaneden her kaçma girişimi başarısız oldu, işkence gördü. Bu sıralarda Reyhan ise filme adını veren Azeri şarkısından ziyade Rita Hayworth’ü anımsatan performanslarıyla şöhreti yakalamıştı. Eski sevgili rolündeki Kartal Tibet’in, tahliye olunca şoför olarak Reyhan’ın ‘formalite evliliği’ yaşadığı zengin evine gelmesi ile oluşan aşk üçgeni, kocanın intiharı ile çözümlendi.

Aynı sene Yaralı Kalp’te Mısır’dan gelmesi beklenen miras ihtimali ortadan kalkınca bir anda yoksullaşan aristokrat ailenin şımarık kızı Şermin oldu.  Eski nazırın köşkünü elde edemeyeceğini anlayan mirasyedi sözlüsü, ilgisini taşralı kösele fabrikatörünün kızına yöneltti; Şermin ise ailesini korumak için başarılı maden mühendisi Selim (Ediz Hun) ile zoraki bir evliliğe rıza gösterdi. Sürpriz eseri, zoraki evlilik hem aşkla sonuçlandı, hem de Şermin maden işçileri ile kenetlendi, zira onun sözüm ona solcu, afili kardeşinin (Kadir İnanır) aksine, Selim, müşfik ve sosyal dayanışmaya yatkındı. Metropolisvari bir son sahnede, Şermin kendini neredeyse feda ederek sınıflar arası anlayış köprüsünü inşa etmiş oldu.  

Popüler bir Hint filminin uyarlaması olan Yarım Kalan Saadet‘te şefkatli Darülaceze hemşiresi Fatoş olarak evlilik için kendi kariyerini bıraktı, ancak yapılan telkinler üzerine, bestekâr Ekrem’in üretkenliği azalmasın diye onunla evlenmekten caydı. Sevgilisinin uçak kazasında öldüğünü zanneden Ekrem (Cüneyt Arkın), Jale ile zoraki bir evlilik yaptı; Fatoş ise bir dizi tesadüf sonrası onun özel hemşiresi olarak göreve başladı. Yarım kalan, Ekrem’in saadetiydi; onu tamamlayabilmek adına her iki kadın da intihar girişiminde bulundular, Fatoş hayatta kaldı. 

Ömrümce Aradım’da (1971), fedakârca aşksız evlilikler yapan bir başka karakter, Selma olarak, doğum sırasında öldü ve tıpatıp annesine benzeyen kızı Sevgi’nin yetişkin olmuş hali olarak tekrar sahneye çıktı. Annesinin sevgilisinin himayesinde, adamın oğluyla aşk yaşadı. Benzer karmaşıklıkta diğer bir melodram olan Zambaklar Açarken, oynadığı Kerime Nadir uyarlamalarındandı. Roma’da okuyan sevgilisinin babası (Kartal Tibet) ile yaşadığı aşk ilişkisi bir dizi keskin dönüş ile ahlaki normlar ile uyumlu mutlu son ile sonuçlandı. Yeşilçam’ın diğer sarışını—Akın’ın aksine vamp karakterler le özdeşleşen—Suzan Avcı ile kozlarını paylaştı: hem müstakbel kayınvalidesi, hem hasmı pozisyonundaki Mediha Albatros’un saldırganlığına meydan okudu ve onu devler ülkesindeki Güliver’e benzeterek alay etti.

Batılı ve Doğulu

Yılmaz Güney ile ikinci ve son filmi olan Umutsuzlar, tabancasından ayrılamayan kabadayı Fırat ile zarif balerin Çiğdem’in aşkını konu alıyordu. Tipik olmayan bir Filiz Akın filmiydi, çünkü onun sığ karakterinin dönüşümü söz konusu değildi; merkezde olan “silahına mecbur” Fırat, modern sevgilisini kırmamak için silahsızlandığı anda hasımları tarafından haklandı.

