Zorbanın kırbacı: Polis
Polis, kamu düzenini, yurttaşların canı, malı ve temel hak ve özgürlüklerini korumakla görevli, yasa uygulayıcı bir kamu görevlisi, diye tanımlanır. Ama hangi ülkelerde diye sorabiliriz kendimize.

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel
Tacim Çiçek
"Canını kurtarmak isteyen bir akrep sonunda bir dere kıyısında alır soluğu. Yaklaşan ayak seslerinin oluşturduğu sarsıntı bir deprem gibidir adeta. Ne bir geçiş vardır karşı yakaya, ne de o yüzmeyi bilmektedir. Keyifle yüzen bir kurbağa görür. Ondan karşıya geçirme si için kendisini yalvarır. Ve kurbağayı ikna eder sonunda. Böylece kurbağa sırtlanır akrebi… Derenin orta yerinde canı yanar kurbağanın, ‘ne yaptın akrep kardeş?” der. O da, 'biliyorum ben de öleceğim ama ne yapayım ki doğam bu’ diye karşılık verir."
Gezi Parkı Direnişinin ilk gününden bu yana uzatılan dostluk elinin ve mavi boncuk dağıtan sözlerin(!) içtenliğine ve samimiliğine hiç mi hiç inanmamıştım. Ve İmamoğlu’nun diplomasının iptalinden ve akabinde tutuklanmasından beri yaşadıklarımız da bunun son kanıtı. Gri propagandalar, "çamur at izi kalsın" anlayışı salt at gözlüğü takarak erke inananların aklından çok yüreklerine seslendiği gerçeği bir yana, zorbanın siyası araçlarındandır şiddet. İnandığına inandırmak ister. Ve zorbanın dediklerine inanmayanlar için de kılıcı doğasında olanı sergiler.
Ortak yaşam alanlarından tutun da kendisi olmak ve kendisi kalmak yolunda katılımcılığı savunan herkese yumruk sallıyor, tehdit savuruyor; kökü dışarıda bir aşka bağlanmakla suçluyor. Yetmiyor, kanıksadığımız yalanları "gerçek bu" diye inandırmaya çalışıyor. Kapalı kapılar ardında kadınların üstüne yürüyor, yok denilse de çıplak arama yapıyor. Ortaya çıkınca da yalan makinelerini bile çatlatan bir pişkinlikte savunmaya geçiyor, olumsuzluğu toparlamaya çalışıyor…
Çok da kitabi sözler etmek gerekmiyor aslında, çünkü:
Polis, kamu düzenini, yurttaşların canı, malı ve temel hak ve özgürlüklerini korumakla görevli, yasa uygulayıcı bir kamu görevlisi, diye tanımlanır. Ama hangi ülkelerde diye sorabiliriz kendimize. Yanıtı da genel olarak, yasaların önünde eşit yurttaşların olduğu sosyal devletlerde kimselerin görevlerini kamusal alanda ya da başka başka alanlarda kullanmadığı ülkelerde ancak halkın polisi olabilir; o da bir yere kadar. Var mı böyle ülkeler? Tümüyle ideal olmasa da var, maalesef.
Türkçeye Fransızcadan geçen polis kavramının kökeni Latince politia (vatandaşlık, hükümet) ve bundan öncesinde de Yunanca polis (şehir) sözcüklerine dayanır. Günümüzdeki anlamda 19. yüzyılda kullanılmaya başlanmış. Yunanca polis sözcüğü başlangıçta site ve şehirleri, şehirdeki devlet ve hükümet faaliyetlerini ve yönetimini ifade etmekteydi. Bu anlamda polis deyimi, sitenin tüm kamu hizmetlerinin karşılığı olarak kullanılmaktaydı. Bu gün dünyanın neredeyse tüm devletlerinde bu örgütlenme var ve kendi iktidarlarına ve yasalarına uygun biçimde varlıklarını sürdürmektedir. Örneğin benim de bildiğim İsviçre’de üç ayrı polis organizasyonundan söz edilebilir. Bunlar, Federal Polis, Kanton Polisleri ve büyük şehirlerde görev yapan polisler. Esasen Federal Polis daha çok idari bir göreve sahip olmakla birlikte Kanton Polisleri arasında koordinasyon sağlamaktadır. İşin büyük kısmını Kanton Polisleri ve Police Municipale olarak adlandırılan şehir polisleri yerine getirir. Yani burada da tüm gelişmişliğine karşın polis örgütü içinde biçimlendiği ülkenin her türlü eğitiminden, yasal yetkilerinden, kişisel olarak bilgi ve karakterinden oluşan bir durum sergiliyorlar. Ama hiçbir ülkede, polis Türkiye’deki kadar, acımasız, zalim ve görevini baskı aracı olarak kullanmaz. Bakın ülkemizin gazete arşivlerine yığınla birazdan vereceğim örneğe uygun ruh hâli içinde davrandıklarına tanık olacaksınız. Son zamanlarda ise çığırından çıkmışçasına orantısız güç kullanmakta ve günah levhalarına yenilerini eklemekteler.
Şimdi bunun kanıtı olan iki uç örnek anımsatmak istiyorum:
İstanbul'un Fatih ilçesi geçmiş bir zamanda gece polis dehşetine sahne oldu. Yaklaşık 10 polis, yol verme tartışmasına girdiği ve telefonla Kürtçe konuştuğu için, asker olduğunu söyleyen Ahmet Koca'yı eşi ve çocuklarının gözleri önünde öldüresiye dövdü. Çevrede oturan bir vatandaşın çektiği cep telefonu görüntüleriyle ortaya çıkan skandalın ardından dayakçı 7 polis açığa alındı. Hıncını alamayan bu caniler, engel olmak isteyen esnafı ve seksenlik bir kadını da tartaklayarak araya girmelerine engel olmuşlardı. Sırf Kürtçe konuştuğu için, görevlerini o kişiyi o hâle getirmek için kullandıkları aşikâr/dı. "O kişi bir Laz, Çerkez ya da başka etnisiteden olsaydı öyle mi yapacaklardı?" diye sormadan edemiyor insan.
İmamoğlu eksenli gösterilerde de medyaya yansıyan görüntüler öğrencilere yapılanların infial uyandıracak düzeyde olduğu asla tartışılacak bir sonuç değil maalesef.
İlki bu, ikincisine gelince:
Sadece Türk polisi görevini baskı aracı olarak kullanıp barbarlık yapmıyor sivillere karşı. PTT memuru Mehmet Ali Saldıran, kargo ücretini sıra numarası almadan yatırmak isteyen Askerî Savcının talebini reddedince başına gelmeyen kalmamış, okuduklarımıza bakılırsa. Dava da açılmış memura ve dava sürerken Saldıran’ın psikolojisi bozulmuş, işinden istifa ederek İstanbul’u terk etmiş. Avukatı Okan Kadir Bektaşoğlu şikâyetin mantığında askeri bir savcının sivil bir memuru aşağılama duygusunun var olduğunu belirterek “artistliğin” hakaret olduğuna dair bir anlayış var. Sabit ikamet sahibi olan bir memur hakkında adli kontrol kararı verilmesi, savcının bunu talep etmesi tamamen M. Ali Saldıran’a karşı meslektaşlık duygusu ile “haddini bil” demektir ve hukuksuzluktur. Bu yargılama, yargılayanların ayrıcalık beklentisi ve buna uymayanların neye uğratılacağının abidesidir. Bu dosya her yönüyle ibretliktir” demiş/ti.
Şimdi, görevini baskı aracı olarak kullanan bu anlayıştaki görevlilerin kim ne derse desin; toplumsal olaylarda gerçeklerden yana taraf olması beklenebilir mi? Olası mıdır bunların haksız emir/ler karşısında efendilerine ses çıkarmaları… Çünkü halkın devleti, polisi vs olmak mı? Geçelim bu beyaz aldatmaları, kılıfları ve de asılsız gerekçeleri…
Bence de tam da “Aziz Nesinlik” ama ne yazık ki, en alttaki bir memurdan, en tepedekine dek bu ülkede herkes görevini kendi yasalarını bile hiçe sayarak baskı aracı olarak kullandıkları için özlemini duyduğumuz kardeşçe bir arada yaşamak da demokrasi de, özgürlükler de havada kalmaktadır.
Görevlerini kötüye kullanmadıkları zaman hepimiz özgür olacağız.
İşte bu yüzden özgürleşemiyoruz, özgürleşmek isteyenleri de engelliyoruz. Ne yazık ki bir “yengeç sepeti” olan ülkemizde birbirimizi özgürleşmemek için engelliyoruz. Üstelik bu ortamı yaratan egemenlerin hakları için zorbalığı daha katmerli uygulayanlar; “yengeç sebeti”nden çıkan yürekli / sevdalı her yaştan insanı bir türlü sindiremiyor. "Ne teslimiyet ne de uzlaşma" diyen bu direnişe boyun eğdirmek için kırbacını şaklatıyor. Yetmiyor otomata bağlatmışçasına günü, günleri zindan etmeye çalışıyor. Fakat bilmiyor ki bir kere ok çıkmıştır yaydan ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Ve “sabırsızlık zamanı” daha da büyüyecek.
Evrensel'i Takip Et