Deniz Gezmiş ve Aygün Kevrina’nın aşkı gün yüzüne çıkıyor
“Her şey kafamda hazırdı ama kağıda dökmem lazımdı” diyor Aygün Kevrina. Bir kırılma anı yaşıyor ve yazmaya başlıyor. Fakat kitap olacağını hiç düşünmemiş bile.

Sırlarım İpte Asılı Kaldı Balım kitabı kapak görseli
Zeliş Irmak
[email protected]
22 Nisan akşamı Kor Kitap’tan heyecanlandıran bir kitap duyurusu geliyor: 60 yıl sonra aydınlığa kavuşan bir hikaye… Aygün Kevrina’dan Deniz Gezmiş’e yazılmış bir hatıra: "Sırlarım İpte Asılı Kaldı Balım"
Aygün Kevrina’nın Deniz Gezmiş ile sevdasını, dönemin koşullarını ve yaşadıklarını anlattığı bu kitabı bir solukta okuyunca Sebahattin Ali’nin satırları yankılanıyor zihnimde: Hayat bir tesadüfler silsilesi imiş, âlâ...*
Bir sevda kaç hayata dokunur, bunca tesadüf nasıl yaşanır, bu denli içselleştirilmiş bir korumanın motivasyonu ne olabilir soruları kurcalıyor kafamı. Ancak Aygün Hanım bu sırrı artık Deniz’in yoldaşlarına emanet edip çekiliyor, röportaj vermek istemiyor. O, yalnızlığına yoldaşlık eden anılarıyla biz ise merakımızla baş başa kalıyoruz.
Yolu “Deniz”le buluşmuş Aygün Kevrina kendini ararken gelecek kuşaklara da sevdalı Deniz’i emanet ediyor. Gözü kara, zeki, kavgasında cesur olan Deniz Gezmiş’i yoldaşları yıllardır anlatıyor. Bu yolculukta, kendini, sevdiğini, aileleri ve hatta aşkı da dönüştürme çabasını görüyoruz. Ve bunu yaparken ille de sevgiyle yaptıklarını anlıyoruz. Bunu bir kez daha okumak; bir kadına sevdalı, şefkatli, sevecen Deniz’i ilk kez tanımak da devrim yolculuğunda insan kalabilme çabasına büyük katkı sunacaktır.
Kitabı ama en çok Aygün Hanım’ı konuştuk "Sırlarım İpte Asılı Kaldı Balım"ın Editörü Kübra Yeter ile. Görüşmemiz yer yer, “sevdalanmış kadınlar”ın sohbeti olarak aktı…
Aygün Hanım’ın gücüne, onu dinleyen, notlarını düzenleyen ve bizlerle buluşturanların emeğine sağlık.
Dosyayı eline aldığında nasıl bir kadınla tanıştın?
Benim için bir kadını ve hikayesini keşfetme yolculuğuydu. Büyük bir merakla başladım. İlk satırlarda, derdi olan, anlatmak istediklerini gizli kapaklı anlatmaya çalışan, kimseyi incitmek istemeyen ama gittikçe açılan bir kadınla karşılaştım. Ürkek çekingen bir karakterle karşı karşıyaydım. Onu susturan bazı sebepler vardı, bu çok belliydi. Fedakar da bir kadın. Kendisiyle çok kavga eden bir karakterdi aynı zamanda. Nasıl yapması, nasıl davranması gerektiğini kestiremeyen genç bir kadınla olgunlaşmış bir kadının arasında verilen bir kavgaya şahit oluyordum sık sık. İçinde tuttuğu o büyük sırla baş edemiyordu. İnatçı bir karakterdi. Özetle kırılgan, nahif, sevgisine çok bağlı ve bunlarla da güçlenmeyi bilmiş, hayatına devam edebilen bir kadındı karşımdaki.
Aygün Kevrina | Kaynak: Kor Kitap
Bu bir anı kitabı mı bir yüzleşme mi?
Bir anı kitabından fazlası, evet bir yüzleşme. Kitap iki bölümden oluşuyor. Yüzleşme ve hesaplaşma. Aygün Hanım yaşamış, kendisi de yaşadıklarını kabul etmeye çalışmış ve artık ağırlığını taşıyamaz olunca anlatmaya ikna olmuş. Yüzleşmesi sert. Yüzleşme bölümlerini okuduğumda bir kadının içtenliği ve açıklığıyla sarsıldım elbet. Aygün Kevrina bizimle kendi kişisel tarihini paylaştı. Bu unutulmadan kitabın okunmasını umarım. Bu bir kadının yüzleşmesi. Özellikle ’68’lerde yaşamış üniversite öğrencisi bir kadının mücadelenin bir parçası olmaya çalışmasını da anlamak açısından kıymetli. Sadece bir aşk kitabı olmadığını söylemek isterim. Dönemin gençlik hareketini anlamak için de kıymetli satır araları var.
Sana yansıyan ne oldu bu yüzleşmeden?
Bir editör olarak belirli bir mesafede kalmam gerekiyordu. Ama bir kadın olarak da bazen o mesafeyi kaybettim. Çünkü sadece bir sevda hikayesi değil, ‘60’lar Türkiyesi’ni de anlatıyor. O dönem bir kadının toplumda kendini kabul ettirmesi ya da özgür bir şekilde hayatını sürdürmeye çalışması, tüm zorluklara rağmen bir aşk yaşamaya çalışması… Bunlar çok olanaklı değildi dönemi düşününce. Aynı zamanda bu kadın bir şekilde mücadelenin de parçası, politik de bir yanı var. Satırları okurken bir kadın olarak -özellikle duygusal ilişkilerde- bugün ne aşamadayız, karşımıza sorun diye çıkarılan tabuları ne kadar kırabilmişiz tartışmasını da yaptım kafamın içinde.
Kübra Yeter (solda) Zeliş Irmak (sağda) | Fotoğraf: Evrensel
Nasıl bir dönemden bahsediyoruz?
Özellikle siyasi olarak kaynayan bir dönem. Arka planda şöyle bir gençlik görüyoruz, dünyayı değiştirmeye çalışan ve buna inancı çok kuvvetli olan gençler var. “Yarın sabah devrim olabilir” inancında olan bir gençlik kitlesinden bahsediyorum. Bu inanç bana bugünden bakınca oldukça kudretli geliyor. Baskı altındalar, gizlilik içinde yaşıyorlar, bu dönemdeki gibi araçlar da yok ellerinde. Ama çok kararlı ve gözü kara bir gençlik var. Bu bugünden baktığımızda önemli bir hatırlatma.
Aygün Hanım inatçı bir kadın. Aşkına karşı dahi. Ne yapmak istiyor o dönem?
Bence yolunu arıyor. ‘Ne istiyorum, nasıl olmalı’nın yolunu arıyor. Tam ne yapabileceğini bilmiyor. Bir şeyleri değiştirmek istiyor ama bunun nasılını merak ediyor. “Başka bir dünya mümkün”ü fark etmiş bir kadın. Bağımsızlık, özgürlük isteyen, bu doğrultuda sorgulayan bir kadın olduğunu gösteriyor. Aşkında da öyle. Deniz’le ilişkisinde de önce bu sevdayı gizlemeleri gerektiğini kabul ediyor ama aslında onun karakterine hiç uygun değil bu. Sırf inandığı değerler uğruna, ona zarar vermemek için kabul ediyor bunu. Bu noktada çok git gel yaşıyor, dolayısıyla yolunu arayan birisi demek bana doğru geliyor.
Aygün Hanım’ın Deniz’le tartışmalarında da gördüğümüz gibi kendini ispatlama, ayakları üzerinde durabileceğini anlatma hali var sık sık.
Ailede el üstünde tutulan, sözüne değer verilen bir karakter Aygün Hanım. Babasının onun üzerinde büyük bir sevgisi var. Ona özgürlük alanı açılmış. O dönemde Anadolu’nun bir şehri Kayseri’den İstanbul’a okumaya gönderilmiş evin küçük çocuğu. Ama ailesiyle “aşk” üzerinden hiç karşı karşıya gelmemiş. Bocalaması veya kendini var etmeye çalışması buradan başlıyor. İstanbul’a geldiğinde protestolarla tanışıyor. Eylemci öğrencilerle tanışıyor. Eylemci öğrencilerin en önde olanına aşık oluyor. Deniz’in ona ara ara “sen geride dur” telkini tabii ki onda bir sorgulama yaratıyor. Ben böyle yetişmedim, nasıl durabilirim çıkışları oluyor bu yüzden.
Deniz Gezmiş’i anlatırken “eşitlikçiydi ancak kendisinin belirlediği yere kadar” diyor. İlişkinin başlarında ayrılmak istemesi, bu sınırlara itirazından mıydı?
Ürküyor bir yandan da. Deniz’den ürküyor bence.
Nasıl bir ürkme bu?
