08 Haziran 2013 13:50

Filmin sonu

Hikaye, orduları ve hükümetleri deviren ve insanlığı yok etmekle tehdit eden bir hastalığı (y.n: zombileşme) durdurma yarışında dünyayı dolaşan Birleşmiş Milletler Çalışanı Gerry Lane (Brad Pitt)’in etrafında dönmektedir” 21 Haziran’da gösterime girecek olan “World War Z” filmiyle giriş yapıyoruz yazımıza: Elbe

Filmin sonu
Paylaş
Ömer Furkan Özdemir

“Gezi Parkı Eylemleri” olarak da adlandırılan, 30 Mayıs’tan bu yana ülke ve dünya gündemine damgasını vuran ve yazarın bütün samimiyetiyle henüz silkelenme aşamasında olan bir halk hareketi olduğunu düşündüğü süreç bütün diğer “şey”lerin yanında şunu öğretmektedir: Kamerayı hangi tarafa kurarsanız, karşı taraf o kadar “karşı” taraf olmaktadır. Yukarıdan devam edersek: Bir filmde zombi kötüyse, senarist ve yönetmen onu kötü gördüğü içindir ve o zaman sormak gerekir; peki senarist ve yönetmen “iyi” midir? Elbette burada söz konusu tür üzerine yazılmış binlerce eleştiri yazısında dillendirilen “burada kapitalizmin zombileştirdiği insanlara gönderme yapılıyor, insanlığı zombilerden kurtarmakla da kapitalizme karşı insanlığı savunmaya gönderme yapılıyor” klişesini tekrar etmeyeceğiz ve ama kısacık ve net olarak şunu söyleyeceğiz: Söz konusu filmlerdeki “insan”ların mutlu yaşamları ne kadar gerçekse zombiler de o kadar kötüdür! Kamerayı zombi olarak gösterilenlerin tarafına kurmanın zamanı gelmiştir. Çünkü kör-sağır-dilsiz’lerin pembe panjurlu ev filminin sonu gelmiştir.

PEMBE PANJURLU EV İKEN

Sadece dünya sinemasında değil, ülkemizde de Yeşilçam’ın en nadide yapıtlarının temel argümanı olan “pembe panjurlu ev”de yaşayanların hikayeleri, on yıllar ve on yıllar içerisinde “Amerikan Rüyası”nın binlerce farklı varyasyonundan birisi haline gelmiştir. Nereden ve nasıl para kazandıkları belli olmayanların pembe yaşamlarında elbette ki “çapulcular”a yer yoktur; ve ama aslında pembe perdeyi biraz olsun araladığımızda geçtiğimiz günlerde gösterime giren “Sihirbazlar Çetesi”ni anımsatmaktadırlar: Yaptıkları şovlarla insanları büyüleyen bu çete, perde arkasından ustaca planlanmış soygunlar gerçekleştirmektedir. Hak kavramını “lütuf” kültürüyle değersizleştirmeye çalışan bir ekibin; her alandaki lütuf şovlarıyla perdelemek istediği milyonlarca dolarlık ihale soygunları ve doymak bilmez rant hırsları Louis Leterrier’in filmindeki “kahraman”larımızı masum çıkarmaya yetecek ölçüdedir. Oysa ülkeyi yönetenler için artık bu toz pembe filmin sonuna gelinmiştir: Filmde izlediğimiz “karizmatik” esas oğlanın aslında tüm karizmasını borçlu olduğu köşkleri, arabaları, elinin altından kaymaktadır. Batmaz denilen “Titanik”in kaptanı, tüm kibriyle küçümsediği buz dağının görünmeyen yüzüne çarparak büyük bir darbe almıştır ve görünen o ki (aslında sadece kendisi ve ihale ortaklarını taşıyan) bu gemiyi kurtarmak için “her şey”i yapmaya da hazırdır. Oysa artık “Kara Şahin Düştü” ve “Taksim Savaşları”nda klon askerlere direnerek “Karanlıkta Uyananlar” sayesinde bu kez Leon De Aranoa’nın anlatmak istediğinden çok daha farklı ve olumlu anlamda “Güneşli Pazartesi”lere merhaba diyebileceğiz, ülkeyi “Güneşli Bataklık” haline getirenlerden kurtarıp “Bereketli Topraklar Üzerinde” yükselen Yeni Türkiye için direndiğimiz ölçüde…

GAME OF PEOPLE

Devam ediyoruz: “Inception”ı dahi gölgede bırakacak ölçüde, birilerinin rüyalarının bilmem kaçıncı katmanına kadar sirayet eden bir “Korku”ya vesile olan protesto gösterileri; halen kibrinden ödün vermeyenlerin kendi yarattıkları dünyalarında “Akıl Oyunları”yla daha fazla yaşayamayacaklarını anlayıp “Çıldırış”ın eşiğine gelmelerine yol açmıştır. Artık hemen herkesin “Olağan Şüpheliler” haline geldiği şu günlerde “Yalanlar Üzerine” kurulu düzene karşı ülkenin dört bir yanında yükselen “Hükümet İstifa” sesleri birileri için “Maymunlar Cehennemi: Başlangıç” olsa da esasen birilerinin günden güne “Prestij” kaybını temsil etmektedir. Kahveyi (ve son zamanlarda biber gazını) çok seven yazar -günlerdir Taksim-İzmit hattında koşturmanın verdiği heyecandan olsa gerek- gereksiz yere uzattığı yazısını Godard’ın “ bilinç haline gelmek patlamaktır ve bu patlamada da acı vardır” cümlesiyle sonuca yaklaştırmak istemektedir. Okurun da bildiği üzere “hükmedenlerin” hikayesini anlatan “Game of Thrones” bitmek üzeredir, sezon finali yaklaşmıştır… Ama aynı anda, çok beğenilen “Türkiye’yi Sarsan On Gün” de –biz de “trend”e uyalım- kapalı gişe oynamıştır. Devam filmini çekmek üzere (Ordu değil!) “İşçi Sınıfı Göreve!” diyen yazar; sonuna gelmiş olduğunuz bu yazının yayınlanacağı Pazar günü (yani bu kez farklı bir “weekend”de), gelebilenleri Taksim’e, gelemeyenleri ise bulundukları şehirlerin sokaklarına, meydanlarına -kesinlikle hiç bir bilgisayar efekti içermeyen, Hollywood’a taş çıkartırcasına nefes kesen sahnelerle dolu- Yeni Türkiye’nin filmini çekmeye çağırmaktadır: Game of PEOPLE!

ÖNCEKİ HABER

Lobna, konuştuğumuz ‘devrime’ benziyor biraz...

SONRAKİ HABER

Saat 01:05 Burası Taksim. Burası Gezi Parkı.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa