Baba Dağı’nın eteklerinden Akdağ’lara bir ses: Pinara
Antik kent sayısı ve mevcut tarihi şehirlerin günümüze kalma kalitesi bakımından Antalya vilayeti tartışmasız bir numaradır. Antalya sınırları dâhilinde ise Teke Yarımadası’nın ayrı bir önemi vardır kuşkusuz. Neredeyse her bir dağ silsilesinin bir başka eteğinde, her bir büyük vadinin veya ovanın bir başka köşesinde karşın
Fethiye’ye 45. km. mesafede yer alan Minare Köyü yakınlarında bulunan Pinara antik kenti, tarihi Xanthos Nehri’nin de batı havzasında konuşludur. Likya dilinde “yuvarlak” veya “yuvarlak tepe” manasına geldiği düşünülen kentin en eski kalıntılarını barındıran yukarı akropol mevkii gezildiğinde gerçekten de yuvarlak bir şekle sahip olduğu anlaşılıyor. Homeros’un ölümsüz eseri İlyada’da adı geçen, Troya Savaşı sırasında Truvalıların müttefikleri arasında yer alan savaşçılardan Pandarus’un anısına bir de kült geleneği taşımaktadır Pinara. Buradan yola çıkılarak da Pandarus’un Pinaralı olduğu sanılmıştır eski çağlarda. Kentin kuruluş efsanelerinden bir tanesine göre Pinara, çok uzak olmayan bir noktada bulunan Xanthos kentinin nüfusunun iyiden iyiye artması sonucunda bir grup yaşlının oradan ayrılarak antik ismi “Kragos” olan Babadağı’nın doğu eteklerine gelerek kenti kurmuşlardır. Kurulan yerin de yuvarlak kayalıklar olması neticesinde şehrin bugünlere gelen ismi türetilmiştir. Likya Birliği’ndeki üyeler arasında tam 3 oya sahip 6 kent arasında olan Pinara, yaşadığı büyük depremlerde olağanüstü tahribatlara uğrasa da yine de günümüze nispeten iyi durumda kalan çok fazla kalıntıyı içermektedir bünyesinde.
Likyalı tanınmış tarihçi Mesekrates, Pinara’nın vaktiyle Ksantos’un bir kolonisi olarak kurulduğu ve orijinal isminin de “Artymnesos” olduğunu düşünür. Ünlü Amasyalı tarihçi Strabonos ise, Pinara’nın Likya’nın zamanında en büyük kentlerinden birisi olmasının ötesinde, bugün denize çok uzak gözükse de, aynı zamanda önde gelen bir liman şehri olduğunu yazar kitabında. M.Ö. 334’te Makedonyalı Büyük İskender tarafından kuşatılan Pinara, İskender’in ölümünden sonra ise bölgedeki çoğu kent gibi Bergama Krallığı’na bağlanacaktır. En sonunda, Bergama hükümdarı III. Attalos, İ.Ö. 133 yılında Roma İmparatorluğu’nda dâhil olmayı kabul edince Pinara için uzun ve müreffeh bir Roma çağı başlamış olur. Yaşadığı tüm şaşalı ve gönençli devirler ise her seferinde savaşlar değil ancak bilhassa İ.S. 141 ve 240 yıllarında meydana gelen depremler eliyle kesintiye uğrayacaktır.
İ.S. 8. yüzyılda tamamıyla terk edildiği bilinen şehirde hamam, odeon, tiyatro, agora ve kilisenin yanı sıra ünlü Likya kaya mezarlar ile lahit mezarları gerçekten de görülmeye değer buluntular arasındadır. Akropolün, oldukça yüksek ve sarp doğu yamaçlarına oyulmuş yüzlerce kaya mezarı, kente adım atar atmaz ilk dikkati çeken görüntülerden bir tanesi. Hıristiyanlık dönemiyle birlikte kaya mezarları geleneğinin sürdüğü kentte bu sefer, giriş kapısının çatısı ters külah şeklinde ve ortasında da büyük bir haç işlemeli taşın yer aldığı tipik Likya kayaya oyma mezar stilleri kullanılmıştır. Şehrin bugüne belki de en iyi biçimde kalan yapısı anfi-tiyatrosudur. Çok büyük olmamasına karşın, sahne kısmı az buçuk zarar görse de basamak-tribün bölümleri çok muntazam korunabilen bu şirin tiyatro yapısının etrafının sık maki örtüsü ve ormanlık arazi ile çevrelenmiş olması kendisine ayrı bir güzellik katıyor.