Ben ona uyamam, zaptedemem diye düşünüyor. Bir yandan aşık olmuş ama Deniz’i o kadar da iyi tanımıyor, kimdir, necidir bilmiyor. Diğer yandan kendi istekleri var ama onun isteklerine de karşı koyamama ürküntüsü. “Tamam bitti” diyor ama sonra sevgisi ağır basıp “belki bir orta yol buluruz” diyerek dönüyor. Buluyorlar da. Aygün Hanım’ı endişelendiren konularda Deniz Gezmiş özeleştirisini veriyor. “Ben bu duyguyla ilk kez karşılaşıyorum, ne yapacağımı bilmiyorum ama böyle davranmamam gerektiğini anladım” diyerek gönlünü alıyor. Deniz de aslında 20’li yaşlarında bir genç. Deniz’in çabasını gördüğü için belki vazgeçiyor ayrılık fikrinden Aygün Hanım. Deniz’in aklına çok güveniyor. Çok zeki buluyor onu. Ona zarar vermeyeceğini biliyor. Eşitlikçi yanını görüyor, ilişkilerindeki çelişkilere rağmen ona zarar vermeyeceğinden emin çünkü.
“Yönlendirmenin ve kontrol etmenin olanaksız olduğu biriydi” diyor Deniz Gezmiş için. Aynı tanım Aygün Hanım’a da yapılabilir mi?
Evet. İkisi de ikna insanı. İkna edilmeleri lazım. İkisinin de aklına yatması lazım. O yüzden iki keçi bir köprüde karşılaşmış gibiler. Deniz’in bir evlilik isteği var. Fakat ilk önce Aygün Hanım bunu net bir şekilde, Deniz’i kaybetme ihtimaline rağmen reddediyor. Süreçte Deniz sorulara yanıt verdikçe, nedenini nasılını anlattıkça Aygün Hanım ikna oluyor. Benzer durum Aygün Hanım’da da yaşanıyor. Deniz’in karşı çıktığı bir konuda Aygün Hanım sebeplerini anlattıkça Deniz ikna oluyor. İkisi de baskın karakter. Karakterlerinden, kendilerinden ödün vermeden bir ilişki yürütmeye çalışıyorlar.
Aygün Hanım yaşadığı bir yılı “karanlık kuyu” diye de tarif ediyor. Nedir karanlık olan?
Aygün Hanım’ın yazdıklarından da anladığımız, o dönem gençler sert mücadele ediyor. Fakat devletin ne kadar ileri gidebileceği kısmı henüz akıllarında yok. Aygün Hanım ne kadar ileri gidilebileceğini gördükçe o kuyunun içine girdiklerini anlıyor. 6. Filo eylemlerine katılıyor, açlık grevlerine katılıyor. Bağımsız Türkiye mücadelesine omuz vermeye çalışıyor. Bir yandan gençlik hareketi içinde öne çıkan bir adamı seviyor. Bu ilişkiyi bir kişi bile bilmiyorken bir gün polisler karşısına dikiliyor ve bu ilişkiyi bildiklerini söylüyor. Örneğin Aygün Hanım’ın sorgusuna bir ABD subayı giriyor. Aygün Hanım “benim ülkemde beni nasıl bir ABD subayı sorgulayabilir” diye düşünüyor, bu gerçekle ilk defa yüzleşiyor. Devletin o korkunç yüzüyle karşılaşıyor.
İşkence görüyor.
Evet kendisi de işkence görüyor. Sıra arkadaşlarının ölüm haberlerini alıyor. Okul bahçesinde gençler vuruluyor. Evler basılıyor, taranıyor, kaçırılıyorlar. Kolay bir dönem değil. Bugünden bile nasıl kıyarlar bu gençlere diyebiliyor. Tüm bunları karanlık kuyu benzetmesiyle anlatıyor işte Aygün Hanım.
Aşka teslim olmaya bir süre direniyor Aygün Hanım. Deniz Gezmiş ona şakayla “teslim ol kız” bile diyor. Teslim olsaydı daha mutlu bir kadın olabilir miydi?
Olmazdı. Çünkü karakterine ters. Deniz’in her dediğini yapmak, kendinden ödün vermek demekti onun için. Ama o bunu istemiyordu. Deniz’in onu olduğu gibi sevmesini istiyordu. Aygün Hanım karakterinden ödün verseydi, Deniz’den de vazgeçerdi.
Bir aşkın içindeki Deniz’i görmek onun sevdalı ve cilveli hallerini de okumak heyecanlandırıyor. Sen nasıl bir Deniz’le karşılaştın?