Kan davası temalı Acı Hayat’ta, bir armatörün kızı olan Ebru ve sevgilisinin ilişkilerini seçkin kentli ailelerinin taşradaki karanlık geçmişi zehirler. Ebru, uğradığı cinsel saldırının akabinde akıl hastanesine yatırılır; vurulan sevgilisine kan transfüzyonu yapılan sahnelere paralel olarak Ebru sert elektroşok uygulamasına maruz kalır. Grafik şiddet dozu yüksek bu filmin çarpıcı bir yan hikâyesi ise bir kadın dayanışması anında Ebru’yu şefkatle koruyan konsomatris karakterini içeriyordu.

Yücel Çakmaklı’nın Memleketim’inde (1974), Viyana’da okuyan Leyla, Batı’nın sadece ilmini almaya şartlanmış tıp öğrencisi Tarık Akan karakteri tarafından doktrine edilince hem Helmut ile evlenmekten vazgeçiyor, hem de kilisedeki evlilik törenini terk ederek Avrupalılaşmaktan kurtuluyordu. Mozart’ı değil, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ve diğer milli unsurları benimsemesi telkin edilen Leyla, askeri tören görüntüleri serpiştirilmiş Türkiye’deki son sahnede, makbul bir sosyal bilgiler öğretmeni olarak göreve başlıyordu. Çakmaklı’nın hoyrat şovenizmi o denli gülünçtü ki hippilerin asalak müptezeller olarak tasvir edildiği bir sahnede, fonda, bakır baronlarıyla giriştiği mücadele sonucu infaz edilen Amerikalı aktivist Joe Hill adına yazılan balad çalıyordu. 

Aynı sene, Kıbrıs Harekâtı arka planı ve ‘Memleketim’ şarkısı eşliğinde gene kültürlerarası etkileşim konulu Almanyalı Yarim’de oynadı. Mavi gözlü eski Alman subayının kızı Maria olarak sevgilisi Murat (Kadir İnanır) sınır dışı edildiğinde onunla Türkiye’de evlenip Anadolu kültürünü benimsedi. Filmin yan teması ise, (Alman) polis şiddeti ve kaçak sevgililer motifinin doğası gereği, Fritz Lang’in Günahsız Âşıklar filmini anımsatan bir son sahnede, çiftin katledilmesiydi.

Sinemada son rolü 1975’teki (Bewitched uyarlaması) Tatlı Cadı’ydı—Filiz Akın, Hollywood ve Avrupa sinemasının Rita Hayworth, Nieves Navarro ve Catherine Deneuve gibi aktrislerini zaman zaman çağrıştıran rollerde, yerli izleyicilerin karşısına hem yüzü Batı’ya dönük, hem de kendilerinden öğeler bulabilecekleri çoklu kimlikler ile çıktı. Filmlerinde kentli ve taşralı, modern ve geleneksel gibi karşıtlıklara tepki veren karakterleri—fedakâr ve alımlı, diğer taraftan dinamik, dönüşüme açık ve kendi kendine yeterli—izleyicilerin hem toplumsal cinsiyet ve sınıfsal kimlikler ile ilgili ihtimal ve sınırları, hem de kendi endişe ve umutlarını yeniden hayal edebilecekleri zengin malzeme sundu.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Dört yılda 750 bin yeni çocuk işçi

Dört yılda 750 bin yeni çocuk işçi

Bizzat Erdoğan’ın, pandemiyi ‘üretim ve lojistik üssü olma fırsatı’ olarak işaret ettiği 2020’den bu yana ucuz emek eksenli dönüşümün çarpıcı sonuçları ortaya çıkıyor. ‘Üretim, ihracat’ gibi sloganlarla pazarlanan dönüşüm, çocuk emeğini de başta sanayi olmak üzere sermayenin hizmetine sundu. Bu dört yılda 750 bin çocuk daha resmi rakamlara işçi olarak geçti.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Gençlerin sokak eylemlerine atıfta bulunan Bahçeli, "Öğrencinin yeri okuldu, sınıftır, kütüphanedir" dedi.

Evrensel'i Takip Et