Çocuk ve ceza sorumluluğu: Neoliberal söylemlerin çocuk suçluluğu üzerindeki etkisi
Neoliberal politikalar çocukları bireysel suçlular olarak konumlandırarak onları “tehlikeli sınıfların” bir uzantısı gibi gösteriyor. Bu yaklaşım rehabilite edici mekanizmaların gelişimini engelliyor.

Fotoğraf:Pixabay
Av. Kardelen Ateşci1
Çocuk ve çocuk hakları kavramları tarih boyunca ihmal edilmiş ve uzun yıllar hukuki düzenlemelerle güvence altına alınmamıştır. Çocukluk anlayışı topluma göre farklılık gösterse de uzun bir dönem çocuklar toplumda birey olarak değil, ebeveynlerinin ya da içinde bulundukları toplumsal yapının bir parçası olarak değerlendirilmiş, hatta bazı kültürlerde babalara çocuklarını köle olarak satabilme yetkisi2 dahi verilmiştir. Çocukluk, yetişkinliğin bir geçiş evresi olarak görülmüş ve çocukların kendilerine özgü haklara sahip olabileceği fikri büyük ölçüde göz ardı edilmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası birçok devlet, sosyal devlet anlayışının bir parçası olarak refah devleti anlayışını benimseyerek çocuk adalet sistemini de bu doğrultuda yeniden yapılandırmıştır.3
20. yüzyılla birlikte çocukluk kavramına bakış açısı değişmeye başlamış ve çocukların gelişimsel ihtiyaçları göz önünde bulundurularak özel haklara sahip olmaları gerektiği fikri yaygınlık kazanmıştır. Çocukların yetişkinlerden farklı fiziksel, bilişsel ve duygusal gelişim süreçlerine sahip olduğu gerçeği, onların korunmasını ve haklarının yasal güvenceler altına alınmasını zorunlu hale getirmiştir4. Bu bağlamda, 20. yüzyılda çocuk haklarının uluslararası5 düzeyde ele alınması ve hukuki düzenlemelere konu olması yönünde önemli adımlar atılmıştır. Bu süreçte, suça sürüklenen çocuklara yönelik adalet sisteminde, çocuğun yaş grubuna özgü düzenlemeler yapılması, çocuk mahkemelerinin oluşturulması ve uzman görüşlerinin sürece dahil edilmesi gibi yaklaşımlar öne çıkmıştır6. Ayrıca, herhangi bir yargı kararına varmadan önce çocuğun yaşam koşulları, eğitimi ve kişisel gelişimi göz önünde bulundurulmuş, çocuğun işlediği fiilden tamamen bireysel olarak sorumlu tutulması yerine, toplumun da bu süreçte sorumluluğu bulunduğu kabul edilmiştir7. Cezalandırıcı tedbirlerden kaçınılarak, koruyucu ve eğitici önlemler öncelikli hale getirilmiş ve çocuğun özgürlüğünden yoksun bırakılması son çare olarak değerlendirilmiştir8.
Göç, yabancı düşmanlığı, güvensizlik algısı, mağdur haklarının öne çıkması, sosyal, politik, ekonomik çalkantılar vb. 20. yüzyıl sonlarından itibaren refah devletinin sorgulanmasına neden olmuştur. Bu doğrultuda çocuk haklarının korunmasında önemli bir kazanım olan koruyucu model giderek tartışılmaya başlanmıştır. Özellikle 1990’lı yılların sonlarından itibaren, ceza adalet sistemlerinin çocuklara yönelik yaklaşımında da bu dönüşümün etkileri hissedilmeye başlanmıştır9. Türkiye’de de benzer bir eğilim gözlemlendiğini söylemek mümkündür. Mağdur hakları ile suça sürüklenen çocuklar çatışmanın tarafı gibi gösterilmekte, biri diğerine üstün tutulmaya çalışılmaktadır. Toplumsal gerçeklikten uzaklaşılarak, çocukların erken yaşta “suçlu”, “cani”, muamelesi görmesi, sosyal medya, yazılı görsel basında çocuk odaklı bir yaklaşımın benimsenmemesi, toplum nezdinde “suç makineleri” gibi ifadelerle damgalanmaları ve mahremiyetlerinin ihlal edilmesi, yargı süreçlerinde hak ihlallerine maruz kalmaları, artan çocuk hapis cezaları10, cezalandırıcı yöntemlerle çözüme ulaştırılmak istenmesi ve onarıcı adalet mekanizmalarının devreye sokulmaması gibi sorunlar devam etmektedir. Bu sorunlar sistem içerisinde indirgemeci bir yaklaşım benimsenmesine neden olmakta ve kimi zaman tek başına kimi zaman ise ana suçlunun çocuk olduğu vurgulamaktadır. Bu vurgu 21. yüzyıl Türkiye’sinde çocuk ve gençlerin kendine özgü yargılamalarının yitirilmesini yetişkinler gibi yargılanma taraftarlarının sesini arttırmaktadır.
