Duman’ın gösterdiği
Diyarbekir’de düzenleneceği duyurulan ‘Medeniyetler Güzellik Yarışması’ adlı etkinliğin, İslâmcıların tehditleri ile engellendiği haberi basına yansımıştı. Bu kez de, Duman grubunun konseri, yine aynı grubun benzer ‘tepkisi’ ile iptal edildi. Oysa, bu grubun, ne güzellik yarışmasına gideceği vardı, ne de konsere. Dolayısı
Güneydoğu Anadolu’da, sözde İslâmcılığın yerel-bölgesel düzlemde bir otorite inşası söz konusu. Kürt siyasal hareketinin, özelde PKK’nin boşalttığı varsayılan yerel siyasal alan, İslâmcılar eliyle ikame edilmeye çalışılıyor. İslâmcılar eliyle; ama onlar tarafından mı? Bu yazıda, bu sorunun yanıtını tartışacağız.
Doğanın ve dolayısıyla tarihin boşluk kabul etmediği biliniyor. Her yeni gelişim ve oluşum, öncekinin bıraktığı boşluk üstünde inşa edilir. Diyalektik zıtlık-çelişki ilişkisi, böyle de yorumlanabilir. O halde, bölgedeki İslâmcı dinamiğin yükselişi ve giderek otoriterleşmesi, öncelikle, doldurmaya giriştiği boşlukla açıklanmalıdır.
Diyarbekir merkezinde, özellikle kampüste sosyal bilimci olmaya ihtiyaç bırakmaksızın, çıplak gözle de rahatlıkla anlaşılan dinsel kültür propagandası, devletin de dolaylı ve doğrudan bu süreçteki yerini aldığının göstergesi. ‘Sempozyum-Konferans-Panel’ gibi bilimsel adlarla düzenlenen tarikat-cemaat toplantılarına ‘Kongre Merkezleri’nin ve ‘Kapalı Spor Salonları’nın mekân kılınması, devletin bu süreçte aldığı etkin rolü gösteriyor. Açık ki, devlet, bölgenin ‘kendiliğinden’ ürettiği ‘zehire’ karşı panzehir arayışındadır ve ‘90’lı yıllarda olduğu gibi, yeniden kullanmaya başladığı, İslâmcılıktır. Şu farkla ki, Kürt uluslaşmasının geri dönülmez aşamaya geldiğinin farkındalığıyla, bu kez ‘piyasaya’ sunulan, sünnî Kürt İslâmcılığıdır. Özellikle Said Nursî’ye yapılan vurgu, bu açıdan anlamlı bir örnektir.
Ancak, bölgesel alanda İslâmcılığın yükselişini salt devlet politikasına bağlamak anlamlı, açıklayıcı değildir. Devletin politikası, neden değil, bölgesel dinamiklerin dayattığı bir sonuçtur. Dolayısıyla, sonucu sonucun kendisiyle açıklamak, bilimsel açıdan ‘totoloji’ye varmaktır ve gerçeği kavramak anlamında tam bir körlüktür.
BÖLGESEL FAKTÖRLER
Dinselliğin yükselişi, en başta, bölgedeki toplumsal değişim dinamiğinin orta-sınıfsal kişiliğini göstermektedir. Tutucu talepler, kitlesel göç sonrası gelişen ve özellikle Kuzey Irak’la ticaretin yarattığı sermaye birikimi ile yükselen kentli Kürt orta sınıfının siyasal öncülüğü ve sözcülüğü ele aldığının göstergelerindendir. Bu toplumsal değişim süreci ve dinamiği, modern Kürt siyasetinin ‘60’lardaki sosyalist-seküler çıkış odağından bugünkü milliyetçi-muhafazakâr zemine yönelişini açıklamaktadır. Açık ki, toplumsal dönüşümün alt-yapısal belirleyiciliği, Kürt siyasal hareketinin tarihsel köklerine darbe vurmaktadır. Kürt siyasal hareketi, geleneksel kültür vurgulu söylemleri ile ‘tabanındaki’ bu dönüşümü, kabul etmiş, daha doğrusu ona boyun eğmiş görünmektedir. 2013 Newrozunda Diyarbekir alanında okunan, bolca dinsel figürlerle donatılmış metin, bu açıdan önemli ve en belirgin örnektir. Bununla birlikte, sol söylemin bütünüyle tasfiye edildiğini söylemek de olanaksızdır. Ancak, sağ sapmanın belirginleştiğinden söz edilebilir.
