Arif Koşar

Dünya küresinin merkezi magma, yeryüzünün merkezi ise Batı oldu. Dünyayı bir ölçüde küre kabul edip merkezini bulması kolay olsa da yuvarlak kürenin üzerinde neresi Batı, bulmak kolay değildi. Ancak tarih Avrupa’da yazılınca Batı, güneşe doğru bakıp o tarafa ‘doğu’ deyince; böyle mıhlandı. Batı ‘uygarlığın’ ve dünyanın da merkezi oldu. Şimdi Batı egemenliğinin devam ettiği konusunda herkes hemfikir. Ancak dikkate değer aktörler olduğu konusunda da herkes hemfikir. Çin ve ABD ilişkisinden yola çıkarak dünya ekonomisinin makro halini Doç. Dr. Sinan Alçın’la konuşuyoruz. 


Çin ve Brezilya, aralarındaki ticaretin kendi para birimleri üzerinden yapılmasını kararlaştırıldı. Bu adımı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çin’deki Yuan’la ilgili gelişmelere baktığımızda, bütün üretim ve ticaretin dolar ile yapılmasından uzaklaşma kararı aldığını açıklamıştı 2006 yılında. Ama bunu yapamadı. Çünkü o dönemde Çin’de 1.3 trilyon dolar rezerv vardı. Dolar rezervi. Çin şunu gördü: yavaş yavaş ticarette ABD dolarını çıkarınca, ne demek bu; “Dolar yerine yuan kullanacağım” demek. Bunun üzerinde ABD, Çin’e uyguladığı önleyici ticari engelleri sıkılaştırdı.

Neydi bu engeller?
Kotalar... Ayrıca tarife dışı engeller denilen, ürünlerin gümrükte beklenilmesi, girişinin yasaklanması, ertelenmesi gibi...

Ne oldu serbest ticarete?
Serbest, tabii onlara serbest... Bazı uygulamalarla Çin, bunu yapamayacağını anladı. Doları satmaya başladığı gün, bugün 4.4 trilyon rezervi var, şunu fark etti ki, değersizleşme ilk başta Çin’in kendisini batıracak.

Brezilya ile yapılan anlaşmanın da 2006 yılındaki karar gibi etkisiz olacağını mu düşünüyorsunuz? Yine gerçekleşmesi mümkün olmayan bir girişim mi?
Bu ciddi bir adım ama tek adım değil. Dünya genelinde, ‘90’lı yıllarda en çok kullanılan sözcük küreselleşme sözcüğü olmuştur. Neyi tanımlıyor bu sözcük? Sermaye birikiminin sınırsız dolaşımını tanımlıyor, bunun dışında tek kutuplu dünyayı tanımlıyor. Yani Sovyetlerin ortadan kalkmasıyla birlikte ABD’nin her anlamda; siyasi, ekonomik, kültürel alanlarda tek güç olmasını anlatıyor. Amerika bunu sürdüremedi, yetemedi bir anlamda. Para konusundaki tahakkümü, üretimindeki bağlantılılık şunu getirdi: Ülkeler kendi bölgelerinde küçük güçler olmaya, yani bir bakıma derebeyliğine soyunmaya başladı. Mesela BRICS ülkeleri var.

Şangay İş Birliği Örgütü var?
Keza, o da öyle. Çin’in kendi bölgesindeki ülkelerle oluşturduğu ayrı şeyler var. Amerika’yla ne Almanya ne Japonya tek başına mücadele edemedi. Şimdi ülkeler bölgesel aktör olma hevesine girmiş durumda. Ancak böyle bir yerlere gelebileceklerini düşünüyorlar. Yani buradaki durum şu aslında: Bütün dünyayı bir ulus devlete benzetirsek, şimdi federal devlete dönüş çabası var. “Yine merkezde yer alan ABD olsun, tamam, ama ben de kendi bölgemde güçlü olayım.” Çünkü bunun dışında bildiğimiz anlamda küresel aktör olma gücü şu anda kimsede yok. Bu nedenle küreselleşme kavramı yerine yerelleşme kavramı geçmiştir. Tabii bu yerelleşmeyi küresel sistemden kopma anlamında düşünmemek gerekir. Öyle bir hareket değil. Bazıları buna glokalleşme diyor ya da küyerelleşme diyor.

