10 Mayıs 2013 14:56
Yücel Özdemir

Açık söylemek gerekirse, ırkçılığa karşı olan herkes gibi ben de kendimi zor tuttum. Aslında avazım çıkıncaya kadar bağırmak istiyordum: “Katiller!”. Neonaziler birer birer salona getirilmeye başlandığında tüylerim ürperdi. Hele Beate Zschäpe’nin salona bir manken gibi girdiği anda yaptığı hareketlere önce anlam veremedim. Yanımdaki gazeteci arkadaşa “Ne yapmaya çalışıyor bu kadın?​” dediğimi hatırlıyorum.

Ben böyle tepki verdiğime göre, alt katta sanıklarla karşı karşıya oturan ve babalarını, eşlerini, çocuklarını kaybeden acılı aileler acaba ne yaptı diye düşünmeden edemiyorum o an.

10 insanı katletmekten, Köln’deki Keup Caddesi’ne bomba koymaktan yargılanan, belki de dava sonucunda çok yüksek bir cezaya mahkum edilecek Zschäpe’nin, katledilen insanların aileleriyle aynı salonda karşı karşıya geldikten sonra bu kadar rahat, kendisinden emin davranması normal mi?

Mantık kurallarıyla baktığımızda bunun pek normal bir durum olmaması gerekiyor.

Ama o yaptıklarından hiç de pişman olmamış gibi davrandığına göre, geriye Zschäpe’nin bu hareketiyle ne mesaj vermek istediği üzerinde kafa yormak kalıyor.

Ki, ilk duruşmadan bu yana Alman ve Türk basının önemli bir bölümü Zschäpe’nin davranışlarının ne anlama geldiğini, hangi mesajları içerdiğinin üzerinde duruyor.

Irkçı terör örgütü NSU tarafından katledilenlerin ailelerinin salondaki tepkisinin ne olduğunu, mahkeme salonunda neler hissettiklerini aynı günün akşamında Türkiye’nin Münih Başkonsolosluğunda yapılan görüşmede öğrenme fırsatım oldu.
Kassel’de öldürülen Halit Yozgat’ın babası İsmail Yozgat duruşma anındaki duygularını, “Salonda ne avukatları, ne hakimleri ne de basını gördüm. Gördüğüm tek şey çocuğumu katleden o katillerdi” şeklinde anlattı.

Dortmund’da öldürülen Mehmet Kubaşık’ın eşi Elif Kubaşık, “Zschäpe salona girdiğinde ne hissettiniz?​” şeklindeki soruma, “Kadın salona girince dişlerimi sıktım, kendimi zor tuttum. Sanki bizimle dalga geçiyor ve hiç bir şekilde pişman olmadığını göstermeye çalışıyor. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Çünkü ona karşı güçlü olmam gerekiyordu” şeklinde yanıt vardı.
Nürnberg’de öldürülen İsmail Yaşar’ın kızı Dilek Özcan, “Zschäpe’yi görünce ellerim ayaklarım titredi. Buraya gelmek benim için kolay olmadı, ama yine de babamın katillerinin gözünün içine bakmak için buraya geldim” dedi.

Hakikaten de dayanılacak, tahammül edilecek bir durum değil. Bunu ancak yaşayanlar bilir. Yaşamayanlar ise bir an için kendisini gencecik oğlunu kaybeden İsmail Yozgat’ın, kocasını kaybeden Elif Kubaşık’ın, babasını kaybeden Semiya Şimşek’in, Dilek Özcan’ın yerine koysun...

O zaman katillerle aynı salonda karşı karşıya oturmanın, aynı havayı solumanın nasıl da zor ve dayanılmaz olduğunu anlayacaktır. Ama bunca öfke ve acıya rağmen, ailelerin adil bir kararı beklemekten başka yapacak fazla bir şeyi yok.

AİLELER HIZLI VE ADİL BİR YARGILAMA İSTİYOR

Hangi mağdur ailesiyle konuşsak, hepsi “Adalet yerini bulmalı” diyor. Ve yine hepsi katillerin sadece mahkemeye çıkarılanlardan ve ölenlerden ibaret olmadığını, Anayasayı Koruma Örgütünün bu işin içinde olduğunu söylüyor. Bu nedenle, mahkemeye getirilenlere karşı öfkeli olmakla birlikte, kimlerin onları kullandığı, eşlerinin, babalarının ya da çocuklarının neden öldürüldüğünü öğrenmek istiyorlar.

Mahkeme sonunda bu sorulara ikna edici yanıtlar verilmediği taktirde, başta Beate Zschäpe olmak üzere, suç ortaklarına verilecek en yüksek ceza dahi yeterli gelmeyecektir aileler için.

Sadece aileler değil, Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerin büyük bir çoğunluğu böyle düşünüyor. Bunun için de Anayasayı Koruma Örgütüyle Neonaziler arasındaki bağlantıların tamamen ortaya çıkarılması, bu cinayetlerin işlenmesinde sorumluluğu olanların hesap vermesi gerektiği asıl beklentidir.

En önemlisi de, vicdanları rahatlatacak bir sonuç çıkmadığı taktirde önce mağdur aileler, sonra da göçmenler arasında Almanya’ya ve Alman halkına karşı güven, onarılması zor bir şekilde zedelenecektir.

Semiya Şimşek’in dava günü WDR verdiği demeçte “Almanya’ya güvenim kırıldı” demesi bunun yüksek sesle ifade edilmiş ilk işareti.

AİTLİK DUYGUSUNU GÜÇLENDİRMELİ

NSU’nun işlediği cinayetler Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenler açısından, 20 yıl önce gerçekleştirilen Solingen Katliamı’ndan sonra ikinci büyük kırılmayı ifade ediyor. Ortalama bir Türkiye kökenli için son 20 yılın özeti “Her an bir Türkiyelinin evinin ateşe verilebileceği”nden “Her an bir Türkiyelinin seri cinayete kurban gidebileceği”nden başka bir şey değildir. Bu durum, doğal olarak yarım asırdır bu ülkede yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerde içe kapanma, yaşadığı ülkeye kendisini ait hissetmeme ve tarihsel nedenlerden ötürü Almanlarla ırkçılık arasında daha fazla bağ kurmalarına, günlük ilişkilerini buna göre düzenlemeye kadar vardırılmış durumda.

Bütün bunlardan ötürü NSU davası, bir taraftan yakınlarını kaybeden ailelerin ve göçmenlerin güvenini kazanma, diğer taraftan Neonazi örgütlenmelerle Anayasayı Koruma Örgütü arasındaki ilişkileri sorgulanması ve bir yüzleşme açısından tarihi bir fırsat özelliği taşıyor.

(Not: Bu yazı gazetemiz Evrensel’in NSU davasını izlemek için yaptığı iş birliği çerçevesinde bugün Almanya’daki Die Tageszeitung (www.taz.de) ve Neues Deutschland (www.nd-online) gazetelerinde de yayınlandı.)

Evrensel'i Takip Et