Bu yazıda, özellikle 21. yüzyıl Türkiye’sinde, çocuk suçluluğuna dair yaşanan birçok hak ihlali arasında yer alan çocukların yetişkinler gibi yargılanması ve ceza sorumluluğu yaşının düşürülmesi söylemlerine değinilecek ve konu diğer ülkeler ile karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır.
Ceza sorumluluğunun başlama yaşı konusunda tüm ülkeler için geçerli evrensel bir standart belirlenmemiştir. Ancak bu yaşın çok düşük olmaması gerektiği, çocuğun işlediği suçun hukuki anlamını ve sonuçlarını anlayabileceği bir döneminde sorumluluk taşıması gerektiği yönünde bir ilke bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi11 ve Pekin Kuralları12, bu konuda rehberlik sağlamakta olup, ceza sorumluluğu yaşının belirlenmesinde dikkate alınması gereken temel kriterleri ortaya koymaktadır. Nitekim Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesinin Genel Yorumu No. 10’da13 ülkelere ceza sorumluluk yaşının 12’den düşük olarak belirlenmemesi gerektiği ve sorumluluk yaş sınırının daha da artırılması gerektiği önerilmektedir. Sosyallik ilkesini benimseyen ülkeler, suç işlenmeden önce bile tehlike durumlarında müdahale etmeyi amaçlamaktadır. Bu yaklaşımda, çocukların toplumla uyumlu bir şekilde yetişmesi sağlanırken, ceza sorumluluğu yaşının belirlenmesinde de farklı bir yaklaşım benimsenmektedir. Sosyallik ilkesinin esas alındığı ülkelerde, genellikle ceza sorumluluğu yaşı daha yüksek belirlenmektedir14. Örneğin, bu ilkenin benimsendiği Belçika ve Romanya’da ceza sorumluluğu yaşı 18 olarak belirlenmiştir15. Diğer yandan, Portekiz, İspanya ve Ukrayna’da bu yaş 16 iken, Danimarka, Finlandiya, Norveç ve İsveç gibi ülkelerde ise 15 olarak tespit edilmiştir16. Ceza sorumluluğu açısından, genel olarak kuzey ülkelerinde yaş sınırının, güney ülkelerine göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Örneğin, İtalya, Hırvatistan, Rusya, Slovenya, Japonya, Macaristan, Romanya ve Çin gibi kuzey ülkelerinde ceza sorumluluğu yaşı 14 olarak belirlenmiştir17. Buna karşın, Bangladeş, Gana, Zimbabve, Namibya, Barbados, Kuveyt ve Lübnan gibi güney ülkelerinde bu yaş sınırı 7 olarak tespit edilirken güneydeki bazı ülkelerde ceza sorumluluğu yaşı; Irak, Etiyopya ve Filipinler’de 9, Fiji, Sierra Leone, Yeni Zelanda ve Nepal’de 10, Uganda ve Fas’ta ise 12’dir18. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bazı eyaletler ceza sorumluluğu yaşını 7 olarak belirlemektedir19. ABD, çocuk ve gençlere yönelik suç ve ceza politikalarında zamanla önemli değişimlerin yaşandığı ülkelerden biri olarak öne çıkmaktadır. Bu değişimin temel göstergelerinden biri, çocuk adalet sisteminde suça yaklaşım biçiminin dönüşüm geçirmesi olup özellikle yargıçların karar süreçlerinde çocuğun entelektüel ve duygusal gelişimine değil, işlenen suça odaklanmaya başlamalarıdır20. Bu çerçevede, 1970’li yılların sonlarından itibaren birçok eyalet, çocukların yetişkin mahkemelerine sevk edilmesine olanak tanıyan yasal düzenlemeleri yürürlüğe koymuştur21. ABD açısından BMÇHS imzalamadıkları ve eyaletlerinin bir kısmında idam cezasının olduğunu ifade etmek de gerekmektedir. Süreç çocuk aleyhine işlerken şu sorular göz ardı edilmemelidir: Bu sertleşen politika, çocuk suçluluğunu gerçekten azaltmış mıdır? Çocukların yetişkin mahkemelerinde yargılanması, onları rehabilite etmek yerine daha fazla kriminalize ederek suç döngüsüne hapsetmekte midir? Örneğin, ABD’de çocuk adalet sisteminin giderek daha cezalandırıcı bir hale gelmesi, çocukları korumaktan çok cezalandıran bir mekanizmaya mı dönüşmüştür? Tüm bu sorular zihnimizi meşgul ederken Türkiye’de ceza sorumluluğu TCK madde 31 kapsamında düzenleme bulmuştur. Düzenleme şu şekildedir:
- Fiili işlediği 12 yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu bulunmamaktadır. Çocuklar için çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir.
- 12-15 yaş arasındaki çocuklar, işledikleri fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını kavrama yeteneklerine göre değerlendirilmektedir. Çocuğun cezai sorumluluğunun bulunmaması halinde çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanmaktadır.
- 15-18 yaş arasındaki çocuklar için ceza indirimleri uygulansa dahi çocuklar hakkında cezai yaptırım uygulanmaktadır.
Türkiye’de, Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında, ceza sorumluluğu yaş sınırının orta seviyede belirlendiği, ABD’ye nazaran ise daha çok çocuk hak odaklı bir yaklaşım benimsediği görülmektedir. Zira, Türkiye Çocuk Hakları Sözleşmesine taraf olan devletlerden biri olup Sözleşmenin 40. maddesi, çocukların cezai sürece dahil olmaları halinde, yaşlarına uygun bir yargılama süreci geçirmelerini ve rehabilitasyonlarının esas alınmasını öngörmektedir. Bunun yanı sıra, BM Çocuk Hakları Komitesi’nin Çocuk Adalet Sistemine İlişkin Genel Yorumu No. 24 (2019)22 çocukların cezalandırıcı değil, rehabilite edici bir yaklaşımla ele alınmasını tavsiye etmektedir. Beijing Kuralları ve Riyad İlkeleri de çocuk adalet sistemlerinin onarıcı adalete dayalı olması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu kapsamda, Türkiye’nin çocuk adalet sisteminin teorik açıdan gerek taraf olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi gerek Çocuk Koruma Kanununda yer alan düzenlemeler gereği salt cezalandırıcı benimsemediğini rehabilitasyon ve koruma eksenli bir yaklaşımı benimsediğini söylemek mümkün.
Türkiye’de fiziksel ve ruhsal açıdan gelişmekte olan çocuklara, yetişkinlerden ayrı olarak özel bir statü tanınmışken, son dönemde çocuk ceza adalet sisteminin daha cezalandırıcı ve neoliberal ceza politikaları doğrultusunda şekillenmesi yönündeki taleplerin arttığı görülmektedir. Neoliberal ceza adalet sisteminin benimsenmesi halinde, çocukların suçla ilişkilendirilme biçimleri de değişecek, bir bakıma tek olmasa dahi esas sorumlu çocuk olarak görülerek; devletin sosyal koruma yükümlülükleri yerine cezalandırıcı politikalar güç kazanacaktır. Bu süreçte, çocukların içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar göz ardı edilerek bireysel suçluluk vurgusu ön plana çıkacaktır. Ancak bu yaklaşım, çocuk suçluluğunu toplumsal bağlamından koparıp bireysel bir suça indirgemekle kalmayacak; aynı zamanda, çocukların büyüdüğü çevre, aile yapısı, sosyoekonomik durum, eğitim ve yoksulluk gibi belirleyici faktörleri göz ardı ederek, sorumluluğu yalnızca çocuğa yükleyen bir anlayışı pekiştirecektir. Bu bağlamda, çocukların yetişkinler gibi yargılanması ve ceza sorumluluk yaşının düşürülmesi, çocuk suçluluğuna çözüm getirmeyeceği gibi – ABD ve diğer ülkelerdeki ceza sorumluluk yaşı uygulamaları da dikkate alındığında – devletin çocuklara yönelik pozitif ve negatif yükümlülüklerinin ihlaline yol açacaktır. The Council of State Governments (CSG) Justice Center tarafından yayımlanan “Transitional Age Brief” adlı rapor23 ABD’deki eyalet istatistiklerini karşılaştırmak için tekrar suç işlemeyi takip eden eyaletten verileri derlemiştir. Raporda yer alan veri ve oranlar aşağıdaki şekildedir:
Çocukların/gençlerin hapsedilme oranları:24
- 2013 yılında, çocuk adalet sistemi kapsamında hapsedilen gençlerin yaklaşık %20’si 18-20 yaş arasında olup bu genç yetişkinlerin yarısından fazlası (7.044 kişi), ciddi suçlar nedeniyle hapsedildi.
- 2012 yılında, 129.274 kişi ile genç yetişkinler (18-24 yaş) eyalet ve federal yetişkin cezaevlerine yapılan kabul oranlarının %21’inden fazlasını oluşturmaktadır.
- 2012’de, 18-24 yaş arasındaki siyahi erkekler, yetişkin eyalet ve federal hapishanelere kabul edilen genç yetişkinlerin yaklaşık %40’ını ve toplam hapishane kabul oranının yaklaşık %10’unu oluşturmuştur.
Çocukların/Gençlerin Tekrar Suç İşleme Oranları:25
- Hapishaneden tahliye edilen genç yetişkinlerin tekrar suç işleme oranı, diğer yaş gruplarına kıyasla önemli ölçüde daha yüksektir.
- Bir çalışmaya göre, 25 yaş altındayken hapishaneden tahliye edilen kişilerin yaklaşık %76’sı üç yıl içinde tekrar tutuklanmış, %84’ü ise beş yıl içinde yeniden suç işlemiştir.
Bu oranlar, ABD’de çocukların ve genç yetişkinlerin cezalandırıcı ceza adalet sistemi içinde yüksek oranda kriminalize edildiğini ve hapsedilmenin, genç suçluların topluma yeniden kazandırılmasını sağlamak yerine, tekrar suç işlemelerine yol açtığını göstermektedir. Çocukların yetişkinler gibi yargılanması ve cezalandırılması, suç oranlarını azaltmak bir yana, gençlerin kriminal geçmişlerini ağırlaştırarak topluma entegrasyonlarını daha da zorlaştırmaktadır. Diğer yandan, ABD’deki suça sürüklenen çocuklarla ilgili Miller v. Alabama ve Graham v. Florida davaları, çocuk suçlulara yönelik farklı bir yaklaşımın gerekliliğini ortaya koyması açısından büyük bir öneme sahiptir. Özellikle Graham v. Florida kararında, cinayet suçları dışında, bir çocuğun işlediği suç nedeniyle şartlı tahliye imkânı olmadan müebbet hapis cezasına çarptırılmasının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir26. Miller v. Alabama davasında ise, 14 yaşında bir çocuğun cinayet suçundan dolayı yetişkin gibi yargılanmasının ve şartlı tahliye olmaksızın müebbet hapis cezasına çarptırılmasının zalim ve olağandışı bir durum olduğuna karar verilmiştir27. Ancak, Montgomery v. Louisiana davasında, Miller kararının geriye dönük olarak uygulanamayacağına ve bu nedenle, halihazırda işledikleri suçlardan dolayı şartlı tahliye imkanı olmaksızın müebbet hapis cezasına çarptırılmış olan çocukların cezalarının yeniden değerlendirilemeyeceğine dair bir hüküm verilmiş olması dikkat çekicidir28. Ayrıca, günümüzde ABD’de çevre suçlarının da alternatif ceza yöntemlerine tabi tutulması gerektiği yönünde tartışmaların gündemde olduğunu söylemek mümkündür.
Ancak suçun önlenmesi yalnızca hukuk ve yasal düzenlemelerle sağlanamaz; bu noktada asıl tartışılması gereken, çocukların cezai sorumluluk yaşı değil, çocuk suçluluğuna yol açan yapısal ve sosyal faktörlerin nasıl ortadan kaldırılacağıdır. Bu bağlamda Türkiye örneğini ilgilendiren şu sorular tekrar gündeme getirilmelidir:
- Türkiye’de çocuk adalet sistemi, Çocuk Hakları Sözleşmesi ile tam uyumlu mudur?
- Çocuk adalet sistemi, Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Çocuk Koruma Kanunu çerçevesinde etkin bir şekilde işletilmekte midir?
- Risk altında bulunan çocukların tespiti ve olası riskler değerlendirilmekte midir?
- Devlet, çocukları suça sürükleyen sosyal ve ekonomik koşulları gidermek adına yeterli önleyici tedbirler almakta mıdır?
- Suça sürüklenen çocukların rehabilitasyonu için mevcut politikalar yeterli midir?
- Çocuklara özgü güvenlik tedbirleri ne ölçüde uygulanmaktadır?
Yukarıdaki soruların yanıtlanması, çocuk ceza adalet sisteminin cezalandırıcı değil, koruyucu ve onarıcı bir yaklaşımla yeniden yapılandırılmasını sağlamak açısından kritik önem taşımaktadır. Bu sebeple, bu ve benzeri soruları sormaksızın faturayı salt çocuğa kesmeye, çocuğun yetişkin gibi yargılanmasına yönelik indirgemeci talepler sorunu çözmemekte aksine sorunu çığ gibi büyütmektedir. Çocuk ceza adalet sisteminin etkinliği, yalnızca bireysel suçluluk üzerinden değerlendirilmemeli; aksine, çocukları suça sürükleyen yapısal ve toplumsal faktörler dikkate alınarak ele alınmalıdır. Ancak belirttiğimiz üzere günümüzde, çocuğun yetişkin gibi yargılanmasına ve ceza sorumluluk yaşının düşürülmesine yönelik indirgemeci taleplerin arttığı gözlemlenmektedir. Bu tür yaklaşımlar, sorunun temelinde yatan sosyal, ekonomik ve kültürel dinamikleri göz ardı etmekte; devletin çocuklara yönelik koruma yükümlülüklerini zayıflatmaktadır. Çocuğun bireysel suçluluk kavramı etrafında değerlendirilmesi, onun içinde bulunduğu çevresel ve sosyoekonomik koşulları dışlamakta ve çözüm üretmek yerine suça sürüklenen çocuğu damgalamaktadır. Son dönemde çocuk ceza adaletinde sorumluluğun kime atfedildiğine dair tartışmalar, devletin ve toplumun yükümlülüklerini göz ardı eden, bireyi suçun tek faili olarak konumlandıran bir anlayışın öne çıktığını göstermektedir. Oysa çocuk suçluluğu, bireysel bir eylem olarak ele alınamayacak kadar çok boyutlu bir meseledir. Suça sürüklenen çocuğun sosyal koruma mekanizmalarından yoksun bırakılması, onun toplumdan dışlanmasına ve damgalanmasına neden olmaktadır. Çocuğun bir “suç makinesi” veya “cani” olarak görülmesi, toplumsal önyargıları pekiştirmekte ve çocuğun rehabilitasyonunu imkansız hale getirmektedir. Kaldı ki, Türkiye’de çocuk suçluluğuna yönelik neoliberal ceza politikaları, çocukları bireysel suçlular olarak konumlandırarak onları “tehlikeli sınıfların” bir uzantısı gibi göstermekte ve bu yaklaşım, çocuk adalet sisteminde onarıcı ve rehabilite edici mekanizmaların gelişimini engellemektedir29. Oysa, çocuk suçluluğunun önlenmesi ve çocukların topluma kazandırılması, yalnızca cezalandırıcı tedbirlerle değil, önleyici ve destekleyici politikalarla mümkündür.
Hukukun temel işlevlerinden biri, normatif düzenlemeleri gerçek hayata entegre ederek uygulanabilir kılmaktır. Bu doğrultuda, çocuk koruma mekanizmalarının yalnızca yasal düzenlemelerle değil, etkili uygulama süreçleriyle de desteklenmesi gerekmektedir. Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Çocuk Koruma Kanunu gibi düzenlemeler, çocukları koruma amacı güderken, uygulamadaki aksaklıklar çocuk adalet sisteminin etkinliğini sınırlamaktadır. Yasaların kağıt üzerinde var olması yeterli olmayıp uygulama ile çözüm getirilebilir. Bu sebeple devlet, yargı organları, sosyal hizmetler, kolluk kuvvetleri ve ilgili tüm kurumlar, bu düzenlemeleri benimsemeli ve uygulamada etkin kılmalıdır. Çocuk suçluluğuna dair indirgemeci yaklaşımlar, uzun vadede suç oranlarını ortadan kaldırmamaktadır. Bu nedenle, çocuk ceza adalet sisteminin önleyici, koruyucu ve rehabilite edici bir yaklaşımla yeniden yapılandırılması zorunluluktur. Suça sürüklenen çocukların geçmiş travmaları göz önünde bulundurularak, psikolojik destek ve rehabilitasyon hizmetleri sunulmalı, madde bağımlılığı, aile içi şiddet ve yoksulluk gibi suçun kök nedenlerine yönelik sosyal politikalar geliştirilmelidir. Çocuk mahkemelerinin yetki alanı genişletilmelidir. Çocuklara yönelik eğitim ve mesleki beceri programları, psikososyal destek hizmetleri, onarıcı adalet uygulamaları ve tahliye sonrası sosyal destek mekanizmaları güçlendirilmelidir. Bu nedenledir ki, devlet tarafından çocukları koruma yükümlülüğünü merkeze alan, çocuk hakları eksenli ve onarıcı adalet mekanizmalarına dayanan bir sistem inşa edilmeden, çocuk suçluluğunun önlenmesi mümkün olmayacaktır.
1) İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkanı, LL.M.
2) Dirican, Dr. Rabia, Tarihi Süreçte Çocukluk ve Çocuk Hakları, Çocuk ve Gelişim Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 2, 2018, ss. 51-62, s. 42.
3) İrtiş, Verda, Çocuk ve Genç Ceza Adaleti Politikaları: Muğlaklaşan Sınırlar, Yetişkinleştirilen Çocuk ve Gençler, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 48, Sayı: 1, 2015, ss. 89-110, s. 93.
4) Dirican, s. 52.
5) Çocuk haklarının tarihine bakıldığında, dört önemli belge yer almaktadır:
- 1924 Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi,
- 1959 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi,
- 1963 Türk Çocuk Hakları Bildirisi,
- 1989 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi: Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 20 Kasım 1989 tarihinde 44/25 sayılı kararla Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni kabul etmiş ve imzaya açmıştır. Sözleşme, 49. madde gereğince 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye, Sözleşmeyi 14 Eylül 1990 tarihinde imzaladıktan sonra, Türkiye’nin onay belgeleri, 4 Nisan 1995 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’ne sunulmuş ve Sözleşme, 4 Mayıs 1995 tarihinde Türkiye için geçerli olmaya başlamıştır.