Hem küreselleşme hem yerelleşme...
Küresel sistemin devamını da öngörerek bu sistem içinde aktör olma hali.

ABD’de özellikle seçim döneminde yapılan bir tartışma vardı. Hâlâ da sürüyor. “ABD dünyanın egemen gücü olma özelliğini kaybediyor mu?​” Bir yanda bölgesel güçler ama bunlar merkezi, ABD’yi tehdit etmiyor mu? Yani bu süreç ABD’ye karşı yeni güçlerin ortaya çıkışı ve toparlanması anlamına mı geliyor?
Elbette gelebilir, stabil değil sürekli değişiyor her şey. Tekerrürden de ibaret değil tarih gördüğümüz gibi. Dolayısıyla nasıl biz 10 yıl önce Japonya diye bir kutup üzerine konuşuyorduk, şu an öyle bir ihtimal hiç yoksa bugünün aktörleri de yarın silinebilir. Yakın gelecekte Avrupa’dan da bir küresel aktör çıkma ihtimali yok.

Hiç yok mu?
Yok.

Kendi içinde cebelleşir durumda oldukları için mi?
Daha kötü duruma gitme ihtimali muhtemeldir. Bundan yine bir 7-8 yıl önce parlayan bir yıldız gibi tanımlanan AB bir çöküşün simgesi durumuna geldiyse, aynı şekilde ABD içinde de farklı bir durum ortaya çıkabilir. Ancak bu kendiliğinden ortaya çıkabilecek bir şey değil. Yakın gelecekte de değişecekmiş gibi durmuyor. Şimdilik böyle emareler de bulunmuyor.

Çin bunu değiştirmeye aday mı? Mesela 10 yıl sonra Çin ekonomisi dünyanın en büyük ekonomisi olacak deniyor... Bugün dış ticaret hacminde lider.
Çin bunu yaptıkça Amerika’ya dönüşüyor. Çünkü Çin’deki üretim -her ne kadar belli bir sermaye birikimine ulaştıktan sonra bu sistemden çıkacaklarını iddia ediyorlarsa da- kapitalist üretimdir. Yani yazılı olarak öyle olmasa da kapitalist bir ülkedir. Yakın dönemde Çin ile ABD’nin kutuplaşması değil, bilakis belirli konularda stratejik ortaklığa gitmeleri beklenebilir. Ortadoğu’daki gelişmeler, Kuzey Kore’deki gelişmeler karşısında Çin’in Kuzey Kore’ye karşı aldığı hasmane tutum, ABD yanındaki koltukçu tavrı böyle bir ihtimalin olmasının da daha kuvvetli olduğunu gösteriyor.


ABD’NİN DÜŞMANI DEĞİL AMA RAKİBİ

Çin yükselen bir güç olarak ifade ediliyor. ABD’nin de kendisine biçtiği “dünya jandarması” rolü de var. Ve ABD’nin güvenlik stratejisinin merkezinde Asya-Pasifik bölgesi var. Ekonomisiyle çok bağlantılı olduğu için soruyorum. Çin de önemli bir güç ve tehlike olarak işaretleniyor. Bu ‘tehlike’ abartı mı, propaganda mı, yoksa ABD’ye kafa tutacak bir güç mü?
Çin bugünkü haliyle ABD’yi besleyen bir yapıdadır.

Üretim Amerika’ya bağımlı olduğu için mi?
Evet. Dünyanın en kalabalık ülkesi. Çin’in güçlü varlığı ABD açısından kontrol edilebilir bir alan yaratmaktadır. Ve şunu da şöyle düşünelim. Mesela bir boksör ringe tek başına çıkmaz. Şampiyon olabilmesi için yalandan da olsa bir rakibin olması lazım. Bugün buna Çin soyunmuştur. Çin hem siyasal hem de tarihsel olarak değerlerinden uzaklaşmaktadır. Dolayısıyla Çin ABD’nin bir benzeri ya da Asya’daki uydusu haline dönüşmeye de adaydır.

Rusya ile Çin’in iş birliği... Bu birlikteliğin dünyanın çeşitli meselelerinde ABD’nin karşısına çıktığı, ABD ile ters düşen politik tutumlar aldığı da biliniyor. Bunu nasıl değerlendirmek lazım. Ekonomik olarak ABD ile yakınlık olabilir ama siyasal olarak daha özerk bir tutum da aldığı söylenebilir mi?
Evet, söylenebilir. Ülkeler dış politikalarını siyasal çıkarları çerçevesinde sürdürür. Biz ekonomik bütünü konuşuyoruz ama siyasal ve sosyolojik boyutu da vardır. Buradan baktığımızda Çin ile Rusya’nın başka bir güç alanı oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz.

Bu güç herhalde ekonomik büyüme ve sermaye birikimine dayanıyor?
O güç şu değil ama Sovyetlerin oluşturduğu, Doğu Bloku alanı gibi gerçek dönüşüm sağlayacak, tüm dünyadaki işçi, emekçi ve ezilen halklar için gerçek çözümü sağlayacak bir kutup değil.

Ben kapitalist bir kutup olması açısından söylüyorum.
Rakip. ABD’nin düşmanı değil ama rakibi. Ama aynı yolda koşan rakip. Baştan beri konuştuğumuz yeni kapitalist iş bölümünü alt üst edecek bir blok değil.

Geriye dönüp bir şeyi daha tartışalım. Brezilya ve Çin’in, aralarındaki ticareti kendi para birimleri üzerinden yapmaları. BRICS ülkelerinin bu girişimleri ilerleyebilir mi?
Bunlar önemli adımlar. Yani, özellikle ABD’nin dünya ticareti üzerindeki hegemonyasını kırmak açısından önemlidir. Ama her şeyi değiştirecek güç ve yoğunlukta değildir. Mesela iki ülke kendi aralarında ticaret yaptıklarında aralarına ABD dolarını sokmadıkları anlamına gelmez. Türkiye ihraç ettiği mallarının hammaddesinin yüzde 90’ını başka ülkelerden ve ABD dolarıyla sağlıyor. ABD dolarıyla ürettiğiniz ürünü Türk lirasıyla satıyorsunuz örneğin. Bu ne kadar gerçekten dolar dışında bir para birimiyle ticaret yapmaktır?

Çin ve Brezilya arasındaki durum da benzer mi?
Önemli yönelişler ama böyle bir şey başladı ve ABD dolarının “geçer akçe” olma hali ortadan kalktı diye bir durum da yok.


SAVAŞA KARŞI TEK GARANTÖR EMEKÇİLER

Dünyanın egemenleri kavramı neredeyse ‘ortak’ bir kavramdır. Bununla ne kastediliyor. Kimdir dünyanın egemenleri?
Dünyanın bugünkü egemenleri kapitalist birikim yanlısı emperyalist ülke devletleridir. Bu devletlerin mafyaları, yargı sistemleri, silahları, tekelci şirketleri, demagogları ve bilumum şer araçları vardır.

Bir bloklaşmadan da bahsetmiştiniz. Bu bloklaşma dünyayı büyük bir savaşa götürür mü?
Neden bu kadar çok silah var ülkelerde. Mesela nükleer silahlar neden bu kadar çok? Dünyayı yok etmek için değil herhalde.

Dünya onlara da lazım...
Sadece ABD’nin elindeki silahlar yerküreyi 13 kez yok edebilecek düzeyde. Silahın varlığı, savaşın varlığı bir pazarlık malzemesi. Birikim alanları üzerinde bir pazarlık. Düşük yoğunluklu çatışmalar bu bölgelerde teşvik ediliyor. Bu çatışmalar ayrıca bir sermaye birikim alanı. Hem de onun ötesinde bu alanlar birkaç emperyal odağın birbirleriyle giriştiği tahakküm kurma çabasının da sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Ama ben nükleer bir savaş gibi tehlike görmüyorum. Olduğu zaman bu tartışma da anlamını yitirecek çünkü dünya üzerinde yaşamıyor olacağız. Einstein’in dediği gibi bir sonraki savaş sopalarla, mızraklarla olur.

Bu gidişi ne tersine çevirebilir?
Esas itibarıyla sınıfsal bir dönüşüm olabilir. Çünkü AB içinde de, ABD içinde de, Çin içinde de, Türkiye içinde de, Mısır içinde de, bu bütün çatışmanın yükünü, krizin yükünü taşıyan ve organizasyonun ‘nesnesi’ işçi sınıfı ve yoksul halk kesimleridir. Dolayısıyla gerçek anlamda dönüşüm ya da bölgesel savaşların yok olması yahut doğanın talan edilmemesinin tek garantörü işçi sınıfı ve emekçiler olabilir.


ÇÖZÜM SOSYALİZMDE!

Dünya kapitalizminin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bu kriz, keşmekeş, içinden nasıl çıkmayı planlıyorlar?
Dünyanın yaşadığı son küresel kapitalist kriz olan 2008 krizinin iki sonuç ihtimali vardı. Bunlardan ilki tüm kapitalist ülkelerde boyunduruk altında bulunan işçi sınıfı ve emekçilerin krizi yaratanları krizin faturasını ödemeye mahkum etmeleri ve mevcut birikim sistemini alaşağı etmeleriydi. Bu olmadı.
İkinci ihtimal ise bir yandan kapitalistin kapitalisti yuttuğu “mülksüzleşme” sürecinin yaşanması ve sermaye birikiminin merkezileşmesi yani tekelleşme eğiliminin artmasıydı. Bu oldu. Bu olurken aynı zamanda geniş halk kesimleri üzerindeki baskı da arttı. Tüm dünya emekçilerinin daha ağır koşullarda çalışmaya razı kılınması gerekiyordu. Bu da esneklik adı altında dayatılan katılaştırıcı kuralların iş yasalarına enjekte edilmesi, her türden grev ve demokratik tepki araçlarının kullanılamaz hale getirilmesi ile mümkün(!) kılınabilirdi. Son beş yılın kapitalist dünyası bu adımların atıldığı bir dünyadır.
Tüm bunların yanında kapitalist ülkelerde faşizan yönelimlerin güçlenmesi ve antidemokratik uygulamaların yaygınlaşması ile tam anlamıyla antidemokratik bir iklimin yaratılması yönünde adımlar atıldığını gördük. 1929 buhranı sonrası serpilip gelişen Alman Nasyonal-Sosyalizmi ve İtalyan Faşizmi de yine kapitalist krizin çıkış kapılarındandı.
Belki krize “çözüm” arayışının en acıklı adımı ise doğa üzerinde kurulan tahakkümdür. Tüm canlılar için hak olan; su, temiz hava, sağlıklı toprak artık uluslararası düzenlemeci kurumların hüküm alanlarına dönüşmüş durumda. Yani dünyanın çok daha acımasız ve açlığın, ölümün, şiddetin, yok oluşun normalleştiği bir yöne hareket ettiğini söylemek mümkün.
Bugünün en önemli sorunları olan; iş yerinde sömürü, işsizken açlık, kadın ve çocuklara uygulanan sistematik şiddet, doğanın metalaşması, antidemokratik yönelişler, kimlik siyasetinin yaygınlaştırılmasına bağlı olarak yaşanacak muhtemel soykırımların tamamı sınıfsal karakterlidir. Bunların çözümü de sınıfsal dinamiklerin güç ve mücadele biçimine bağlıdır. Kapitalist ilişkilerin ortadan kaldırılması yani emekçilerin sosyalizmi kurmasıyladır.

(BİTTİ)

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Tüm gruplar silah bıraksın, PKK kendini feshetsin’

‘Tüm gruplar silah bıraksın, PKK kendini feshetsin’

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, bir süredir beklenen mesajı, DEM Parti İmralı heyeti aracılığıyla duyuruldu. Öcalan, “Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” çağrısı yaptı. Açıklamada Suriye’deki Kürtlerin siyasi ve askeri durumuyla ilgili bir ifade yer almadı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et