“Kurnazlığınızın yarısı kadar dürüstlüğüz de olsaydı keşke”
Dünyanın her yerinde iktidarlar için medya önemli bir araç olmuş, sistemin en süslü ve şaşalı yönetim şekli demokrasinin vazgeçilmezi haline gelmiştir. Demokrasinin adalet için değil de sadece bir istikrar aracı olarak görüldüğü günümüz toplumunda medya iktidarı elinde bulunduranın sözcü
Türkiye’de egemen medya kan üzerinden siyaset yapan siyasetçilerin söylemlerini kullanırken bir yandan da iktidar kendisine tehdit olarak gördüğü medya kuruluşları üzerindeki baskıyı daha da sertleştirmiştir. Türkiye’de muhalif medya kuruluşları yargı iktidar çemberine alınmıştır. Azadiya Welat gazetesinin eski yazı işleri müdürü Vedat Kurşun tutuklanmış 166 yıl 6 ay hapis cezası verilmiştir. Gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener Ergenekon davası kapsamında tutuklanırken devrimci karargah davasından bilim ve gelecek dergisi editörü Baha Okar da evine yapılan baskınla göz altına alınmış ve sonrasında cezaevine gönderilmiştir. Türkiye’de son birkaç ayda birçok medya kuruluşu yada basın mensubu hakkında 4000 civarında dava açılmış, 7000’e yakın internet sitesine erişim yasağı uygulanmıştır.
Medya, Şiddet ve Milliyetçilik
Yazının başında da belirttiğim gibi iktidarlar “ötekileri” yani kendi varlığına tehdit oluşturabilecek tüm kurumları kişileri yada nesneleri kontrol altına almak için diğer birçok baskı kurumu gibi medyayı da kullanmıştır. Yurttaşların gözünde meşruluğunu kazanmış kurumlar “illegal örgüt”, kurumlara destek veren kişiler “illegal örgüt mensubu” ve birer vatan haini olarak gösterilmiş hatta basın bu konuda milliyetçilik yarışına girmiştir. Bir diğer konu da medya patronlarının “ötekilerin” bölücü olduğu haberini her türlü maddi olanağı sunarak daha fazla kişiye ulaşmasını sağlamasıdır. Esra Ercan Bilgiç “Vatan, Millet, Reyting”* adlı kitabında bu konuyu şöyle özetliyor “…haber bültenlerini üretenler en fazla izleyiciyi çekecek, dolayısıyla en fazla kar getirecek konuları seçme eğilimindedirler. İzlenme oranı kaygısı haberciyi ticari düşünmeye zorlamaktadır. Ticari kaygılar karşısında iki farklı tutum benimsenebilir: masrafları kısmak veya daha çok izleyiciyi çekerek reklam gelirlerini arttırmak.
Burada dikkat edilmesi gereken bir başka husus ise “ötekiler” olarak tabir edilen kesimin (işçiler, öğrenciler, Kürtler vb.) taleplerinin yoğunlaştığı yada mücadelenin arttığı dönemlerde medyadaki milliyetçilik tutumunun ve buna bağlı olarak şiddet söylemlerinin aynı orantıda artması. Özellikle BDP’nin sivil itaatsizlik eylemleri, DTK’nın demokratik özerklik taslağı ve son olarak YSK’nın veto kararının ardından yapılan eylemler ve sonrasında gelişen olaylar düzen medyasına yansıyan haberlerde “ülkeyi bölmek istiyorlar”, “meydanı bu teröristlere bırakmayacağız” şeklinde manşetlerin atılmasıyla sonuçlanmıştır. DTK’nın aralık 2010 tarihinde açıkladığı “demokratik özerklik taslağı” birçok burjuva yazar ve gazetecinin sert eleştirisini almıştır. Mehmet Metiner (STAR), Taha Akyol (Milliyet) gibi burjuva yazarlar halkın çıkarlarını halkın, katılımını esas alan talepleri “demokratik olmamakla” eleştirmiş ve söz konusu taslağı “çağdışı ve “totaliter” olarak yorumlamışlardır. Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç ise “demokratik özerklik” talebinin “insanın tüylerini diken diken ettiğini”(belli ki çok korkmuş yada bu söylemle söz konusu taslağın hayata geçirilmemesi için kendisi gibi tüyleri diken diken olan bir toplum yaratmaya çalışmış) söylemiştir. Taslakta geçen “anadil” talebi ise birçok yazarın köşesine konu olmuş fakat nerdeyse yazılan çizilen her şeyde resmi dilin Türkçe olduğu vurgusu yapılmıştır. Oysa Kürtler resmi dilin Kürtçe olmasını değil Kürtçe’nin kamusal alanda önündeki engellerin kaldırılmasını istemişlerdir. Bölgede bazı kurum cadde veya sokakların adlarının Kürtçe yazılması bazı haber bültenlerinde ülkeyi bölmeye yönelik bir girişim olarak anlatılmıştır. Sivil itaatsizlik eylemleriyle ilgili olarak medyaya yansıyan haberlerin yukarıda anlatılanlardan pek bir farkı olmamış hatta çok daha sert bir dil kullanılmıştır. Sivil itaatsizlik kapsamında kılınan Cuma namazlarından kurulan demokratik çözüm çadırlarına kadar nerdeyse bu dönem içinde gerçekleştirilen tüm etkinlikler düzen medyasının ağır bombardımanına tutulmuştur. Tüm bu yazılan, çizilen ve söylenenler toplumda zaten var olan kutuplaşmanın daha da keskinleşmesine neden olmuştur.
Medyanın bu tavrı sadece Kürtler üzerinde değil bu memlekette işi için, ekmeği için, bu ülkenin demokratik özgür bir ülke olması için hak talep eden ve mücadele eden tüm kesimleri üzerinde uygulanmıştır. Köşe yazarları gelecekleri için mücadele eden, bilimsel ve demokratik eğitim hakkını haykıran gençleri terörist ilan etmiş, ve düzenin yazarları artan gençlik hareketinin tüm üyelerini yani öğrencileri “hastalıklı” olarak nitelemişlerdir. Mücadele hak özgürlük talepleri neredeyse burjuva medya da orada olmuş mücadeleyi lekelemiştir. Taşeron çalıştıkları, paraları ödenmediği ve kadroya alınmadıkları için eylem başlatan Konak belediyesi temizlik işçileri bu haklı mücadelelerini sürdürürken zaman gazetesi yaptığı “Konak'ta işçiler eylemde, sokaklar çöp içinde” haberiyle eylemi sabote etmeye çalışmış ve işçi düşmanlığını gözler önüne sermiştir. Türkiye’de tüm bu örnekler göz önündeyken ülkede barış ortamını geliştirecek provokasyonları engelleyecek olaylara objektif yaklaşabilecek basın yayın organlarını yaratmak ve var olanları geliştirmek gerekiyor. Tersi bir durum yukarda sayılan onlarca örneğin artmasına ve toplumda ayrışmaya neden olacaktır.
*Evrensel Basım Yayın