Geçmişiyle yüzleşme sırası medyada
Ülkeyi yönetenler her ne kadar kulaklarını tıkamakta ısrarcı olsalar da Türkiye bugüne kadar inkar ettiği Kürt sorununun çözümünü konuşmayı sürdürüyor. “Düne kadar Kürt yoktur tezi tartışılıyordu; şimdi artık Kürtlerin haklarının ne olduğu ve bunları nasıl kullanacakları tartışılmaya b
Ülkeyi yönetenler her ne kadar kulaklarını tıkamakta ısrarcı olsalar da Türkiye bugüne kadar inkar ettiği Kürt sorununun çözümünü konuşmayı sürdürüyor. “Düne kadar Kürt yoktur tezi tartışılıyordu; şimdi artık Kürtlerin haklarının ne olduğu ve bunları nasıl kullanacakları tartışılmaya başlandı” diyen Türkiye Barış Meclisi, düzenlediği medya çalıştayı ile “Kürt sorununun çözümünde medyanın rolü nedir” sorusuna yanıt aradı.
Türkiye Barış Meclisi, Kürt sorununda medyanın oynadığı role dikkat çekmek, adil barışın gerçekleşmesine toplumsal desteği arttırmak amacıyla 25 Aralık 2010’da İstanbul’da Kürt sorunun algılanmasında medyanın rolü konulu bir çalıştay düzenledi. “Barış için, medya da geçmişiyle yüzleşmeli” görüşü etrafında birleşen katılımcıların konuşmaları “Kürt Sorunu ve Medya” adıyla kitaplaştırıldı. Barış Çoban tarafından yayına hazırlanan kitapta, çalıştay konuşmalarının yanı sıra iletişimci akademisyenlerin makalelerine yer verildi.
‘BATININ KATİLİ, DOĞUNUN KAHRAMANI’
Türkiye Barış Meclisi Sekreterya Üyesi Hakan Tahmaz, bu çalıştayı düzenleme nedenlerinin, Türkiye’de yaşayan insanların, Kürt sorununu birbirinden çok farklı algılamasından kaynaklandığını belirterek, bu konuda medyanın oynadığı role dikkat çekiyor. Tahmaz’ın sözleri, son yıllarda toplumda yer etmiş “ötekileştirme, yabancılaşma, kutuplaştırma” gibi kavramları içi boş, basmakalıp olmaktan öteye taşıyor. “Fırat’ın doğusunda yaşayanların güzel ve iyi dediği; hayra yorduğu şeyleri, Fırat’ın batısındakiler ürpertici bulur oldular. Fırat’ın batısının katil dediğine, doğusu kahraman diyor, batının bebek katili dediğine doğu önder diyor” ifadelerini kullanan Tahmaz, bizzat kendisi “iktidar” aracı haline gelmiş medyanın, bu konudaki rolünün tartışılması gerekliliğine işaret ediyor.
‘MEDENİLEŞMESİ GEREKEN ÖTEKİLER’
Ana akım medyada yer alan, “Türk halkının kahraman geçmişi, eden bulur, suçluların cezalandırılması gerektiği, beğenmeyen ülkeyi terk etsin, ya sev ya terk et, vatanın bölünmesine izin verilmeyeceği” yönündeki yargıların, özellikle Kürt sorunu üzerinden Kürt- Türk ayrımcılığını kışkırttığına vurgu yapan Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, DTP kongresinin, “PKK Ankara’da” başlığıyla gazetelerde yer aldığına dikkat çekiyor. İnceoğlu, “Bu terör sorununu çözmenin tek yolunun Kürtlerin toplumsal, kültürel, siyasal entegrasyondan geçtiğine” dair medyada yaratılan algının, özellikle “aşiret, çağ dışılık, dış mihraklı bölücülük, yabancı provokasyonu, bölgesel geri kalmışlığa indirgemeci bir tutumla” pekiştirildiğini ifade ediyor.
İnceoğlu’nun, örnek gösterdiği, sosyal medyada yer alan “Lezbiyenlere tecavüz ederek onları topluma kazandırabiliriz” ve 1 milyon 300 üyesi bulunan “Kürt açılımını desteklemiyorum, PKK destekçisi BDP’nin kapatılmasını istiyorum” tarzı kampanyalar, yalnızca Kürtlere değil, toplumdaki diğer gruplara yönelik, nefrete varan tutumu da gözler önüne seriyor.
ŞİDDET VARSA KÜRTLER DE VAR
Kürtlerin ve siyasi partilerinin, tehdit ve tehlike unsuru olarak kurgulanması, terörizmle ilişkisellik içinde yansıtılmasının toplumda Kürtleri yabancı ve öteki kıldığına atıfta bulunan Yrd. Doç. Dr. Derya Erdem, Kürtlerin genellikle şiddet eylemleriyle medyada yer bulduğunu ifade ediyor. Erdem, haberlerde “Ortalığı savaş alanına çevirdiler”, “Yakıp yıktılar” gibi ifadelerin sıklıkla kullanılmasına karşın, Kürtlerin sorun ve sıkıntılarına yer verilmediğine dikkat çekerek, Kürtlerin çoğunlukla medyada dilsiz kılındığını belirtiyor.
Cumartesi Annelerini örnek gösteren Dönüşüm Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek, “Ne kadar yer alabilecek Cumartesi Anneleri, kaç köşe yazarı tarafından irdelenebilecek” sorusuyla bu konuya işaret ediyor.
Kürt sorununun seksen yıldır ret ve inkar edildiğine değinen Prof. Dr. Ahmet Özer, Kürt sorununun aynı zamanda bir Türk sorunu ve Türk sorununun da bir bilgisizlik sorunu olduğunu belirtiyor. Özer, “Diyarbakır’da Kürt demek çok normal bir şeyken, Isparta’da herhangi bir toplulukta Kürt dediğin zaman otomatik olarak bölücü, terörist muamelesi görürsün” diyerek aynı ülke içerisindeki iki farklı algı biçimine dikkat çekiyor.
‘MEDYA ROLÜNÜ HİÇ DE POZİTİF OYNAMADI’
Gazateci-Yazar Nadire Mater’in verdiği örnek, gazete ve televizyonlarda kullanılan dilin insanlar üzerinde yarattığı etkinin boyutlarını göstermesi açısından önemli. Mater, haber başlıklarında yer alan “Kürtler ayrılıyor mu” ifadesinin insanlar üzerinde, “terör” demekten bile daha büyük bir etki yarattığına ve inandırıcı olduğuna vurgu yapıyor.
Kürt meselesine ilişkin güneydoğuda yeteri kadar muhabir istihdam edilmediğine değinen Yrd. Doç. Dr. Esra Arsan ise devletin “Kürt meselesini konuşacağız” diye bölgede gazetecilik yapan ve yazdıkları haberlerden dolayı büyük eziyetler görmüş gazeteciler yerine birtakım köşe yazarlarını çağırarak, sorunu “İstanbul perspektifi”nden ele almasını eleştiriyor.
Türkiye medyasının savaşçı, antisemitist, ırkçı ve dünyanın herhangi bir diline çevrildiğinde insanı utanç altında bırakacak başlıklarla dolu olduğuna değinen Birgün Gazetesi Yazarı Selami İnce de, editörlerin çoğu kez başlarına dert almamak için “BBC’nin haberine göre Türkiye’de AKP genel başkanı şunu söylemiş” gibi ifadeler kullandıklarına dikkat çekiyor.
Kitapta, ayrıca egemen ideolojinin bir ürünü olarak medyada sorunların nasıl aşılacağına dair katılımcıların görüşlerine yer veriliyor. Merkez medyada yönetici olarak çalışanların rotasyonla Kürt illerine gönderilmesi, Kürt sorununun tarihsel arka planının öncelikle medya çalışanları tarafından algılanması, Kürt sorunun kriminal bir vaka olarak gösterilmesinin önüne geçilmesi, dile getirilen çözüm önerilerinden yalnızca birkaçı. (Ankara/EVRENSEL)