Enteresandı. Ben Deniz’in edebiyata olan tutkusunu biliyorum. Şiire, türküye, sanata aslında güzel olan her şeye ilgisi beni cezbeden kısmıydı. Böyle birinin aşktan, daha sıcak duygulardan uzak birisi olmayacağı aşikardı. Kitapta bu yanıyla karşılaşmak “haklıymışım” dedirtti.
Balla kurduğu ilişkiyi sevgilisine uyarlaması, derslerini takip etmesi, kitaplarını okuyup okumadığını sorması vb… Deniz’in bu yanını da görmek çok kıymetli. Mücadelede ilerletici bir figür oldukları için bazen sadece sert ve dirençli yanlarına odaklanıyoruz. Onların insan olduğunu, sevilebilir sevebilir, üzülebilir, üzebilir olduklarını unutuyoruz. Oysa bu duygular onları o yapan özelliklerin toplamı. Bu aynı zamanda Deniz’in, her duygusuyla herkese temas edebilir olduğunu da gösteriyor.
Aygün Hanım’la ilişkilerine bakınca kızdığım yanlar da vardı, bunlar uzun uzun düşünmeme de sebep oldu. Fakat iki insan arasındaki ilişkiye bugünden bakıp dönemi ve şartları atlayarak yargılamak doğru olmaz.
Neydi kızdığın yanlar?
Güvenlik diye açıkladıkları gizlenme halinin başka türlüsü bulunamaz mıydı diye sordum örneğin. Aygün Hanım’ı bazı konularda neden o kadar durdurduğunu sordum. Ama şunu da belirtmeliyim, kızdığım ya da okuyunca birçok kadının kızabileceği ne varsa Deniz aslında hep dönüp Aygün Hanım’a özeleştirisini vermiş. Haksız olduğunu düşündüğü yerlerde “bunu yapmamalıydım” demeyi bilmiş.
Duygusal ilişkilerin henüz özgürce yaşanamadığı ve hatta doğru zeminde tartışılamadığı bir dönem. Bu gençler aynı zamanda Marksizmi, diyalektiği yeni okumaya, özümsemeye çalışıyorlar.
Elbette. Çok basit bir yerden düşünelim, kitapta da sık sık karşılaşıyoruz, erkekler kadın yoldaşlarına bacım diye hitap ediyor. Daha mesafeli davranıyor. O dönemki toplumun gelişmişliğinden bağımsız değil davranışları. Ama aynı zamanda bu gençleri ilerici yapan hatalarını görüyor, söylüyor ve düzeltmek adına adım atıyor olmaları.
Aygün Hanım Deniz’i gördüğü ilk gün hayatının değişeceğini ve bir daha eskisi gibi olmayacağını anlıyor. Peki Deniz Gezmiş için Aygün Hanım hoş bir seda mıydı?
Öncelikleri her zaman elbette devrim. Aygün Hanım’ın hikayesinden de anladığımız “hoş bir vakit geçirelim” değil yaşadıkları. Önceliklerinden sapmadan, aşkın kafalarını dağıtmasına izin vermeden bu sevdayı yaşamaya çalışıyorlar. Buluşmaları, geçirdikleri vakit kısa kısa ama oldukça gerçek sevgi dolu. Sevdalarını büyüten bu oluyor. Yoldaşları Deniz’i anlatırken “onu hiçbir şey yolundan döndüremezdi” diyor. Evet aşkı da döndürmeyecekti ve Aygün Hanım bunun farkındaydı. Deniz bu aşkı da yüklenip yürüyordu yolunu.
Bu hikayede kafanda soru işareti kalan ne oldu?
Aygün Hanım’ın hikayesinde yanıt bulamadığım sorulardan birisi, artık görüşemez aşamaya geldiklerinde Deniz acaba neden aramadı, neden ulaşmaya çalışmadı oluyor. Ya da aradı mı, sordu mu, ne yaptı? Ama bunu hiç bilemeyeceğiz...
Hüseyin İnan’la memleketliler ve yıllar sonra arkadaş da oluyorlar. Bu “tesadüfler” şaşırttı mı seni de?
Öncelikle Hüseyin’le aralarındaki yoldaşlık halini çok kıymetli buldum. Anlatılamayanlara, sırlara karşın birbirlerine olan nahif yaklaşım, ince bir yerden birbirlerini anlıyor oluşları ve sohbetlerinde birbirlerini geliştiriyor olmaları etkiledi beni.