6) Bailleau, Francis ve Cartuyvels, Yves, “La Mise en Question du Modèle ‘Protectionnel’ Dans la Justice des Mineurs en Europe”, Editör: Bailleau, Francis & Cartuyvels, Yves, La Justice Pénale des Mineurs en Europe. Entre Modèle Welfare et Infléxions Néo-libérales, L’Harmattan, 2007, ss. 7-19, s. 8.
7) Ballieau & Cartuyvels, s. 8.
8) Ballieau & Cartuyvels, s. 8.
9) Ballieau & Cartuyvels, s. 7-8.
10) Adli Sicil ve İstatistik Müdürlüğü’nün verilerine göre, Çocuk ve Çocuk Ağır Ceza Mahkemelerinde hapis cezası verilen çocuk sayısında önemli bir artış gözlemlenmiştir. 2009 yılında 5.728 olan bu sayı, 2016 yılına gelindiğinde 12.423’e çıkarak iki katına yükselmiştir: Bkz. Yalçın, Alper, Çocuk Mahpuslar Raporu: Çocuk Mahpuslara İlişkin Hak İhlali İddiaları, Bilgi ve Denetim Mekanizmalarına Yapılan Başvurular ve Akıbetleri Raporu, CİSST/TCPS, 2017, s. 9.
11) “Ceza yasasını ihlal konusunda asgari bir yaş sınırı belirleyerek, bu yaş sınırının altındaki çocuğun ceza ehliyetinin olmadığının kabulü” md.40/3-a.“
12) Cezai sorumluluğun alt sınırını belirleyen sistemler açısından, bu sınır çocuğun duygusal, zihinsel ve entelektüel açılardan olgunluğa eriştiği yaşın altında tutulmamalıdır.” md.4.1.
13) https://l24.im/PBf4Fl, Erişim Tarihi: 10.3.2025.
14) Çiçek, Tahsin Furkan, Türk Ceza Hukukunda Kusur Yeteneğini Etkileyen Bir Hâl Olarak Yaş Küçüklüğü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2017, s. 107.
15) Akın Atalan, Gülfer, Ceza Hukukunda Çocuk Yargılaması, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Antalya, 2013, s. 7.
16) Akın Atalan, s.7; Çiçek, s. 107; Danimarka özelinde değerlendirme için bkz. Fırat, Gizem: Suça Sürüklenen Çocuklara Sunulan Sosyal Hizmetlerin Değerlendirilmesi, Türkiye ve Danimarka Örneği, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2019, s. 30.
17) Çiçek, s. 109.
18) Çiçek, s. 109.
19) Akın Atalan, s.7.
20) İrtiş, s. 95.
21) İrtiş, s. 95.
22) https://l24.im/ThF7oWa, Erişim Tarihi: 10.3.2025.
23) https://l24.im/NEzspq, Erişim Tarihi: 9.3.2025.
24) https://l24.im/NEzspq, s. 3.
25) https://l24.im/NEzspq, s. 3.
26) Özel, Cansın, “Karşılaştırmalı Hukuk Işığında Suça Sürüklenen Çocuklar İçin Öngörülen Alternatif Uygulamalar”; Editör: Göka, Emir& Orhan, Uğur& Aksoy, Hüseyin Can, Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi II. Genç Hukukçu Araştırmacılar Sempozyumu - Ceren DAMAR ŞENEL’in Anısına, 2021-2022, ss. 610-622, s. 611.
27) Özel, s. 612.
28) Özel, s. 612.
29) Özkazanç, Alev&Ağtaş, Özkan, “Türk Neo-liberal Ceza Politikasında Bir Hayalet: Suçlu Çocuklar, In Neo-liberal Tezahürler: Vatandaşlık, Suç, Eğitim, Dipnot Yayınları, 2011, ss.163-201, s.198.
Not: Bu makale İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi tarafından hazırlanan 23 Nisan Özel Yayını’ndan alınmıştır.
Evrensel'i Takip Et