Gezi ve demokratikleşme için yeni olanaklar
AKP iktidarının kökleri 1994’te hızla kentleşen Türkiye’nin nabzını yakalayan Refah Partisinin yerel seçim zaferine dayanır. 1980 sonrasında Türkiye’nin neoliberal kapitalizme eklemlenmesi süreci 1960 ve 70’lerin toplumsal dokusunu dönüştürmüş, buna mukabil liberal demokrasilerde hegemonya için kaçın
Bu tartışma -Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi Öğretim Üyesi Cihan Tuğal’ın belirttiği gibi- AKP’nin Refah tabanının antikapitalist unsurlarını yeni muhafazakarlıkla soğurarak neoliberal düzene yedeklemesiyle sonuçlanmıştır. Bu yirmi yıllık dönüşümde belediyeler ve yerel siyaset neoliberal popülist öznenin kurulmasında en önemli halka olmuştur. Bu bağlamda Gezi Parkı direnişiyle ortaya çıkan toplumsal enerji AKP iktidarının temelini, yani yerel yönetim ayağını, sarsmaktadır. Kentlilerin kent mekanının kontrolü ve kent yönetimine katılma talebi, antik Yunan’dan bu yana demokrasi kavramının özünü oluşturur ve toplumsal taleplerin siyasallaşmasında çok önemli bir basamağa işaret eder. Gezi direnişi özünde çeşitli toplumsal kesimlerin siyasi katılım, ifade özgürlüğü, örgütlenme ve toplantı özgürlüğüyle gerek futbol maçları gerekse sokaklar, parklar ve eğlence mekanlarının da dahil olduğu kamusal alanlarda özgürlük ihtiyacı olarak anlaşılabilecek demokratik taleplerin bir ifadesidir. Ancak henüz neoliberal hegemonyaya karşı bir mevzii örecek demokratik bir popülist özne ortaya çıkmamıştır. Bu öznenin ortaya çıkması öncelikle yerel ve belediye düzeyinde siyasete önem vermekle mümkündür. Direnişin çok farklı toplumsal bileşenlerinin ortak tepkisi, her şeyden önce tepkilerin ifade edilmesine karşı gösterilen polis şiddetidir. Dolayısıyla polis teşkilatının ve kent asayişinin yerelleşmesi ve demokratikleştirilmesi bu direnişin en yakıcı talebidir.
Emniyet müdürü, vali, kaymakam ve savcıların seçimle belirlenmesi ve belediyelerin demokratikleştirilmesi (Halkın kent yönetimine etkin katılımının sağlanması) talebi birçok açıdan dikkate alınmalıdır: Birincisi; seçimle belirlenen bir emniyet müdürü ve vali kent halkının üstüne böyle bir şiddete izin veremez ve Ankara’dan gelecek tazyike de atanmış değil seçilmiş bir merci olarak karşı durabilir. İkincisi; böyle bir adım Türkiye’deki iktidarın örgütlenmesinde önemli bir değişiklik gerçekleştirir ve iktidarın temerküz etmesini, başka bir ifadeyle Başbakanın Türkiye Büyükşehir Belediye Başkanı gibi hareket etmesini önler. Üçüncüsü, sandığı yaygınlaştırma ve yerelleştirme Başbakanın “sandıktan kaçıyorlar” söylemini geçersiz kılar. Dördüncüsü, yerinden yönetim talebi Kürt siyasetiyle CHP tabanı arasında bir köprü kurabilir. Anayasa tartışmalarında olduğu gibi Türkiye’yi tıkayan bu gerilim hattını aşmak bugün her zamankinden daha çok mümkündür. CHP’nin bu noktada geçireceği dönüşüm 19.yy’dan beri sağ liberalizmin savunageldiği adem-i merkeziyetçiliğin merkez sol tarafından benimsenmesi anlamında tarihsel olacaktır. Kürt siyasetiyle CHP tabanı arasında bir yakınlaşma ise AKP’nin barış sürecinde pazarlık masasından çekilmesinin önünde önemli bir engeldir. Beşincisi, böyle bir yerelleşme 12 Eylülün dayattığı ve kitleleri depolitize eden siyasi partiler sistemini dönüştürecektir. Siyasi yetki ve sorumluluğun yerelleşmesi hem parti yönetici ve üyelerini hem de seçilmiş makamları Ankara’dan ziyade seçmenin taleplerine kulak vermeye zorlayacaktır. Altıncısı, yerelleşme yıllardır yüksek siyasetin hegemonize ettiği ve sosyalist siyaseti çoğunlukla marjinalize eden sistemi kırar. Sosyalistler popülist demokratik özneyi kurabilecek strateji ve taktikleri geliştirebilecek yegane unsurdur. Bu özneyi kurmak sosyalistleri geniş halk kitleleriyle ilişkilendirecek ve kitlelerin siyasete katılımını sağlayarak, gündelik hayattan ana akım medya haberlerine yansımayan halk taleplerinin gündeme oturmasını mümkün kılacaktır. Neoliberal hegemonyaya karşı sosyalizmin başka bir şansı görünmemektedir.