16 Mayıs 2013 14:15

‘Her hasta bir barkottur’ diyorlar, ‘HAYIR’ diyelim

Yeni yapılan hastaneler eskilerine göre daha modern görünümlü, daha geniştir. Bunun sebebi kıymetinizin anlaşılması değil, artık devlet hastanelerinin de “kâr amacı güden” kurumlara dönüştürülmesidir.Yöneticiler, doktor arkadaşlarımızla yaptıkları toplantılarda “Her hasta bir barkot demektir, her

‘Her hasta bir barkottur’ diyorlar, ‘HAYIR’ diyelim
Paylaş
Hülya Dönmez

Yeni yapılan hastaneler eskilerine göre daha modern görünümlü, daha geniştir. Bunun sebebi kıymetinizin anlaşılması değil, artık devlet hastanelerinin de “kâr amacı güden” kurumlara dönüştürülmesidir.

Yöneticiler, doktor arkadaşlarımızla yaptıkları toplantılarda “Her hasta bir barkot demektir, her barkot 50 lira eder. Bundan sonra kapının önünden geçeni muayene edeceksiniz” diye tehdit ediyor.

36 saat uykusuzluk sonunda girdiğimiz ameliyatlarda, kim olduğumuzu hatırlamayacak kadar uykusuzken öldürebiliriz bile. Evet, bu söylediğim belki kanımızı dondurabilir. Ama bu koşullarda çalışan bir insanın hata yapmayacağını iddia etmektir, asıl akıl dışı olan.

Ben devlet hastanesinde çalışan bir hemşireyim ve rahatlıkla söyleyebilirim ki bu sonuçlar aldatmacadır. Sizlere, bir sağlık çalışanı olarak, ne demek istediğimi anlatayım.

Daha 18 yaşınızdan itibaren devletin sizden tahsil etmeye başladığı hastalık harcınızın gün gelip işinize yarayacağını aklınızdan geçirdiğiniz anda, eczaneden tahsil edilmek üzere borç hanenize 6 TL yazılmıştır bile. “Ona da şükür” dersiniz çünkü sizin özel hastanelere verebilecek kazancınız olmamıştır hiç. Devletin sizin vergilerinizle kurup size sunduğu sağlık hizmetine razısınızdır, daha doğrusu muhtaçsınızdır.

ARTIK HASTA DEĞİL MÜŞTERİSİN!

Bu ülkede ismi lazım değil, mantar gibi her yerden biten o ünlü özel hastaneler sizler için çalışmazlar. Onlar zengin hastalıklarına, siyasi hastalıklara bakarlar. Sizin yeriniz bellidir. Hastalık durumunda bile sosyo ekonomik eşitsizlik boynunuzu büker ve size gidebileceğiniz belli hastanelerin yolu gösterilir.

Yeni yapılan hastaneler eskilerine göre daha modern görünümlü, daha geniştir. Bunun sebebi kıymetinizin anlaşılması değil, artık devlet hastanelerinin de “kâr amacı güden” kurumlara dönüştürülmesidir. Artık sen ne “hasta vatandaş”, ne “sağlık hizmetine ihtiyacı olan bireysin”. Sen artık sadece “müşterisin”

HİÇ ‘A SINIFI’ OLAMAYACAKSIN!

Sizleri hastanelere çekebilmek için artık hastane yönetimlerine patronlar, esnaflar, sağlık sistemi ile hiçbir alakası olmayan, tek hünerleri çok kâr elde etmek olan CEO dedikleri, çoğunluğu ya bir milletvekilinin karısı/kocası ya da uzak yakın akrabaları yerleştirildi. Peki bunca zamandır kâr amacı gütmeden çalışmış bir kurum nasıl kâr ettirilecek? Hastaneler A, B, C, D, E gibi isimler altında gruplandırılacak. Kârlılık durumları her 6 ayda bir devlet tarafından denetlenecek. Hastanelerin donanımları, hizmet standartları, ekipman yeterliği, memnuniyet göstergeleri gibi kriterlere göre hastanelere “hak ettikleri” harfler verilecek. “Bundan bana ne” diyebilirsiniz. Şöyle düşünün, bugün özel bir hastanenin kapısından geçemeyen sizler yarın “A grubu” denilen bir devlet hastanesine, gelir durumunuz yeterli olmadığı için alınmayacaksınız.
Yöneticiler, doktor arkadaşlarımızla yaptıkları toplantılarda “Her hasta bir barkot demektir, her barkot 50 lira eder. Bundan sonra kapının önünden geçeni muayene edeceksiniz” diye tehdit ediyor. Ya da cerrahları odasına çağırıp neden ameliyat sayısını artırmadığını sorabiliyorlar veya radyoloji elemanlarının “neden 150 değil de 100 hastanın filmini çektiklerini” sorgulayabiliyor; hastaların ihtiyacından bağımsız olarak.

UYKUSUZLUK ÖLDÜREBİLİR

Bugün bir doktorun bir hemşirenin baktığı hasta sayısı akıl dışıdır. Çalışan her personel, hastanenin kâr hesabına zarar olarak yazılır. Bu yüzden de doğrudan insan hayatıyla ilgili bir sektörde bile asla mevcut işe yetecek kadar eleman alınmıyor.
Bizler 24 saat, 36 saate varan çalışma süreleri ile çalışırız; kesintisiz, uykusuz, dinlenmeden bazen yemek bile yiyemeden. Elimize kirli iğne batar ölürüz, kaybettiğimiz hasta yakınları tarafından öldürülürüz. Dahası 36 saat uykusuzluk sonunda girdiğimiz ameliyatlarda kim olduğumuzu hatırlamayacak kadar uykusuzken öldürebiliriz bile. Evet, bu söylediğim belki kanımızı dondurabilir. Ama bu koşullarda çalışan bir insanın hata yapmayacağını iddia etmektir asıl akıl dışı olan. Bakanlığın bakış açısı bu yöndedir. Polislik ve birçok meslek grubu “ağır ve tehlikeli işler” kapsamına alınırken sağlık alanında bu yoktur. Yani bizim 36 saat duraksız, uykusuz ayakta çalışmamız onlar için ağır çalışma koşulu değil ve en ufak bir hatamızın, dikkat dağınıklığımızın sizlerin hayatına mal olabilecek olmasının da tehlikeli bir yanı yoktur.

Bunları sizlerle paylaşmak istedim çünkü evet aldığınız sağlık hizmeti artık ücretli, artık kat be kat daha kalitesiz, daha güvensiz, amacından sapmıştır ve sizler bütün bunların mağdurlarısınız. Bilin ki en az bizler de sizler kadar mağdur ediliyoruz. Sağlıkta “dönüşüm” süreci gerçekte ne sizlerin ne de bizlerin çıkarına. Tek amaç kâr etmek. Öylese bizi sürekli karşı karşıya getirmeye çalışanlara inat, sağlığın insanın doğuştan sahip olduğu bir hak olduğunu, alınıp satılamayacağını hep birlikte daha yüksek sesle söylemeliyiz.
 



HASTANELER HASTALIĞIN KAYNAĞI OLDU

Özellikle son dönemde sağlıkta dönüşüm süreci ile iş yükümüz samimiyetle söyleyebilirim ki dört kat arttı. Tek başına yapabileceği işin 4 katını yapmaya çalışan sağlık personeli, aslında hiçbir şeye tam olarak yetemediği için, yapılan her işin kalitesi düşüyor. Dolayısıyla sizlerin aldığı hizmet kalitesizleşiyor. İyileşmek için geldiğiniz kurumlar, artık sizin için başka bir hastalık kaynağı oluşturuyor.

Benim çalıştığım hastanenin Yeni Doğan Yoğun Bakım Ünitesi’nde sadece iki ayda 20’den fazla bebeğimiz hastane enfeksiyonu eşliğinde öldü. Normalde böyle bir vaka tüm basında yankı bulurdu. Ama bu bebeklerin ölüm nedeni kayıtlara “erken doğum” diye geçiyor. Bu yüzden dışarıdan bakıldığında her şey tıkırında görünüyor.

Hastane enfeksiyonları son dönemlerde neredeyse tüm sağlık kurumlarında patlak vermiş durumda. Bunun sorumluları ise sağlık çalışanları değil, sağlık sisteminin kendisidir.

Nasıl mı? Anlatayım. Sizlere bilimsel verilere göre konuşacağım. Yoğun bakım standartlarına göre bir hemşirenin bakması gereken hasta sayısı bir hastadır. Bir hemşire 8 saatlik mesaisi içerisinde toplam en az 2 saatini el yıkamaya ayırmış olmalıdır. Bu bilimsel bir standart. Peki benim çalıştığım kurumda yoğun bakımda bir hemşire 4 hastaya bakıyor. Yani 8 saat mesaisi içerisinde 4x2 = 8 saat el yıkamalıdır. Yani hemşire aslında hiç hasta bakmadan sadece el yıkasa hem mesaisini hem de standardını tamamlamış olurdu. Böyle bir şey tabii ki mümkün olmayacağı için hemşire, hastalara bakabilmek adında, el yıkamaya ayıracağı saati hastalarına ayırıyor.

ÖNCEKİ HABER

Aman aile hekimim, derdime bir çare!

SONRAKİ HABER

Akademisyenler yarın yürüyecek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa