16 Mayıs 2013 13:02

Peki, şimdi ne olacak?

Bu durumun ancak örgütlenerek değişebileceğinde herkes hemfikir olsa da Melek’in “Bunları konuştuk, öğrendik, iyi güzel de ne yapacağız, buradan nereye varacağız?” sorusu toplantımızın hem son noktası hem mihenk taşı oluyor.Yıldız, içeri girerken burnundan soluyordu: “Ben bunları anlamıyorum; onlar da işçi deği

Peki, şimdi ne olacak?
Paylaş
Fikriye Akgül / Olcay Geridönmez

Yıldız, içeri girerken burnundan soluyordu: “Ben bunları anlamıyorum; onlar da işçi değil mi? Hepsine saydırdım çıkarken!”
“Ne oldu?​” demeye kalmadan anlatıyor olup biteni. Çalıştığı tekstil fabrikasındaki mesai arkadaşlarıyla konuşup ortak sayıda iş çıkarmak üzere anlaşmaya çalışmış. Her gün ne kadar iş çıkarmaları gerektiğini söyleyen ustabaşının “Verdiği sayıyı çıkaralım tamam ama yalnızca az üstünde çıkaralım. Canımız çıkıyor yoksa. Hepimiz aynı sayıyı çıkaralım. Mesela 80 derse biz 83 yapalım” demiş. Çünkü verilen sayının çok üstünde iş çıkarıldığında, ertesi gün çıkarılması istenen iş için bu en yüksek sayı çıkıyormuş karşılarına. Bu sayıyı çıkarmak için kendilerini paralamanın dışında işçilerin ellerine geçen bir şey olmuyormuş. Ne prim, ne terfi, ne övgü, ne de başka bir şey...

Hemfikir görünmüşler öneriyle ya da en azından itiraz eden olmamış. Ama günün bitimine doğru çıkan işlerin sayısı belli olmaya başlamış. Şef 80 demiş, işçi 96 çıkarmış. Yıldız da mecbur yüklenip 96’yı yapmak durumunda kalmış. Derisi zar gibi incelmiş kızarık parmaklarını gösteriyor; “Böyleyiz biz işte tekstilde, bir acayibiz. Sanki işçi değiliz… Yarın o 96 gelip seni vuracak, ama umurunda değil!”

YÜZDE 71 ŞAŞIRTMIYOR

Bu sözlerin üzerine başlıyoruz Tuzla Organize Sanayi’den tekstil işçisi kadınlarla kadın istihdamını konuşmaya. Çoğu çocukluk yaşlarından beri, şimdi daha da kuralsızlaştırılmak istenen çalışma yaşamının içinde. İstihdam, telaffuzu zor, yaşamlarında yer almayan yabancı bir kelime. Türkiye’de kadın emeğinin güvencesizliği, kayıt dışılığı ise bir o kadar alışıldık. Düşük ücretler, hak yoksunluğu, esnek, taşeron çalışma bir o kadar bilindik. Bu yüzden şaşırtmıyor onları Türkiye’de kadın emeğinin yüzde 71’inin kayıt dışı oluşu.

Malum Dünya Bankası 2012’yi “kadın yılı” ilan etmiş ve Türkiye’yi pilot ülke seçmişti. Bu günlerde AKP hükümeti “kadınları istihdama çekmek istiyoruz” diyerek kadınların ekonomiye katkı sağlamasını kolaylaştıracak birtakım yasal düzenlemeler peşinde. Adına “aile ve iş yaşamının uzlaştırılması” deniyor. Doğum ve süt izinlerinin artırılacağı, işyerlerinde, organize sanayilerde kreş açılacağı, bez ve mama yardımının getirileceği söylenen bir düzenleme tasarlanıyor ve ne kadar çok çocuğu varsa o kadar erken emeklilik getirileceği vaat ediliyor kadınlara. Çünkü hem genç kalan bir nüfusa hem de aile içindeki “görevlerine” halel getirmeden kadının emeğine ihtiyaç var. Zira neoliberal politikalarla devletin el etek çektiği sosyal hizmetler, hasta, çocuk ve yaşlı bakımı gibi yükümlülükler tümüyle kadının omuzlarına bindirildi. Bindirilirken de ailenin ve kadının aile içindeki rolünün kutsallığından dem vuruldu. Son on yılda kadının aile içinde yüklendiği bakım hizmetleri kat be kat arttı.

Bütün bunların ne anlama geldiğini, çalışan kadına nasıl yansıyacağını, olumlu mu olumsuz mu olacağını tartışıyoruz.

HAKİKATİN KATILIĞIYLA KESİLİVEREN HAYAL

Basına yansıdığı kadarıyla tasarlanan düzenlemelerin dört dörtlük gerçekleştiğini hayal edelim dedik. İlk senaryoyu kurduk. İşyerimize yakın kreşimiz oldu, hamileliğimizin son aylarındayız, patron bizi hafif işlerde çalıştırıyor. Gittik doğum yaptık, 6 aylık iznimizi kullandık, çocuğumuzu kreşe verdik, tuttuk işyerinin yolunu. Güzel güzel karşılandık, işimizi de hâlihazırda eski koşullarda bulduk başladık çalışmaya. Bir iki sene sonra ikinci çocuğumuzu da doğurduk, iznimizi kullandık geldik. Patron “oh oh maşallah koy çocuğunu kreşimize, geç tezgâhının başına” dedi. Sonra...

Senaryoyu tamamlayamadık, kesiliverdi hayaller inanmayan gülüşmelerle, tecrübelerin anlatılmasıyla.Kimisi elbirliğiyle hamileliklerini patronlardan nasıl sakladıklarını, yapılan düşükleri anlattı. Kimisi “Biz daha tuvalete giderken azar işitiyoruz, nasıl olacakmış bu” dedi. Kimisi üç yıl tek bir gün bile izin kullanmadan çalıştıktan sonra bir günlük izin isteyince nasıl işten çıkarıldığını anlattı. Kot preslerken çıkan dumanların sağlıklarını nasıl da etkilediğini, iş güvenliği kurallarına kimsenin aldırış etmediğini...

Fabrika denetimlerinin nasıl oluyorsa patronlarca hep önceden bilindiğini, birdenbire ortaya maskelerin, önlüklerin, eldivenlerin çıkıverdiğini, kayıt dışı çalışanların kuytu köşelere, bölmelere saklanmaya yollandığını vs. vs.

Benzer düzenlemelerin pratikte nasıl bir hal aldığının örnekleri de vardı konuştuklarımızın arasında. Patronlar 30 çalışan sayısıyla belirlenen iş güvencesi düzenlemesini dolanmak için işyerini çeşitli AŞ’lere bölüp işçi sayısını 29’da tutuyor, çeşitli yükümlülüklerden kurtulmak için çift bordro uyguluyor…

Melek söze giriyor; eskiden çalıştığı bir işyerinde birden fazla taşerona iş verildiğine, buralarda taşeronların işçilerin sigortalarını ödemiş gibi gösterip ödemediklerine, daha uzun saatler çalıştırmalarına rağmen mesai ücretlerinin doğru düzgün verilmediğine tanık olduğunu hatta görmezden gelinmesini istendiğini anlatıyor. Bu duruma daha çok kadın işçilerin maruz kaldığını belirtiyor.

BİLGİSİZLİĞİ, GÜVENSİZLİĞİ AŞMANIN YOLU

Katmerleşen sorunlar bir bir dökülüyor ağızlardan; işçilerin bilgisizliğinden, özellikle tekstil sektöründe birbirine güvensizliğinden, işten atılma korkusunun büyüklüğünden söz ediliyor. Söz dolanıyor, işçi direnişlerine geliyor. Yalnızca bugün Tuzla’da İsmaco direnişinde değil, Türkiye’nin onlarca yerindeki işçi direnişlerinde kadınların aldığı mücadeleci tutumdan büyük çoğunluğun habersiz olduğu ortaya çıkıyor. Tüm bunların bilinmesinin, paylaşılmasının, duyulmasının, işçi kadınlarla daha özel bir çalışma yürütmenin önemi bir kez daha öne çıkıyor.

Bu durumun ancak örgütlenerek değişebileceğinde herkes hemfikir olsa da Melek’in “Peki şimdi ne olacak? Bunları konuştuk, öğrendik, iyi güzel de ne yapacağız, buradan nereye varacağız?​” sorusu toplantımızın hem son noktası hem mihenk taşı oluyor.
İşçi kadınlar ve diğer kadınlar içinde sorunlarımızın daha fazla tartışılması, paylaşılması gerektiği, buna uygun bir çalışma içine girmemizin bizler için kaçınılmaz olduğu bir gerçek. Ne olacağına, nereye varacağımıza, birlikte nasıl hareket edeceğimize birlikte karar vermeliyiz.

Kendi tarihimizi de bilmeliyiz. Kadın mücadelesi, kadın hareketi neler yapmış bugüne kadar, Tuzla’da bunları da konuşmak istiyoruz. Çünkü kadınların dünyada ve Türkiye’de nasıl mücadele ettiklerini öğrenmek, okumak, tartışmak bizim için yol açıcı olacak.

ÖNCEKİ HABER

Mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz

SONRAKİ HABER

HDK’den salon iptaline tepki

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa