Tek suçlu taraftar mı?
Bursaspor – Beşiktaş maçı, karşılaşma öncesi Bursaspor taraftarının polis ile çatışması sonucu iptal edildi. Bu maçı değerlendirmeden önce 5 Aralık 2010’da İstanbul’da oynanan Beşiktaş – Bursaspor maçını hatırlamakta fayda var. 7 yıllık yasağın ardından 5 Aralık tarihinde ilk defa iki takım seyircisi aynı
Yaralananlar Bursaspor tarafından olunca ikinci maç için “intikam” sesleri tribünlerde konuşulmaya başlanmıştı bile. İkinci maç için Beşiktaş taraftarına yasak getirileceği konuşuluyordu ancak bu olmadı ve Beşiktaş taraftarının Bursa’ya gitmesine izin verildi. Tabii maçtan önce Bursaspor taraftarı, polis ile çatışmaya başlayınca Beşiktaş taraftarı şehre alınmadan, geri gönderildi. Bursaspor taraftarının polis ile çatışmasını “futbol teröristleri” manşetleri ile geçiştiren basın ve “bunlar Bursaspor’un taraftarı olamaz” geyiği çeviren kulüp yönetimlerinin aksine konuşulması gereken şeyler var.
Öncelikle neden çıkıyor bu olaylar? Yani iki takım taraftarını böylesine birbirine düşman eden faktörler neler? Bu olaylara sebep olarak Bursaspor’un, Beşiktaş yüzünden küme düştüğü gerekçesi gösterilse dahi, asıl sorumlular hep hasıraltı kalmıştır. Yıllardır provokatörce haberler yapan, taraftarları birbirine düşman eden basın hiç suçlu olmamıştır. Kavga eden teröristlere(!) –Türkiye’de terörist olmak çok kolay ya- bedava biletler dağıtan kulüp yönetimleri hiç suçlu görülmemiştir. En ufak tartışmayı dahi şiddet ile çözmeye çalışan emniyet güçleri hiç kabahatli olmamıştır. Yaşanan her olay sonrası “yasalar eksik” diye serzenişte bulunan TFF, Sporda Şiddet Yasası’nın geçmesine rağmen böyle bir olayın yaşanmış olmasına karşın doğru düzgün konuşamamıştır bile. Tabii yeni yasa isteyecek, sorunu artık yasaların eksikliğine bağlayarak erteleyecek yüzleri kalmamıştır. Çünkü onlara göre bir grup futbol teröristi(!) bu olayları çıkarıyordu ve onlara ceza verilince bu sorun çözülecekti. Ancak bu çatışmalar sorunun taş atan bir grup taraftardan öte futbolu yöneten egemenler olduğunu tekrardan gösterdi. Yaşanan taraftar – polis çatışmasının diğer gösterdiği ise Diyarbakırspor taraftarını terörist olmak ile suçlayan Bursaspor taraftarının şimdi terörist yaftası ile karşı karşıya kalmış olmasıdır. Diyarbakırspor maçlarında yaşananların ardından televizyonlarda “milliyetçilik” dersi vermeye çalışan Bursaspor amigoları gazına gelip, Diyarbakırspor maçında “Kahrolsun PKK” sloganlarını atmalarına sebep olan basının “terörist başı” şeklindeki suçlamalarına maruz kalıyorlar. Yani yıllardır tribün temsilciliği içerisinde yer almış, deplasmanlara gitmiş, maçlarda polis ile karşı karşıya gelmiş birisi olarak söylemeliyim ki yeni çıkan sporda şiddet yasası tribün sorunlarını hiçbir şekilde çözmeyecektir, çözemeyecektir. Bu yasalar ile futbol egemenleri sadece kendilerini kandırmaktadırlar. Tüm bu şiddetin, olayların en büyük sorumluları onlar iken onların projeleri ile bu kavgaların bitmesi mümkün değildir. Uzun zamandır sporda şiddet yasası kanun haline gelirse artık taraftarlar kavga etmeyecek propagandası yapan TFF neden şimdi konuşamıyor? Medya, neden TFF’ye bunun hesabını sormuyor. Yani futbol endüstriyelleştikçe futbolu yönetenler çıkarları uğruna birlikte hareket edebiliyor. Türkiye’de de durum böyle.
Medya, kulüp yönetimleri, emniyet güçleri ve TFF en büyük suçlulardır. Meşale yakınca “ateşli” diye nitelendirdiği taraftarı, kavga edince terörist diye yaftalayan provokatör spor basınını teşhir etmek gerekiyor. Tribün gruplarını kendi çıkarları uğruna kullanabilmek için bedava bilet dağıtan, amigoları maaşa bağlayan, çıkan taraftar kavgalarından sonrası ise “bunlar bizim taraftarımız değil” açıklamaları yapan kulüp yönetimlerini teşhir etmek gerekiyor. Toplumsal olaylarda olduğu gibi tribün olaylarında da her olaya sert müdahalede bulunan ve “saldıran” emniyet güçlerini teşhir etmek gerekiyor. Milli maçlarda militarist sloganlar attıran, taraftar gruplarına bilet dağıtan, çıkan her olayı yasa eksikliğine bağlayarak olayın üzerini örten TFF’yi teşhir etmek gerekiyor.
Türkiye’de birbirine düşman olan takım taraftarları arasında herhangi bir sosyal, etnik, dinsel farklılık yoktur. Ne İspanya’da olduğu gibi Katalan – Madridli çekişmesi vardır, ne de İskoçya’da olduğu gibi Katolik – Ortodoks rekabeti vardır. O yüzden 1 Mayıs’ta “Yaşasın Renklerin Kardeşliği” diyerek alanlara çıkan taraftar ve taraftar gruplarına bu süreçte önemli işler düşmektedir. Muhalif tribün grupları, futbol egemenleri tarafından birbirine düşman edilip asıl olarak “para kazandıran yığınlar” olarak görülen taraftar kitlelerini tartışmanın içerisine çekebilir, doğru noktayı yakalatabilirler.
Yaşasın renklerin kardeşliği!