Kürt siyasal hareketinin, bölgedeki sağcılaşma-dincileşme sürecini saptamakta ve ona karşı direnç üretmedeki yetersizliğinin öncelikli ideolojik kaynağı, 12 Mart-12 Eylül faşizmlerinin edindirdiği tepkisel milliyetçileşme paradigmasının yarattığı sınıfsal körleşmedir. Devletin şiddete dayalı kimlik politikaları, Kürt siyasetinin sosyalist damarlarını köreltmeyi başarmıştır. Kürt siyaseti, ideolojik köklerindeki Marksist birikime karşın, toplumsal alt-yapısındaki burjuva dönüşümü saptama pratiği ve yeteneği bakımından sorunlu görünmektedir. Bunun ilk nedeni, siyasal pratiğin yürütücülüğündeki kuşak değişimidir. 12 Mart ve 12 Eylül faşist dönemleri içinde doğan ve ulusal-bölgesel sorun adına belleğinde çatışmadan, savaştan başka bir kayıt taşımayan gençlik kuşağının siyasal pratiği, ancak milliyetçileşme doğurmaktadır.
KUŞATMA
Laclau ile Mouffeu’nun adlarıyla anılan ve özgürleşme tanımında ‘sınıf’ı tasfiye ederek yerine ‘kimlik-inanç’ gibi bireysel kategorileri koyup, revizyonizmin ötesinde sosyalizmi yapı-sökümüne uğratan ‘Radikal Demokrasi’ yaklaşımının kuramsal ışığında değerlendirildiğinde, Hungtington’un ‘Uygarlıklar Çatışması’ tezi ile örtüşen post-modern bir ideolojik yeniden kuruluş süreci, en iyimser bakışla, Kürt siyasetinin etrafını kuşatmış görünmektedir. Bu bağlamda, Sünnî İslâm ideolojisini bir toplumsal uzlaşı aracı olarak sunan önermenin kabul edildiği görüntüsü, küresel kapitalizmin sağ ekonomi politiğine ve yeni-muhafazakâr kültür inşasına uygundur.
İki tarafta da uzlaşma zemini olarak kültürel-geleneksel değerlere, bu kapsamda ‘din kardeşliği’ne yapılan vurgu tarafların sınıfsal kişilikleri hakkında fikir vericidir. Hükümetin, ‘Anadolu sermayesi’ diye adlandırılan yerel kapitalistleşmeye temellenen orta-sınıfsal tabanının karşısında, Güneydoğu’nun sınır ötesi ticareti ile zenginleşen yeni Kürt orta sınıfı konumlanmaktadır. Diyarbekir özelinde, yukarıdaki örneklerle dışa vurulan, Kürt coğrafyasındaki dinci-otoriter yükselişe karşı direnç geliştirme iradesinin, sosyalist-seküler köklerine rağmen Kürt siyasetinde belirginleşmeyişi gözlemi, Kürt siyasetinin güncel sözcülüğündeki orta-sınıfsal değişimi ve belirleyiciliği doğrulamaktadır.
Sonuç olarak, ‘Barış süreci’ denilen gündemle somutlaştığı üzere, Osmanlı Sultanı II. Selim ile Kürt derebeyi İdris-i Bitlisî arasındaki karşılıklı çıkar uzlaşısını andırır biçimde, halkın değil otoritelerin, bilimsel anlamda yeni egemenleşen sınıfların çıkar birliği ve bu çerçevede uzlaşı çabası söz konusudur. Bölgedeki İslâmcı yükseliş ve otoriterleşme, bu sürecin sonucu ve ürünüdür.
* Arş. Gör., Dicle Üniversitesi, İİBF