Tesadüflere gelince… Hikayeyi okurken elbette “nasıl bu kadar tesadüf olur” dediğimiz her şeyin hayatın akışında mantıklı bir açıklaması var. Dönemsel düşünmeyi ihmal etmemek lazım. Okuyan, sorgulayan, sosyalizmi arzulayan gençlerin birbirini bulması tesadüf değil.
Aygün Kevrina kendisi mi anlatmak istedi, sizi buldu? Siz mi arayıp Aygün Hanım’ı buldunuz?
Aygün Hanım buldu. “Her şey kafamda hazırdı ama kağıda dökmem lazımdı” diyor. Bir kırılma anı yaşıyor ve yazmaya başlıyor. Yıllar geçse de bu sırrı anlatma konusunda kendini zor ikna ediyor. Deniz’in hatırasına çok kıymet veriyor. Bu sırrı da ilk önce Deniz’i çok iyi tanıyan, onu da Deniz’le yaşadıklarını da yargılamayacak biriyle, Aydın Çubukçu’yla paylaşıyor. Bu anılar yıllar sonra artık paylaşılmaya hazır hale geliyor. Fakat kitap olacağını hiç düşünmemiş bile.
Aygün Hanım kendisini “korkak mıyım, ihanet mi ediyorum” diye sorguluyor sık sık. Aygün Hanım’ın kendisine haksızlık ettiğini düşünüyor musun?
Evet kendisine bu kadar yüklenerek haksızlık ediyor bence. Deniz’e ihanet etmemiş, etmemek için de susmuş, yıllarca. Ancak uzun yıllar sonunda birinin Deniz’le ilgili bir konuda ona “sen nereden bileceksin” demesi kırılma yaratıyor. Ve artık anlatması gerektiğine karar veriyor. Bu biraz da acaba ihanet mi diye sorgulatıyor. Bence değil. Fakat kendimi onun yerine koyduğumda benzer duyguları ben de yaşardım diye düşünüyorum. Özellikle bir kadın olarak korkusunu iyi anlıyorum.
Yoldaşlarından sonra ona en yakın olmuş kişi, fiziki olarak dahi. Ama adı yok. Değil adı varlığı bile bilinmiyor. Hayatta bu kadar görünmez olmak kırıcı değil mi?
Eğer bu görünmezliği istemiyorsa evet kırıcı. Ama görünmez olmaya bir noktadan sonra birlikte karar veriyorlar. Bu Deniz’e ve mücadelesine verdiği kıymeti gösteriyor. Ama yıllar geçtikçe Deniz’i anlatanlar çoğaldıkça Deniz’in bu yönünün bilinmemesi aslında Deniz’i sahipsiz bırakmış gibi de hissettiriyor ona. İşte o noktada anlatması gerektiğini fark ediyor.
Kitabı hazırlarken sana en tatlı gelen anıları hangisi oldu?
Aygün Hanım klasik müzik, batı müziği dinleyen biriyken artık türkü de dinlemeye başlıyor. Birbirlerine türküler söylüyorlar. Bir de bir deniz ve amfi maceraları var ama onu anlatıp daha fazla spoiler vermeyeyim.
Aygün Kevrina (solda) arkadaşıyla birlikte İstanbul Üniversitesi bahçesinde
Sayfalar yıllar sonrasını anlatmaya geldiğinde, “Çok yorulmuştum” diyor Aygün Kevrina. Nasıl bir yorgunluktu bu?
Kimseyi sevemiyordum diyor. Evlendikten sonrasını, eşini anlatırken “o ne isterse yaptım” diyor. Bir düzen kurmuştu Aygün Hanım. Bir insanı üzmek ve üzülmek ne demek bunu iyi biliyordu, eşini üzmüyordu. Değişmişti, sakinlemişti. Çünkü yorgundu. Artık her şey olabildiğince güzel olsun istiyordu sadece. Eşine yürekten bir bağı var. Çünkü kuyudan onun uzattığı el sayesinde çıkıyor. Aralarında güven ilişkisi örülmüş ki bu oldukça kıymetli. Eşinin yaptıkları çok değerli.
Kitaba ilişkin eklemek istediklerin var mı?
Aygün Kevrina ile görüşmeleri Cavit Nacitarhan yaptı. Titiz çalışmasıyla aslında bize temiz bir iş teslim etmiş oldu. Onunla çalışmak oldukça öğretici. Kor Kitap adına anmalıyım onu. Kitap 9 Mayıs 2025’ten itibaren tüm kitapçılarda olacak.
(*) Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan, 1940
Evrensel'i Takip Et